XVIII. Türk Tarih Kongresi Cilt VII

XVIII. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler ( VII.Cilt )

Hatıralar, Biyografiler, Otobiyografiler – Tarihçilik

Hazırlayanlar : Semiha NURDAN – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi :
Yayınlayan : Türk Tarih Kurumu
eISBN : 978-975-17-5118-8 (7.c) - 978-975-17-5111-9 (tk.)
Sayfa: 707
Konular : Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

“Türk ve Türkiye tarihini çağdaş, sosyal bilim anlayışıyla araştırmak ve yaymak; bu alandaki araştırmaları desteklemek ve toplumdaki tarih bilincini geliştirmek” misyonu çerçevesinde faaliyetlerini yürüten Türk Tarih Kurumu, milli bir tarihsel kimliğin oluşmasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Dünyayı hâkimiyeti altına alan küreselleşme süreci, köklü millî ve manevi değerleri olmayan veya bunları gereği gibi koruyamayan kültürleri yok ederek milletleri öz kültürlerinden uzaklaştırabilmektedir. Gerek dünyada gerekse bulunduğumuz coğrafyada yaşanan olaylara bakıldığında tarih ve millî kültür bilincine sahip, geçmişten ders çıkarmayı bilen milletlerin her türlü zorluğa karşı kendi varlıklarını korudukları görülecektir. Bu nedenle Türk Tarih Kurumunun insanlığa, tarihe ve geleceğe karşı görev ve sorumlulukları oldukça önemlidir. Bu bağlamda, Kurumumuzun görev ve sorumluluklarında biri de yeni buluşları ve bilimsel konuları tartışmak üzere toplantılar, kongreler düzenlemektir. Bu toplantı ve kongrelerin en önemlisi Türk Tarih Kongreleridir. Dünyada kendi alanında en saygın kongreler arasında yer alan Türk Tarih Kongreleri, Türk tarihi ile Türkiye tarihinin önemli olaylarının aydınlatılmasına büyük katkılar sağlamış, ülkeler ve insanlar arasındaki kültürel bağların kurulmasına ve geliştirilmesine de olumlu hizmetlerde bulunmuştur.

BİLDİRİLER - SEKSİYON XV ( HATIRALAR, BİYOGRAFİLER, OTOBİYOGRAFİLER )

Hassune Dagayyis yahut Hüseyin Mazhar Efendi: Trablus-Paris-Londra-İstanbul Hattında Bir Osmanlı Münevveri

Abdullah Erdem Taş

ORCID: 0000-0002-2680-7713

Sayfalar: 1-24

Hayatı Trablus’ta başlayıp İstanbul’da sona eren Hassune Dagayyis (Hüseyin Mazhar Efendi: 1792?-1836), Osmanlı Garp Ocaklarından Trablusgarp Eyaletini 124 yıl yöneten Karamanlı Ailesi’yle sıhriyet bağı bulunan Dagayyis Ailesi’nin bir ferdidir. Tacura medreselerinde (Trablusgarp) başladığı öğrenim hayatını 1813’ten sonra Paris’te devam ettirmiş; bir ara Londra’da bulunmuş ve bu süreçte Avrupa siyasi ve entelektüel çevrelerine girebilmeyi başarmış çok yönlü bir Osmanlı münevveridir. Diğer taraftan 1815 Viyana Kongresi sonrası Avrupa’da oluşan yeni dengelerin farkında olarak 1823’ten sonra Karamanlı Yusuf Paşa ve oğlu Ali Paşa dönemlerinde Trablusgarp’ın idaresinde görev almış; memleketinin ve Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını korumaya çalışmıştır. Özellikle 1830’da Fransızların Cezayir’i işgali ve sonrasında Osmanlı Devleti’nin Paris-Londra-İstanbul hattında yürüttüğü politik mücadelenin de merkezinde yer almıştır. Son olarak Sultan II. Mahmud’un (1808-1839) teveccühüne mazhar olarak Osmanlı Devleti’nin bahsi geçen politik mücadelesinin en önemli enstrümanlarından biri olan Le Moniteur Ottoman’ın (Fransızca Takvim-i Vekayi) editörlüğünü yürütmüş ve bu vazifeyi ifa ederken 1836 yılının sonlarında genç yaşta vefat etmiştir. Çok renkli bir şahsiyet olan Hassune Efendi, Tanzimat döneminde ortaya çıkan yeni tip Osmanlı devlet adamlarının öncülerinden biridir. Merkezden uzak bir eyalette doğmuş olması ve çok kısa bir süre İstanbul’da bulunup ansızın vefat etmesi dolayısıyla Hassune Efendi, ülkemiz tarihçi ve aydınlarının pek fazla dikkatini çekmemiştir. Avrupa akademik çevrelerinde ise büyük ölçüde tanınmaktadır. Bu tanınma bir taraftan Jeremy Bentham gibi politik düşünürlerle irtibatı; diğer taraftan da Trablus’ta trajik bir aşk hikayesiyle başlayıp İngilizlerle Fransızlar arasında siyasi-diplomatik bir rekabete dönüşen ve günümüze kadar da gizemini koruyan garip bir katl hadisesinin merkezinde yer almasıyla ilişkilidir. Bu tebliğde son dönem “Osmanlı” kavramının içerdiği bütün çağrışımları kıvam düzeyde temsil eden Hassune Efendi’nin biyografisi, yerli-yabancı kaynaklardan, arşiv belgelerinden istifade edilerek inşa edilmeye çalışılacaktır.

