Cumhuriyetimizin Büyük Eseri Topkapı Sarayı Müzesi ve Dünyanın Büyük Müzeleri Arasındaki Yeri ve Önemi

Kemal ÇIG
Her sene yerli ve yabancı bir ila bir buçuk milyon kişi tarafından ilgi ile gezilen ve ziyaretçileri üzerinde çok müsbet etki bırakan ve yıldan yıla da ziyaretçisi artan Topkapı Sarayı Müzesi, acaba bu kadar geniş ilgiyi niçin görüyor? Bu soruyu çözebilmek için Topkapı Sarayı’nın müze olarak sahip olduğu özellikleri iyice bilmek gerekir.
Türkiye’de cumhuriyet idaresinin ilanından beş ay sonra, büyük Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924’te halkın ziyaretine açılan, Fatih’in İstanbul’da yaptırdığı bu ikinci sarayı, müze olarak, 52. yılını idrak etmiş bulunmaktadır 1. Bu zaman zarfında, bir taraftan sarayın çeşitli binalarında restorasyonlar devam etmiş, bir taraftan da sarayın çeşitli kısımlarındaki binalarında bulunan objeler mütehassıs kişiler tarafından ele alınarak gerekli temizlik, tasnif ve bakımları yapılarak ayrı ayrı seksiyonlar halinde peyderpey ziyaretçiye sunula gelmiştir. Halen sarayın mutfak, koğuş, kabul odası, kubbealtı, kütüphane, harem, mescid gibi binalarında ve saraya bağlı Çiniliköşk ve Alayköşkü’nde olmak üzere 26 seksiyon oluşmuştur. Bu seksiyonların büyük bir kısmı objelerin görülmesi için, bir kısmı obje ile birlikte bina olarak görülmek üzere, bir kısım yerler de sadece bina mimari konstrüksiyonu ile iç dekorasyonu göstermek üzere fonksiyone edilmiştir. Müze olarak hu şekilde ziyaretçiye sunulmuş bulunan Topkapı Sarayı’nın sahip olduğu özellikler iki ana grupta toplanabilir:  Birincisi Topkapı Sarayı’nı oluşturan binalar, ikincisi de içindeki objeler.
Binalar: İki ayrı özelliğe sahiptir. Birincisi mimari konstrüksiyon, ikincisi de iç süsleme (dekorasyon).
Bilindiği gibi bu tebliğimizde sunmaya çalışacağımız Topkapı Sarayı, Fatih’in 1465 yılında başlatıp 1478 yılına kadar sürdürdüğü inşaat esnasında ana hatları ile meydana çıkmış ve o günkü maksat ve ihtiyaca yetecek binalardan ibaretti. Aşağı yukarı kare şeklinde üçü büyük, biri daha ufak dört avludan ibaret olan Topkapı Sarayı’nın avlularına üç büyük kapı ve biri tünel şeklinde olan üç koridordan geçilerek girilir. Avluların etrafı ya kuleli kalın duvarlarla veya binalarla çevrilmiştir. Fatih devrinden günümüze kadar sarayda kalan yapılar oldukça bir yekûn tutmasına rağmen, birçoğu büyük tadilata uğramıştır. Örneğin; güney tarafındaki saray surlarından, saraya giriş veren ilk kapı (Bab-ı Hümayun) ilki 1867, ikincisi 1924 senelerinde geçirdiği iki yangın sonucu üst kısmındaki saray muhafızlarının oturdukları köşk kısmı tamamen yanıp yok olmuştur. Şimdi biz ilk kapının asıl şeklini minyatür ve gravürlerde görmekteyiz. İkinci kapı (Bâb-üs Selâm) ve üçüncü kapı (Bâb-üs Saâde) asıl şekillerini muhafaza edebilmişler, yalnız tezyinatta büyük, iç bünyesinde de ufak tefek tadillere uğrayarak bugüne kadar ayakta kalmışlardır. Fatih’ten kalan diğer binaların bir kısmı ise çok daha büyük değişikliğe uğrayarak ya tamamen üst kısmını kaybetmiş ve zeminde temeller halinde görülmekte veya bazılarının duvarları zemine gömülü olarak bulunmaktadır. Bunlardan başka halen ayakta olup iç tezyinatını da kısmen muhafaza edebilmiş olanlar da vardır. Demek oluyor ki, bugün Topkapı Sarayı’nın tümünü oluşturan binalar 1465 yılından başlayarak Sultan Mecid’in 1855 tarihinde inşası biten Dolmabahçe Sarayı’na geçtiği tarihe kadar 390 yıl 25 Osmanlı sultanının hem ikametgah hem de devleti idare etmek için kullandıkları yer oluyor.
390 sene Topkapı Sarayı’nın 25 padişah tarafından iki maksat için kullanılmış olması bir bakıma yararlı, bir bakıma da zararlı olmuştur. Yararlı olmuştur: çünkü, Fatihten sonra gelen 24 padişahın her biri kendi sevk ve ihtiyaçlarına göre sarayda değişiklikler yapmaları, bazı binaları tamamen yıkıp yenilerini yaptırmaları, bazı binaları bölmeleri, bazı binaların ilaveler yapmaları ve böylelikle de 400 senelik devri kapsayan Osmanlı – Türk mimarisinin örneklerini kimi yrde yanyana, kimi yerde üstüste, kimi yerde de kucak kucağa vermelerine ve bir benzerine dünyanın hiçbir yerinde tesadüf edilmeyen bir mimari kolleksiyonun oluşmasına sebep teşkil etmiştir. Şimdi Osmanlı – Türk mimarisinin konstrüksiyon bakımından 400 senelik değişikliklerini Topkapı Sarayı’nda birarada görmek mümkündür.
Zararlı olması ise: Fatih’in yaptırmış olduğu bu saray, devrinin kuruluş hüviyetini büyük ölçüde kaybetmekle göstermiştir. Fatih bu sarayı yaptırırken İstanbul’un savunmasını sağlamak amacını birinci plana alarak bir kale hüviyetinde yaptırmış, fakat Sultan III. Murad’ın buraya bir harem dairesi yaptırarak Bayezid Sarayı’ndan bir kısım kadınlar nakletmesinden sonra, saray kale hüviyeti görünümünü kaybetmeye başlamış ve zamanla bugünkü hale gelmiştir.
Topkapı Sarayı binalarının iç süslemeleri: Nasıl ki, Topkapı Sarayı Müzesi binaları 390 senelik Türk – Osmanlı mimarisi özelliklerini bir arada toplayan eşsiz bir koleksiyon teşkil ediyorsa, bu binaların iç süslemeleri de devirlerini, süsleme değişiklikleri bakımından, 70 yıllık bir fazlalıkla, aynı şekilde temsil etmektedir.
Bilindiği gibi, Fatih’in İstanbul’u zaptından sonra Osmanlılarda tam olarak teşekkül eden saray hayatı, sanat tarihi açısından, çok değerli belgelerin oluşmasını sağlamış ve Türk zevk ve anlayışının yüzyıllar boyu gelişen değişik mimari görüş ve iç süslemelerinin nefis örneklerini vermiştir. Bugün bu örnekler, tıpkı bina konstrüksiyonunda olduğu gibi, toplu olarak en bol ve doyurucu bir şekilde Topkapı Sarayı’nda bulunmaktadır. Vakia ender olarak henüz zelzelelerin yıkamadığı, yangınların yakamadığı ve hoyrat ellerin katledemediği bazı yalı, köşk ve evlerde bu örneklerden bulmak mümkün ise de, bunların sadece bir devri temsil etmeleri, hiçbir zaman Topkapı Sarayı’nın devirleri temsil etme özelliği ile kıyaslanamaz. Dini mimarimizin bugün ayakta kalan muhteşem örneklerinin çok değerli dekorasyonu için de aynı şeyi söylemek mümkün. Bunların da pek çoğu, ya yapıldığı devrin özelliğini veya sonradan tamir görmüş ise, zamanının karakterini sınırlı bir şekilde yansıtmaktadır.