Hassuna Dagayyis (Hussain Madzhar Effendi: 1792?-1836), a talented intellectual and politician, was a member of Dagayyis Family. This family had a kinship relation with the Qaramanlis who ruled Tripolitania for 124 years. Although some scholars have not discovered Dagayyis’ significance yet, he was a unique individual among typical Ottoman statesmen that flourished during the Tanzimat era. The primary reason for Dagayyis’ absence in academic studies of Turkey might due to his birth in the remote province and his sudden death after having arrived in Istanbul. On the contrary, European scholars have been paid great attention to him. This is because he was a student of Jeremy Bentham (1748-1832) – an English philosopher and social reformer. Moreover, Dagayyis intervened in an unsolved crime which had turned into a political crisis between the British and the French governments. Dagayyis was a sophisticated Ottoman intellectual who pursued his education in the Tacura madrassas (Libya) and up to 1813. Then he moved to Paris, stayed in London for a short period of time. With this European experience he became a part of Western political and intellectual milieu. After The Congress of Vienna (1815) he meticulously observed changing political equilibrium in Europe. In 1823, he was assigned to an administrative position in Tripoli under the leaderships of Yusuf Pasha Qaramanli and his son Ali Pasha. During his official duty, Dagayyis was very sensitive and protective of his homeland and the Ottoman Empire as well. In the course of the French invasion of Algeria (1830) there was a political struggle between Paris, London and Istanbul; Dagayyis played a central role for the Empire. Sultan Mahmud II (1808-1839) praised him for his efforts. He had edited Le Moniteur Ottoman (The French version of Takvim-i Vekayi), a political instrument for the Ottomans, up to -his death in 1836. Hassune Dagayyis represented almost all aspects of the late “Osmanlı” concept. To this end, this paper investigates his biography together with his political and intellectual identities by using available primary and secondary sources.

Yahya b. Abdüllatif Kazvinî’nin Lübbü’t-Tevârîh’i

Adem Uzun

ORCID: 0000-0002-5029-3003

Sayfalar: 25-40

Emir Yahya b. Abdüllatif Hüseynî el-Kazvinî, Safevî Devleti (XVI- XVII. yy) dönemi tarihçilerindendir. Safevî Devleti, miladi 1501 ile 1736 yılları arasından Azerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hüküm sürmüş bir Türk devletidir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde kurulan Türk devletlerinden her biri, kendi değer ölçütlerinden hareketle halkı yönetmiş ve bu vesile ile çevresinde yaşayan toplumları hem idari, hem sosyo-kültürel ve de dini açıdan etkilemiştir. Mezhebi açıdan Şii inanışına sahip olan Safevî Devleti de bu açıdan dünya tarihine silinmez izler bırakmıştır. Çoğu kaynakta Mir Yahya b. Abdüllatif Kazvinî olarak yazılan Emir Yahya b. Abdüllatif Kazvinî, Safevî Devletinin ilk dönem tarihçilerindendir. 1481 yılında Kazvin’de doğan yazar, Safevî Devleti hükümdarının himayesinde kalmış ve Şah tarafından kendisine “Yahya-yı Masum” unvanı verilmiş ve tarihçi olarak şöhret kazanmıştır. Genel tarih kapsamında değerlendirilen ve tarihlerin özü anlamına gelen Lübbü’t-tevârîh adlı kitap, tarihçi Mir Yahya b. Abdüllatif Kazvinî’nin en önemli eseridir. Bu eser, dört bölümden oluşmuştur. Birinci bölüm Hazreti Muhammed ve masum imamlar (12 imam); İkinci bölüm İslâm öncesi İran padişahları; üçüncü bölüm İslâm sonrası hükümetler; dördüncü bölüm ise Safevîler hakkındadır. Eser, hem Türk tarihi ve hem de dünya tarihinden bilgiler içermektedir. İslâm öncesi tarihten başlayarak, kendi dönemine kadar ki tarihi olaylardan bilgiler bulunan eser, genel olarak dünya tarihi olarak adlandırılabilir. Burada verilen bilgiler hem dünya tarihine ve hem de o dönemdeki Türk devletlerinin birbirleriyle olan ilişkilerini anlamaya yardımcı olacağı gibi günümüze de ışık tutacaktır. Çünkü eser içerisinde Timurlar, Moğollar, Selçuklular, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Özbekler vb. birçok Türk gruplarla ilgili bölümler de bulunmaktadır. Ayrıca yazarın Safevî Devleti’nin kuruluş döneminde yaşamış olması da esere ehemmiyet atfetmektedir. Bu çalışma, hem Yahya b. Abdüllatif Kazvinî’den ve hem de Lübbü’t-tevârîh adlı eserden bilgiler içermektedir.

Emir Yahya b. Abdüllatif Hüseynî el-Kazvinî is one of the historians in the Safavid State period (XVI-XVII.c.). Safavid State is a Turkish state ruled in Azerbaijan, Iran, Armenia, Iraq, Afghanistan, Turkmenistan and Southeast Anatolia between the years (A.D.) 1501 and 1736. Each of the Turkish states established in various regions of the world has ruled the people according to their own values and hereby, it has affected both the administrative, socio-cultural and religious aspects of the communities living around it. Safavid State, which has the Shi’a belief in terms of sect, has left indelible marks on world history. Emir Yahya b. Abdüllatif Kazvinî, written as Mir Yahya b. Abdüllatif Kazvinî in many sources is one of the first period historians of the Safavid State. Born in Kazvin in 1481, the author was under the auspices of the ruler of the Safavid State and was awarded with “Yahya-yı Masum / Yahya the Innocent” degree by the Shah and became famous as a historian. The book Lübbü’t-tevârîh, which is evaluated within the scope of general history and which means the essence of the histories, is the most important work of historian Mir Yahya b. Abdüllatif Kazvinî. This work consists of four chapters. The first chapter is about Prophet Muhammad and the innocent imams (12 imams); The second chapter is about the pre-Islamic Iranian sultans; the third chapter is about the post-Islamic governments; the fourth chapter is about the Safavids. The work contains information from both Turkish history and world history. Beginning with pre-Islamic history and containing information from historical events until its time, the work can be called as world history in general. The information provided here will shed light on both the history of the world and the Turkish states of that period, as well as helping to understand their interrelationships. It will also flash on today. Because the work includes chapters related to many Turkish groups such as Timurids, Mongols, Seljuks, Akkoyunlu, Karakoyunlu and Uzbeks. In addition, the fact that the author lived during the foundation period of the Safavid State also attributes importance to the work. This work contains information from both Yahya b. Abdüllatif Kazvinî and Lübbü’ttevârîh.