Topkapı Sarayı Müzesinde 400 senelik mimari değişiklikleri topluca bir arada görebilmek, sarayın harem daireleri kısmında mümkün olmaktadır. Burada Fatih devrinden ayakta kalmış bir şey yoktur. Ancak, o devirden kalma bazı bina temellerine tesadüf edilmektedir. Bunun dışında, bugün silah seksiyonu olarak kullanılan ve arka duvarı Harem Dairesinin Karaağalar Taşlığı’na bakan iç hazine binası ile, kitaplık olarak kullanılan Ağalar Camii, mutfakların bir kısmı, kısmen Bâb-ı Humayun (birinci kapı), büyük değişikliğe uğramış, ikinci ve üçüncü kapılar (Bâb-üs Selam ve Bâ-üs Saade) ve bazı kuleler Fatih’in yapıları arasındadır. Devrinin mimari özelliğini gösteren bu binalarda maalesef iç süslemeyi gösteren örnekler yoktur. Ancak Türk çinileri seksiyonu olarak kullanılan ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri binaları arasında kalmış, arka cephesi Gülhane Parkı’na bakan Çinili köşk bir ayrıcalık taşımaktadır. Fatih devri mimarisinin hem konstrüksiyon ve hem de hususiyle çını tezyinatı bakımından en canlı belgesi olarak ayakta durmaktadır. Ön cephedeki giriş kapısının etrafını ve içinde bazı odaların duvarlarını süsleyen mor renk zemin üzerine altın ay yıldızla dekore edilmiş üçgen ve altıgen çiniler XV. yüzyıl Türk çini sanatı hakkında inandırıcı birer belge niteliği taşımakla beraber, devrinin iç süslemeciliği hakkında da bir fikir vermektedir.
XVI. yüzyıl için Topkapı Sarayı’nda örnek pek boldur. Bu örnekleri Harem’in her tarafını dolaşmaya lüzum görmeden de birçok bölümlerinde görmek mümkündür. Örneğin: III. Murad Has Odası, kubbesinde malakâri nakışları, göğüslemelerdeki kalem işleri, duvarlarını kaplayan XVI. yüzyıl İznik çinilerinin en muhteşem örnekleri, kapı ve pencere kanatlarının sedef ve bağa kakma ve kaplama ile bezemeleri, vitrayları, kabartma mermerleriyle burası, bu asrın iç dekorasyonda Türk sanat ve zevkinin her çeşidini bir arada en zengin bir biçimde toplamış bölümüdür.
XVI. yüzyılın hu nevi dekoratif unsurlarını Harem’in daha başka birçok bölümlerinde de bulmak mümkün. III. Murad Has Odası’na bitişik fakat XVII. yüzyılın ilk başlarında yapıldığı sanılan iki bölümden ibaret Veliaht Dairesi ise; kubbeli ve beşik tavanlarındaki değişik klasik Türk motifleri ile süslü kompozisyonları, duvarlarını kaplayan XVII. yüzyıl selvili, çiçek buketi saksılı çini panoları, vitrayları, kapılarını bordürleyen ve pencere içlerinde selsebiller teşkil eden mermerlerin kabartma süsleri ziyaretçileri büyülemektedir. Bu kısmın süsleme unsurlarını da Harem’in daha birçok yerinde, ya parça parça veya topluca bulmak mümkündür.
Elbette bu tür dekorasyonu sarayın Harem dışındaki başka binaları ile, saray dışındaki bilhassa o yüzyıllar içinde yapılan dini mimari eserlerimizde de bol bol bulabilmekteyiz. Topkapı Sarayı’nın asıl değerini arttıran, yukarıda da söylediğimiz gibi, imparatorluğun yıkılışına kadar meydana gelen değişiklikleri bir arada toplamış olmasındandır. Bilindiği üzere, Osmanlı – Türk Devletinin Avrupa ile ilişkilerini arttırması, XVIII. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren başlamaktadır. Bu devirde Fransa’dan getirilen eşya ve Türkiye’yi ziyarete gelen Fransız ve İtalyan sanatkarlar, Türklerin zevk anlayışı üzerine etki yapmış, dekorasyonda eski klasik yolları bırakmalarına neden olmuştur. Avrupa’daki Rönesans hareketinden XVII. yüzyıl sonuna kadar uzak kalmış Türk sanatı, XVIII. Yüzyıldan itibaren bu etkiden kendini kurtaramamış ve klasik yoldan ilk ayrılma örneğini de III. Ahmed zamanında, sultanın 1719 tarihinde bizzat yaptırdığı sarayın üçüncü avlusundaki kütüphane dekorasyonu ile Harem’de yaptırdığı Yemiş Odası’nda vermiştir. Kütüphanenin kubbedeki malakari nakışları ile Harem’deki Yemiş Odası’nın tavan ve duvarlarındaki suluboya dekorasyon Türk klasik nakışıyla Avrupa nakışı arasında adeta bir köprü teşkil etmiştir. Burada kullanılan motifler ne Avrupa’nın barok, rokoko ve ampir devri motifleridir, ne de klasik Türk stilize motifleridir. Bunlar tamamen realist çiçek ve meyva motifleridir ki; Osmanlı – Türk tezyinatında eskiden kalına ile yeniye yaklaşmanın bir birleşme noktasını oluşturur.
Fakat III. Ahmed’ten sonra sarayda yapılan yeni tamir ve yeni inşaatta artık klasik Türk motiflerine tesadüf edilmediği gibi İznik çinilerine de rastlanmaz. Yüksek sanat özelliği olan İznik çinileri yerlerini Hollanda’nın Delf çinileri ile İtalya’dan getirilen sarı rengin hakim olduğu çinilere bırakmıştır.
Topkapı Sarayı Müzesi ve Başbakanlık Arşivleri’nde bulunan saray ile ilgili tamirat defterle rinde tespit ettiğimize göre, Sultan I. Mahmud’tan (1730 – 1754) ta Sultan Reşad’a kadar (1909 – 1918) 12 padişah tarafından sarayda yaptırılan tamirlerde Avrupa dekorasyonu, biraz da Türk hüviyetine bürünerek, klasik Türk tezyinatı yanında kullanılmıştır. Daha çok I. Mahmud’la III. Selim’e kadar olan zamanda yapılan tamirlerde dekoru bozulan yerler, barok üslubunda süslenmiştir. Bu üslup daha sonra yerini, çok daha süslü ve göz doldurucu görünen rokoko tarzına bırakmaya haşlamıştır.
Fransa’da barok üslubunun ardından gelen ampir üslup, bilhassa II. Mahmud zamanında, Türkiye’ de daha çok etkili olmaya haşlamış ve hu devirde yapılan birçok binalarda bu üslup da, diğer Avrupa üslupları gibi, tam Avrupai karakteriyle değil, biraz da Türkleşerek uygulanmıştır. Örneğin; Avrupa ampir üslubunda stilize edilmiş hayvan figürleri Türk ampir üslubunda görülmez. Ampir ve yabancı rönesans üslubu Abdülaziz saltanatına kadar devam eder. Hatta Topkapı Sarayı’nda da bu üslubun en güzel örneği Hırka-i Saadet Dairesi’nde II. Mahmud’un yaptırdığı mermer ocakta görülmektedir.
Şimdi sarayın eski dekorasyonu yanında Avrupa dekorasyonu ile de bezenmiş kısımlarını görelim ve ele ilk olarak haremdeki Valide Sultan hamamını alalım: Burada soyunma yerinin beşik tavanının duvarla birleştiği bordüründe barok tezyinatın beş ayrı devrine üstüste ve yanyana tesadüf edilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, beş ayrı zamanda tamir gören bu kısım bir evvelki tezyinatı kazımaya lüzum görülmeden üzerine yenisi, zamanının renk ve kompozisyon karakteri ile yapılmıştır. Saray müze olduktan sonra yapılan tamirlerde bunlar tespit edildi ve olduğu gibi muhafaza edilerek beş ayrı karakterdeki barok aynen saklandı.
XVI. yüzyıl sonu veya XVII. yüzyıl başında yapıldığı sanılan Hünkar Sofası, tam üç asırlık değişik dekorasyonu bir arada toplamıştır. Burada XVI. yüzyılın klasik kalem işi tezyinatının arslan göğüslemeleri dediğimiz kısımlarda en nefis örneklerini seyreden gözler biraz aşağı ve biraz yukarı kaydığında barok ve rokokonun değişik devirlerde yapılmış örnekleri ile karşılaşır. Yine aynı yerde XVII. yüzyıl İznik çinilerinin nefis örnekleri yanında Delf çinilerini görür. Burası Harem’in 300 yıllık iç dekorasyon değişikliklerini yanyana ve kucak kucağa sakladığı bir yeridir.