Kültürel Miras Bağlamında Herevî’nin El-İşârât ilâ Ma‘rifeti’z-Ziyârât Adlı Eseri

Ali Özkan

ORCID: 0000-0002-0101-8160

Sayfalar: 41-62

Bu çalışmanın kapsamını; 12. yüzyıl sonu ile 13. yüzyıl başında yaşamış Ortaçağ seyyahı “Ebü’l-Hasan Ali b. Ebû Bekr el-Herevî’nin hem İslam dünyasında hem de bu dünyanın ötesinde yaptığı geziler sonucunda Arapça kaleme aldığı el-İşârât ilâ Ma‘rifeti’zZiyârât adlı eseri oluşturmaktadır. Olasılıkla 12. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştirdiği yolculukları, döneminin en ünlü kentlerini ve bölgelerini içermektedir. Seyahatleri Suriye, Filistin, Mısır, Kuzey Afrika ve Akdeniz adaları, Bizans İmparatorluğu yönetimindeki kentler, Irak, Hicaz yarımadası ve İran coğrafyalarını kapsar. Ünlü Arap biyografi yazarı Ibn Hallikan, Herevî’nin ölümünden sonra elde ettiği haklı şöhreti için “O çok sayıda yöre ziyaret etti, sık sık hacca gitti ve yolculukları ile yeryüzünü kapladı. Var olup ulaşılabilen ne deniz ne kara, ne orman ne de dağ kalmadı onun görmediği ve her gittiği yerde duvarların üzerine adını yazdı…” ifadelerini kullanır. Yakındoğu’da İslami yönetim altında bulunan bölgelerde bilhassa üzerinde durduğu mezarlık alanları, eserin ayrıcalıklı niteliğini oluşturmaktadır. Kent tanımını oluşturan çerçeve; yaşayan ve ticaretin döndüğü pazarlar, mesken alanları, sokaklar, surlar, ibadet mekânlarını içerdiği gibi aynı zamanda öte dünyaya göç etmiş sakinlerin defnedildikleri mezarları ile de oluşturmaktadır. Herevî de eserinde, ziyaretlerini gerçekleştirdiği kentlerde kendi yaşadığı döneme değin öte dünyaya göç etmiş kişilerin nerede defnedildiklerini aktarmıştır. Genel bir gezi metni olmanın ötesinde, tematik olarak bilhassa ziyaret yerlerini içeren özel bir rehber kitap görünümündedir. İslami kentlerde aktardığı bilgiler dışında Antik kültürel miras, Doğu Roma dünyasından gözlemleri eserin değerini artıran diğer unsurlardır. Herevî, Mısır piramitlerine ve Mısır’da bulunan diğer antik kalıntılara geniş yer vererek tanımlamalar yapmıştır. Bir İslam entelektüelinin Antik mirasa dair gerçekleştirdiği gözlemleri barındıran notları bu bakımdan oldukça kıymetlidir. Ancak modern çağın başında çözümlenebilmiş olan Mısır hiyeroglifleri, ortaçağdan modern çağa kadar pek çok ilgilinin bilgi birikimleri sonucunda tam anlamıyla anlaşılabilmiştir

The scope of this study is the Abu’l-Hasan Ali b. Abu Bakr al-Herevî, a medieval traveler who lived in the end of the 12th century and the beginning of the 13th century and the manuscript he wrote, “el-İşârât ilâ Ma’rifeti’z-Ziyârat”, as a result of his journeys both in the world of Islam and beyond this world. Most probably, the journeys he made in the second half of the 12th century include the most famous cities and regions of his time, such as Syria, Palestine, Egypt, North Africa and Mediterranean; the cities of the ruling Byzantine Empire, Iraq, Hijaz peninsula and Iranian peninsula. Famous Arabic biographer Ibn Hallikan, for his rightful reputation after Herevî’s death, claimed that “He visited many regions, often went to the pilgrimage and covered the earth with his journeys. There is no sea, no land, no forest, no mountain remained to be seen and signed by him.” The cemetery areas, which I particularly emphasize in the regions under Islamic rule in the Near East, constitute the privileged character of the work. The city includes markets, dwellings, streets, ramparts and places of worship where life and commerce prevail, as well as graves buried by residents who have passed to ‘the other world’ at the same time. In Herevî’s work, he tells where the people, who had passed to the other world, had been buried in the cities that he visited. Beyond being a general text of the trip, it is a special guide book that includes thematically, especially the places to visit. In addition to the information that he tells about Islamic cities, ancient cultural heritage is another element that enhances the value of his observations for the world of Eastern Rome. Herevî provide definitions for the Egyptian pyramids and other ancient remains in Egypt, giving a wide range of places. The notes of an Islamic intellectual that contain observations made about the ancient miracle are quite valuable in this respect. However, Egyptian hieroglyphics, which could be resolved at the beginning of the modern age, were fully perceived as a result of the knowledge of many people from the Middle Ages to the modern era

Sovyetler Dönemi Azerbaycan Yazarlarının Epistolar Eserlerinde Türkiye

Aygün Bağırlı

ORCID: 0000-0001-9887-7713

Sayfalar: 63-74

Uzun zaman ideolojik yasaklara, komünist diktatörlüğüne karşı bazen doğrudan, bazen de dolaylı yolla mücadele yapan Sovyet dönemi Azerbaycan şair ve yazarlarının Türkiye ile ilgili hatıraları, ziyaret ve görüşmeleri hakkındaki not ve yazıları günümüzde kıymetli evraklardır. Bu eserlerde olan bilgiler bize o dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve sosyo-kültürel durumu üzerine bilgiler aktarır, ayrıca sınırlarla ayrılan Türkiye ve Azerbaycan’ın birbirine olan manevi bağlılığını, sevgisini yansıtır. Azerbaycan’ın yazar ve şairlerinden olan Nigar Refibeyli, İsmail Şıhlı, Halil Rıza Ulutürk, Anar, Elçin`in ve başkalarının epistolyar örnekleri (mektupları) Sovyetler dönemi Türkiye-Azerbaycan kültürel ilişkilerinin en değerli kaynağı olarak kabul edilir. Sovyetler döneminde Türkiye – Azerbaycan kültürel ilişkilerini Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyo-kültürel hayatı üzerine izlenimleri, her iki millet arasındaki kardeşlik bağlarını yansıtan Azerbaycan yazarlarının epistolar eserleri incelendiğinde, bu eserlerde Sovyet ideolojisinin ve komünist diktatörlüğünün halkımıza karşı gerçekleştirdiği manevi ve kültürel yıkımlar ortaya çıkıyor. Azerbaycanlı yazarların gezi izlenimlerini, Türk aydınları ile yazışmalarını bir kitap, bir toplu halinde yayınlanmak XX. yüzyılın 60-80’li yıllarının Türkiye’sinin sosyokültürel durumunu anlatmak, aynı zamanda Azerbaycan-Türkiye arasındaki ilişkileri izlemek açısından önem arz ediyor.

The memories of the Azerbaijani poets and writers about Turkey, their travel scetches and notes on meetings in the Soviet era, which sometimes directly and sometimes indirectly struggled against the ideological forbiddance and prohibitions, the Communist dictatorship, are valuable documents for today. The information in these works reflects the socio-political and socio-cultural situation of the Turkish Republic at the time, and also the moral attachment and love of Turkey and Azerbaijan, which were forced to have borders between them. The samples of epistolary heritage of Azerbaijani writers and poets such as Nigar Rafibeyli, Khalil Rza Uluturk, Anar, Ismail Shikhli, Elchin can be considered as the most valuable source of Turkish-Azerbaijani cultural relations. While investigating the Turkish-Azerbaijani cultural relations, the views on the sociocultural life of the Republic of Turkey, the epistolary works of Azerbaijani writers, reflecting the fraternity ties between the two nations during the Soviet era, also moral and cultural repressions of the Soviet ideology and Communist dictatorship against our people are manifested in these works. The publication the trip impressions of Azerbaijani writers and their correspondence with Turkish intellectuals in the form of a book would be valuable and interesting from the point of view of studying Turkey’s socio-cultural status in 60-80s of the XX century and relations between Azerbaijan and Turkey/

Osmanlı Devleti’nde Karabağlı Tacahmedzadeler Ailesi

Bilal Dedeyev

ORCID: 0000-0001-5652-7811

Sayfalar: 75-84

Azerbaycan ile Osmanlı Devleti arasında 15. yüzyıldan başlayarak sosyo-kültürel ilişkilerin ortaya çıkmasında çok sayıda Azerbaycanlı ilim adamının yer aldığı bilinmektedir. Azerbaycan’dan Osmanlı ülkesine göç edenlerin sadece kendileri değil aynı zamanda aileleri de bu ilişkilerin kurulmasında mühim rol oynamışlardır. Bunlardan biri de aslen Karabağlı olan Tacahmedzadeler ailesidir. Konu ile ilgili bilgilerin alındığı yerler temelde Osmanlı kaynaklarıdır. 15. yüzyılın ikinci yarısında Karaman’a göç ederek yerleşen veburaların Osmanlı Devleti sınırlarına alınmasından sonra ise İstanbul’a taşınan Tacahmedzadeler ailesinin reisi aslen Karabağ’ın Berda nahiyesinden olan Taceddin Ahmed’dir. Temel kaynaklardan anlaşılan o ki, bu ailenin soyu Hz. Peygamber’in (s.a.s.) amcası Hz. Abbas’a (r.a) kadar dayanmaktadır. Onların Azerbaycan’a yerleşmesi ise 8. yüzyılın sonları veya 9. yüzyıln birinci yarısında Abbasiler Devleti (751-1258) zamanında olmuştur. Tacahmed mühtemelen 1453 yılından sonra Anadolu’ya hicret ederek Halveti ekabirinden Alaaddin Ali’den icazet aldıktan sonra Akşehir’e yerleşmiştir. Osmanlı kaynakları bu yüzden olsa gerek aileden olanları …ibn Tacahmed Akşehiri nisbesi ile takdim etmişlerdir. Osmanlı kaynakları Tacahmed’in evlatları hakkında da kısa bilgi vermektedir. Bunlardan en çok dikkati çeken Tacahmed’in büyük oğlu Mevlana Sadi (Sadeddin) Çelebi’dir. Kanuni Sultan Süleyman’ın da hocası olmuş Mevlana Hayreddin Efendi’den mülazım olduktan sonra bir çok yerde müderrislik ve Amasya’da müftülük görevinde bulunmuş olan Sadi Çelebi, birara Şehzade Mehmed’e de hocalık yapmıştır. En son Bursa Muradiye medresesi müderrisi iken h. 957 (1550/51) yılında vefat etmiştir. Kendisinden kısa süre sonra henüz 17 yaşında dünyasını deyişmiş bir kızının olduğu belirtilmektedir. KaynaklardaTacahmed’in diğer çocukları Abdullah (ö.970) ve Ubeydullah Efendiler (ö.973) ile Abdullah Efendi’nin oğulları olan Abbas (ö.1000) ve Mehmet adlarında iki torunu hakkında da ayrıca kısa bilgi verilmektedir.

It is known that starting from the 15th century many Azerbaijani scholars took part in the emergence of socio-cultural relations between Azerbaijan and Ottoman State. Not only those who migrated from Azerbaijan to the Ottoman state but also their family members played an important role in the establishment of those relations. One of them is the family of Tajahmedzades who is originally from Karabagh. The places where information about the subject is taken are mainly from the Ottoman sources. The head of the family of Tajahmedzades who settled in Karaman in the second half of the 15th century and moved to Istanbul after being taken to the borders of the Ottoman Empire was originally Taceddin Ahmed from Karabakh’s Berda district. It is understood from the basic sources that descendant of this family is linked to Hz.Abbas, the uncle of Prophet Muhammed. Their settlement in Azerbaijan was in the end of the 8th century or in the first half of the 9th century in the time of Abbasids (751-1258). Tacahmed migrated to Anatolia after 1453, and settled in Aksehir after he received an authorization from Alaaddin Ali from Halveti ekabir. Apperantly, therefore, Ottoman sources, introduce the family members as … ibn Tacahmed Akşehiri. The Ottoman sources also provide brief information about Tacahmed’s children. Mevlana Sadi (Sadeddin) Çelebi, the eldest son of Tacahmed, is the most noteworthy of these. After being under supervision of Mevlana Hayreddin Efendi who was a teacher of Kanuni Sultan Süleyman, Sadi Çelebi was appointed as head of medrese and later was in charge of mufti in Amasya. Besides, he was a teacher of Prince Mehmed. He died in 957 (1550/51) when he was a teacher at Bursa Muradiye Medrese. It is noted that he had daughter who died shortly after him when she was in 17 years old. The sources also give brief information about other children of Tajahmeddin such as Abdullah (n.970) and Ubeydullah Efendis (n.973) and Abdulla Efendis’ sons Abbas (n.1000), Mehmet.