Bu örnekleri, yani 400 senelik değişik dekorasyonu bir arada gösteren o kadar çok misal var ki, bunları böyle bir tebliğ çerçevesi içine sığdırmaya olanak yok.
Harem’in, özellikle Valide Sultan Dairesi, III. Selim’in annesi Mihrişah Sultan’ın odası, Kadınefendi Dairesine giden yolun sol duvarı üzeri ve üçüncü kapının, ikinci avluya bakan yüzünün duvarının çatıya yakın yerlerinde ve sarayın daha başka binalarında suluboya ile yapılmış ve muhtemelen İstanbul’un o zamanki bazı semt manzaralarını canlandıran tablolar vardır. Bunlar da XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa resim sanatının Türkiye’ye etkisinin ürünleri olarak sarayda ayrı bir bezeme örneğidir 2.
Son olarak şunu da belirtmek isterim: Revan Köşkü, Hırka-i Saadet Dairesi sütunlu sofası, Hırka-i Saadet Dairesi Has Odası’nın kubbeleri o kadar acaip bir şekilde bezenmiş ki, buna bilhassa süsleme üslupları içinde herhangi bir isim bulmak mümkün olamıyor. Belirli olan husus şudur ki, Sultan Reşad veya biraz daha evvelki bir devirde yabancı ustaların buraları bezedikleri ve bezeme de kullandıkları floral, rumî, buluta benzetilen, hatta bazı yerlerde Selçuk geçmelerini andıran bozuk motiflerden yaptıkları, yine hiçbir karakter özelliği göstermeyen acayip kompozisyonlardır. Bu da, bu nevi bir süsleme tarzının Osmanlı Devleti’nin son zamanlarda saraylarında kullanılan bir dekorasyon belgesi olarak yaşamaktadır.
Objeler: Topkapı Sarayı Müzesi’nin çeşitli seksiyonlarını oluşturan objeler, dünyanın birçok büyük merkezlerinde olduğu gibi; maddi yönden, sanat yönünden ve miktarı bakımından ayrı ayrı değer ifade etmekle beraber, hu nitelikleriyle bir ayrıcalık taşıdıkları iddia edilemez. Hangi seksiyonun objesini alırsak alalım bir benzerini veya, tıpkı olmasa bile, ona yakın olanını başka bir müze ya da koleksiyonda bulmak mümkündür. Topkapı Sarayı Müzesi’nin objelerinin en orijinal özelliği, büyük bir kısmının Topkapı Sarayı ile veya Osmanlı tarihindeki bazı olaylarla ilgili hatıralara sahip olmasındandır ki, işte hu yönü ile başka bir müzede veya koleksiyonda benzerini bulmak mümkün değildir. Çünkü Topkapı Sarayı’ndaki objeler, ileride saray müze olur diye, toplanmamış; bazıları o devirde yaşanan hayatın günlük icap ve ihtiyacı için, bazıları da harp ganaimi ve hediyeler suretiyle saraya girmiştir. Bu bakımdan her obje az çok sarayın binaları ve sarayda yaşamış kişilerle ilişkili olarak bir anıya sahiptir. Halbuki genellikle müzeler, çeşitli yerlerden toplanmış eserlerle oluşmuştur ve bu eserlerin bulundukları bina ile ve o binada yaşanmış hayatla ilişkili bir anısı yoktur.
Yukarıdaki binalar, binalarının iç dekorasyonu ve objeleri hakkında yapmaya çalıştığımız tanımlamalar, Topkapı Sarayı Müzesi’nin ne karakterde bir müze olduğunu ortaya koymaktadır. Bu özelliklerinden ötürü Topkapı Sarayı Müzesi hakkında, dünyanın benzeri olmayan müzelerinden biri ve en orijinal olduğu hükmümüzü rahatlıkla verebiliriz sanırım.
Dipnotlar:
1 Büyük Atatürk’ün Topkapı Sarayı’nın müze oluşu ile ilgili bilgi için bak; Kemal Çığ, Türkiye’miz 50. yıl özel sayısı, Akbank 1973 Ekim.
2 Bu konuda daha geniş bilgi için bak.: Günsel Renda, Türk Resminde Manzara Geleneği Üzerine, Sanat – Edebiyat Dergisi, 1975,1. S. 36 – 49.

Kaynak: VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler, III. Cilt, ss 1743-1749, Kemal ÇIG