Hollanda’nın Cezayir Konsolosu Thomas Hees’in Günlüğü

Mehmet Tütüncü

ORCID: 0000-0002-2856-9173

Sayfalar: 85-112

5 yıl kaldığı Cezayir’de bir günlük tutarak Cezayir’in günlük hayatı ve karşılaştığı kişileri hakkında ilginç notlar bırakır.Thomas Hees’in 2 Ekim 1675 yılında Hollanda’dan Cezayir sularına vardıkları sırada tutmaya başladığı günlük, dönemin sosyal, kültürel, siyasi yapısına, bilhassa Cezayir’in yerli halkının ve Türk idarecilerinin ve askerlerin yanı sıra orada bulunan Yahudilerin ve Hristiyanların günlük yaşamına ışık tutmaktadır. Bu bildirimizde, günlükte ismi geçen önemli kişilerin, yanısıra Cezayir’deki halkın ve ldventlerin hayatları hakkında başka kaynaklardan bilinmeyen bilgiler bulunmaktadır. Ayrcıa yabancı esirler ve Tüccarlar ve yerli halkla ilişkileri ve Cezayir’deki günlük yaşam hakkında verilen bilgiler değerlendirilecektir

The Dutch Consul in Algeria Thomas Hees has kept a diray between the years 1675- 1680. This diary is a rich source fort he Daily social life of Algeria. Which was known as a corsair province of Ottoman Empire. It gives information about the life of Multicultural society of Algiers with Turks and berber Muslims, Jews, Converts (renegados) Christian Slaves etc. In this communication we will give a translation of a part of this daily with some notes.

Macar Başbakanı István Friedrich’in Kaleminden Atatürk ve Yeni Türkiye

Melek Çolak

ORCID: 0000-0001-6037-1039

Sayfalar: 113-130

Millî Mücadele’nin sonra ermesinden sonra Cumhuriyet dönemi Türk-Macar ilişkileri 18 Aralık 1923 tarihinde imzalanan Türkiye Macaristan Dostluk Antlaşması ile başlatılmaktadır. Hâlbuki bu tarihin öncesinde yaklaşık bir yıl süren gayri resmi ve pek bilinmeyen görüşmeler bulunmaktadır. Bu görüşmelerde yer alan şahsiyetlerden biri István Friedrich’dir. (1883-1951). 1919 yılında Macaristan’da siyasi istikrarsızlık döneminde bir süre başbakanlık yapan Friedrich, Millî Mücadeleyi başarıya ulaştıran Mustafa Kemal Paşa’yı kazandığı zaferlerden dolayı Macar milleti adına tebrik ederek tören kılıcı sunmak üzere Türkiye’ye gelmiştir. (Mart 1923) Friedrich’in İzmir’de başlayan yolculuğu Manisa ve Uşak üzerinden Afyon’a kadar sürmüş, 23 Mart 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilerek tören kılıcını sunmuştur. Türkiye ile Macaristan arasında diplomatik ilişkilerin başlatılması için planlanan bu görüşmenin sonucunda resmi ilişkilerin temeli atılmıştır. Friedrich’in yeni kurulmakta olan bir ülke ve Atatürk hakkındaki izlenimleri Macaristan’a dönünce 14 Nisan- 6 Mayıs 1923 tarihli Nép (Halk) adlı gazetede yayımlanmıştır. Friedrich Millî Mücadelenin hemen bitiminde Anadolu’ya geldiği için, savaştan yeni çıkan bir milletin sosyo- ekonomik ve siyasi durumuna tanıklık etmiş, savaşın kalıntılarını bizzat gözlemlemiştir. O İzmir’de ekonomik meselelerle ilgili görüşmelerde bulunarak Anadolu’nun ekonomik potansiyelini değerlendirmiştir. Siyasi ve askerî açıdan ise İngiltere, Yunanistan, Fransa ve Türkiye ilişkisinin seyrini kaleme almıştır. Yunan bozgunu, İzmir yangını, askeri tatbikatlar, Ankara ve İstanbul Hükümetleri gibi pek çok konuda görüşlerini açıklamıştır. Friedrich’in hatıraları Atatürk ve Türkiye’yi bir yabancının gözü ile yorumlaması, bir döneme tanıklık etmesi ve Türkiye –Macaristan ilişkilerinin perde arkasını yansıtması açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada Friedrich’in Nép gazetesindeki hatıraları, Macar Milli Arşivi’nde (Magyar Országos Levéltár) bulunan bu dönemle ilgili belgeler, raporlar ve diğer Macarca kaynaklar incelenerek dönemin Türk-Macar ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmiştir.

After the end of the Independence War, the Turkish-Hungarian relationships in the Republic Era were initiated with the Turkish Hungarian Friendship Treaty signed on 18 December 1923. Yet, before this date, there had been unofficial and not much known negotiations nearly for a year. One of the figures involved in these negotiations was István Friedrich (1883-1951). Friedrich, who was in the office as the prime minister for a while during the political instability in 1919, came to Turkey to congratulate and present a procession sword to Mustafa Kemal, who had completed the National Struggle successfully (March, 1923). The journey of Friedrich starting from Izmir continued through Manisa and Uşak and ended in Afyon. He was accepted by Mustafa Kemal on 23 March 1923 and presented the procession sword. As a result of this meeting planned to start the political relationships between Turkey and Hungary, the foundation of the official relationships was laid. The impressions of Friedrich about a new country and its leader Ataturk were issued in a Hungarian newspaper called Nép (Folk) between the dates of 14 April and 6 May 1923 after he had came back to Hungary. As Friedrich came to Anatolia immediately after the end of the National Struggle, he was able to witness the socio-economic and political conditions of a nation that had just come out of war and observe the ruins of the war personally. He had some meetings to get information about economic issues in Izmir and evaluated the economic potential of Anatolia. He also penned the progress of political and military relationships between Turkey and England, Greece, French. He expressed his opinions about many issues such as the defeat of Greeks, Izmir fire, military exercises, Ankara and İstanbul governments. The memoirs of Friedrich are of great importance as they included the interpretation of Ataturk and Turkey from the eye of a foreigner, witnessed an era and reflected hidden sides of the issues involved in Turkish-Hungarian relationships. In the current study, the memoirs of Friedrich’ issued in the Nép newspaper were evaluated in light of the documents found in the Hungarian National Archive (Magyar Országos Levéltár) about this era, reports and some other Hungarian sources within the context of Turkish-Hungarian relationships.

Son Padişah Vahidettin’in İtalya’daki Hayatına Dair Bazı Notlar

Mevlüt Çelebi

ORCID: 0000-0001-8244-661X

Sayfalar: 131-150

Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yürütülen İstiklal Savaşı’nın zaferle sonuçlanması üzerine Mehmet Vahdettin, İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetlerinin Komutanı General Charles Harington’a 16 Kasım 1922’de bir mektup gönderdi. Bu mektupta;“İstanbul’da hayatını tehlikede gördüğünden İngiltere devletine iltica ve bir an evvel başka bir yere naklini isteyen” son Osmanlı padişahı, maiyetiyle birlikte 17 Kasım 1922 Cuma günü İstanbul’u terk etti. İstanbul’dan ayrılan Vahdettin, İngilizler tarafından Malta’ya götürüldü. Hicaz Kralı Hüseyin’in daveti üzerine eski sultan ve maiyeti, 5 Ocak 1923 günü Malta’dan ayrıldılar. Siyasi ve sağlık şartları nedeniyle Mekke’de uzun süre kalamayan eski sultan, İngiltere ile fikir birliğinde olarak İtalya’nın Sanremo kasabasına gitti. 20 Mayıs 1923’te vardığı Sanremo’da yaklaşık 3 yıl yaşayan Vahdettin, hayatını da 1926’da burada kaybetti. Vahdettin’in İtalya’daki hayatına dair bilgi veren çeşitli kaynaklarda pek çok yanlış ve eksik bilgiye rastlanmaktadır. Türkiye’de son yıllarda tarihe karşı ilginin arttığı gözlenmektedir. Bu, bir yönüyle sevindirici olmakla birlikte, özellikle iletişim araçlarının bilginin inanılmaz bir hızda yayılmasına yol açmasından ötürü, yanlış, yanıltılmış ve çarpıtılmış bilgilerin de geniş kitlelere ulaşmasına yol açmaktadır. Uzun yıllardır Türkİtalyan ilişkilerini araştıran ve çeşitli tarihlerde İtalya’da çalışmış bir akademisyen olarak, konu hakkında elimdeki malzemeyi, uygun görüldüğü takdirde, XVIII. Türk Tarih Kongresi’ne bildiri olarak sunmak istiyorum. Son Osmanlı padişahı Vahdettin, İtalya’da bulunduğu dönemde, İtalyan hükümetiyle ilişkide bulundu. İtalya Kralı Vittorio Emanuele III ve Başbakan Benito Mussolini ile iletişimde bulundu. İtalyan basını, ülkelerinde ikamet etmekte olan bir padişah hakkında çeşitli haberler verdi. Yeni Türk devleti de, Roma Büyükelçiliği ve Cenova Konsolosluğu aracılığıyla Vahdettin’in İtalya’daki hayatını ve faaliyetlerini yakından takip etti ve en yakınındakilerden istihbari bilgiler aldı. Bildirimizde, belirttiğimiz bu hususlar, İtalya Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Türkiye Cumhuriyeti Roma Büyükelçiliği Arşivi gibi birinci elden belgeler ve İtalyan basını ile diğer kaynaklar kullanılmak suretiyle incelenecektir

Alman Kaynaklarına Göre Enver Paşa

Necmettin Alkan

ORCID: 0000-0002-3762-2503

Sayfalar: 151-174

Alman kaynakları, Enver Paşa hakkında genel kanaat olarak olumlu görüşe sahipler. Paşayı kişi olarak “kendine güvenen”, “zeki”, “sempatik” ve “vatanperver” tasvir ediyorlar. Siyasî olarak Enver Paşa’nın Türk milliyetçisi olduğu hemen hemen her kaynakta geçiyor. Bazıları ise onun, bütün Türkleri bir şemsiye altında birleştirecek Turan devleti kurmak amacını taşıdığını dile getiriyorlar. Paşanın savaş süresince Almanya için Türkiye’deki “en güvenilir” ve “dost” kişi olduğunu da iddia ediyorlar. Enver Paşa’nın Almanya’yı tercih etmesinin nedeni olarak ise, “Alman sempatisi değil kendi devletinin ve milletinin menfaatlerini düşünmesi”ni zikrediyorlar.

Germany resources usually express positive opinions about Enver Pasha. They describe him as “self-confident”, “smart”, “sympathetic” and “patriotic”. They mention that he was a Turkish nationalist and he aimed to unite whole Turkish people under a single flag. The reason was to create a country which established according to PanTuranism ideas. They also argue that he was “the most reliable man” and “friend” for Germany. It is mentioned that the reason why he prefers Germany was “not a sympathy for Germany, whether it was the interest of his country and nation”.

Stalin Döneminde Kırgına Uğrayan Türkistanlı Önemli Bir Münevver Mağjan Jumabayev’in Hayat Yolu ve Sonuna Dair Tespitler

Sebahattin Şimşir

ORCID: 0000-0002-1911-445X

Sayfalar: 175-182

1917 Bolşevik devrimi sonrası Türkistan’a yerleşen Ruslar, kontrolü ele aldıktan sonra, önce bölgede hatırı sayılır, bilgili ve etkili isimleri göreve getirmişler daha sonra da bunları bir bahane bularak etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Şüphesiz Rusya coğrafyasındaki Türklerin makus tarih ve talihlerinde birçok acı olay olmakla birlikte 1930 – 1940 yılları arası anlatılamayacak kadar acı ve kanlı bir dönem olmuştur. Rus devletinin uyguladığı asimilasyon siyaseti ayrı bir husus, bu dönemde düşünen beyinlerin ortadan kaldırılması ayrı bir husustur. Adı geçen dönemde yüzbinlerce masum Türk, karşı devrimcilik, ajanlık ve milliyetçilik suçlaması ile ya sürgün, ya haps ya da kurşuna dizilmek şeklinde cezalandırılmışlardır. Bizim bu çalışmamızda ele alacağımız Mağjan Jumabayev’de hem devlet adamı, hem de düşünür olarak dikkat çekmiş ve bir müddet sonra sistem için tehlikeli görülerek önce cezaevine gönderilmiş, sonra da yok edilmiştir. Döneminin önemli düşünürü olan Jumabayev’in kaleme aldığı “Uzaktaki Kardeşime” adlı şiiri Çanakkale savaşı sonrasında Türkistan aydınlarının hissiyatını ortaya koyması bakımından da önemlidir. Yani, hem Türkistan Türklüğü hem de Anadolu Türklüğü açısından önemli olan bir şahsiyeti Kazak ve çok az da olsa Türk kaynakları açısından ele alacağız. Bu çalışma ile Kazakistan’da bağımsızlık sonrası hatırlanan ancak Türkiye Türklüğü açısından pek az bilenen bir şahsiyetin hayat yolu, mücadelesi ve sonuna dair tespitlerimizi ortaya koymaya çalışacağız

The Russians took over the control of Turkistan after they invaded the territory in 1917 afterward the Bolshevik Revolution, first they brought to task respectable, wise and effective names in territory but after some time they tried to deactivate those. Beyond doubt there have been a lot of painful and bloody occurrences for Turks in Russian territory, but the period between 1930-1940 was too gore and bloody to describe. The assimilation politics the Russia was performing is one subject, the elimination of enlightened and thinking people is a whole another subject. In the mentioned period thousands of innocent Turks were exiled, arrested or shot because of the accusations like counter-revolutionism, spying or nationalism. Magjan Jumabayes, on whom we are focusing in this study, attracted attention as both a statesman and a thinker and after a while he was considered dangerous for the system and then sent to prison, after he got exterminated. An important thinker of the period, Jumabayev’s poem ‘’ To My Brother Far Away’’, which was written after the Gallipoli battle was important for showing the feelings and thoughts of intellectuals from Turkistan on the issue. We will approach this person, who was important both for Turkistan Turkism and Anatolian Turkism, with the help of the mainly Kazakh sources and a few Turkish sources. With this study we will try to clarify the life, struggles and death of this person, who was remembered after the independence of Kazakhstan but not well-known about his importance for Turkish Turkism

Ali Bey Hüseynzade’nin Türkçülük İdeaları

Sevda Süleymanova

ORCID: 0000-0003-2720-0806

Sayfalar: 183-192

Azerbaycanda Türkçülüğün ve Turançılığın temelini koymuş, “Türk birliyi” fikrini bilimsel ve teorik olarak çalışmış Ali Bey Hüseynzade Türklerin dünya tarihi ve kültürünün gelişiminde oynadıkları olağanüstü mühim rolü iyi biliyordu ve bu geleneklerin ihyasına inanıyordı. O böyle hisap ediyordu ki, halkı herakata getirmek, özgürlük için mücadeleye kaldırmak için önce onu kendi nazarlarında yüceltmek gerekiyor. Yazılarında türklerin tarih boyu şanlı geleneklerini, zengin maneviyatını, kültürünü ve kahramanlığını terennüm eden Ali Bey Hüseynzade “Türkleşmek, islamlaşmak ve avrupalaşmak” prensipini ve “Müsavat” fırkasının en önde gelen sloganını ortaya koydu. Ve milli Azerbaycan bayrağının esasını oluşturmaya başlayan bu fikir kendinden önceki kültürel milliyetçiliğin bir ifadesi idi.Ulusal sosyal fikir tarihimizde ilk defa olarak açıkça “Hürriyet ve müsavat” sloganını ileri süren A.Hüseynzaden’in faaliyeti, yalnızca ait olduğu halkın değil, tüm Türk halklarının tarihinde büyük önem taşımaktadır. Ali Bey Hüseynzade 1904 yılında Mısırda yayımlanan “Türk” gazetesinde Türk birliği, hatta Pan-Turanizm ideyalarını ortaya atarak 1905 yılında Baküde yayınladığı “Hayat” gazetesinde yazdığı “Türkler kimdir ve kimlerden ibarettir?”, “Bize hangi bilimler gerekiyor?”, “Yazımız, dilimiz, birinci ilimiz” gibi makalelerle Türk milletinin ırk ve din itibariyle bir millet olduğunu, bir bir vahdet oluşturduğunu,, bu milletin çağdaş bilimlere sahip çıkarak modernleşmek mecburiyetinde olduğuna emin idi.

Ali Bey Huseynzade who had founded the Turkism and Turanism ideas in Azerbaijan and worked scientifically and theoretically on the idea of “Turkish Union”, was a professional on the extraordinary role that Turks played in the development of world history and culture. He was seeing that he had to praise him in his eyes before he could bring the people to battle, to fight for freedom. In his writings, Ali Bey Hüseynzade, who preoccupied the glorious traditions of history, wealthy spirituality, heritage and heroism of the Turks, revealed the principle of “Turkification, Islamization and Europeanization” and the most important slogan of “Musavat”. And this idea, which started to form the basis of the national Azerbaijani flag, was an expression of the previous cultural nationalism. The first time in our national social opinion history, the activity of A. Hüseynzade, who clearly advocates the slogan “Freedom and commendation”, was the great importance in the history of all Turkish peoples, not only the people he belongs to. Ali Bey Huseyinzade presented the Turkish Union, even Pan-Turanism, in the “Turkish” newspaper published in Egypt in 1904 and he wrote articles by name “Who are the Turks and who are they?”, “What science is necessary for us?” and “Writing, our language, our first city” in the “Hayat” newspaper published in Baku in 1905, He was convinced that this nation was obliged to modernize by contemporary science since it was a nation in terms of race and religion.

BİLDİRİLER - SEKSİYON XVI ( TARİHÇİLİK )

Orta Çağ Finans Tarihini Çalışmak Niçin Zordur?

Ahmet Nurullah Özdal

ORCID: 0000-0002-0161-8289

Sayfalar: 193-210

Her ne kadar sayılarla ilgileniyor gibi göründe de finans, insan davranışlarıyla alakadar olan iktisadın bir alt-koludur ve bu yönüyle matematiksel içeriğinin anlamlandırılabilir bir yapısı, ruhu vardır. Düşünülenin aksine Ortaçağ tarihi kaynaklarında para, fiyatlar, ücretler, kurlar, dalgalanmalar vs. hakkında her türlü analizi yapmaya yetecek miktarda sayısal veri bulunmaktadır. Bu karmaşık ve niceliksel açıdan zengin olan veri yığını, eğer dikkatlice tasnif edilebilirse Ortaçağ’a ait iktisadi bilinmezlik sorunsalı büyük ölçüde çözüme kavuşacaktır. Buna rağmen bu alanda araştırma yapmanın da kendine has bazı handikapları bulunur. Öncelikle elimizdeki verileri doğrudan resmi arşivlere değil de en fazla bu arşivlerden yararlandıklarını bildiğimiz bağımsız müelliflerden elde edebiliyoruz. Söz konusu Mısır olduğunda, Makrîzî gibi müelliflerin yaşamış olmaları, bu hususta araştırmacıların işlerini kolaylaştırır. Ancak örneğin Suriye’yi çalışmak daha zordur, çünkü sayısal dataları aktaran İbnü’l-Kâlânisî, Yunînî gibi tarihçilerin veri aktarımlarında dönemsel kopuklukların olduğu görülür. İbn Kesîr gibi genel tarih yazarlarının da kendi dönemlerindeki anormal fiyat dalgalanmalarını –insani nedenlerden ötürü– daha fazla dramatize ettikleri fark edilir. Böylelikle bu bölgede on yıllara yayılan bir finansal tablo ortaya koymak, kopukluklardan ötürü iyice zorlaşır. Bir diğer problem, ekonomik sistemi oluşturan çeşitli algoritmaların birbirleriyle olan bağlantılarında ve özellikle kriz zamanları bu bağlantıların bozulup karmaşıklaşmasıyla kendini gösterir. Paranın içerisindeki değerli metal oranı, dinar-dirhem paritesi, dönemsel hareketliliklere maruz kalan buğday ve et fiyatları, hatta kriz zamanlarında insanların altını stoklamaya ya da elden çıkararak gıda maddesine dönüştürmeye karar vermeleri süreci ayrı ayrı grafiklerle ifade edilebilseler de bunların hepsini ihtiva eden tek bir şema ortaya koymak cidden zorlaşır. Kahire, Şam, Musul, Bağdat gibi döneminin metropol şehirlerindeki fiyat dalgalanmalarına ait diyagramlar, tablolar ve grafiklerle desteklenecek olan bu bildirinin sunulmasıyla –bildiri başlığındaki olumsuz mananın hilafına olarak– Ortaçağ’da finans tarihi çalışmanın esasında heyecan verici ve sonuçları açısından da ödüllendirici olduğuna dikkatleri çekmek hedeflenmektedir

Although it seems to be interested in numbers, finance is a sub-branch of economics that is relevant to human behavior, and, from this point of view, there is a meaningful structure and soul of the mathematical content for it. Contrary to what is conceived, there were enough quantitative data on the money, prices, prices, currencies, fluctuations etc. in the Medieval historical sources to do any kind of analysis. This complex and quantitatively rich mass of data, if carefully categorized, would have a major solution to the problem of economic uncertainty of the Medieval. Despite this, there are some handicaps unique to this area of research. First of all, we do not get the data directly from official archives, but from the independent known authors who used these archives. Considering Egypt, for example, some authors such as Makrizi who lived in that period facilitates the work of researchers on this subject. However, for example, Syria is more difficult to study because it seems that there were periodic disruptions in the data transfer of historians such as Ibnu’l-Kâlânisî and Yunîni. It was also noticed that general history authors such as Ibn Kathir dramatized abnormal price fluctuations of their period – for human reasons – much more than how it really was. Thus, it was very difficult to establish a financial statement spread over this region for decades. Another problem manifests itself in the connection of the various algorithms that make up the economic system to each other, and, especially in times of crisis, when these connections become corrupted and complex. Although the process of changing the precious metal rate in the money, the dinar-dirhem parity, the wheat and meat prices exposed to periodic movements, or even in the crisis time when the people decide to convert gold into food items, either by stocking or removing gold, can be expressed in separate graphs, it becomes really hard to put them all into a single schema. This report, which will be supported by diagrams, tables and graphs of price fluctuations in metropolitan cities like Cairo, Damascus, Mosul and Baghdad, aims to draw attention to the fact that the study of financial history in the Medieval was exciting and rewarding in terms of results – as the dismissal of the negative connotation of the title of the report –

Kaç Çeşit Tarih Yazımı Vardır? Türkçe Metodoloji Ders Kitapları Üzerine Kısa Bir Tartışma

Ahmet Şimşek

ORCID: 0000-0003-3591-8180

Sayfalar: 211-224

İncelememiz üniversitede tarih bölümlerinde metodoloji derslerinde okutulan ders kitaplarına yöneliktir. Tarih metodolojisi; tarih disiplininde bir düşünüşün veya çalışmanın nasıl yapılacağını, teorik ve uygulamalı olarak bize gösterir. Tarih metodolojisi bilgi ve becerisi, bir tarihçinin temel düşünme, araştırma, veri toplama, verileri anlamlandırma, raporlaştırma süreçlerinin her bir aşamasında büyük önem taşır. Bu bağlamda Türkiye’de tarih bölümlerinin programlarında “Tarih Metodolojisi”, “Tarih Araştırma Yöntemleri”, “Tarihte Usul” gibi başlıklarla dersler okutulmaktadır. Bu derslerde kullanılan kitaplara bakıldığında ise Türkiye’deki sayılarının oldukça az olduğu söylenebilir. Bu çalışmada Türkiye’de yayınlanmış ve üniversitelerin tarih bölümlerinde metodoloji amaçlı derslerde kullanmakta olan ders kitaplarında, tarihyazım çeşitlerinin nasıl farklı işlendikleri incelenmiş ve bunun nedenleri üzerine kısa bir tartışma yapılmıştır. Çalışmada ilgili veri kaynakları tarama yöntemi ile elde edilmiştir. Ulaşılan ve belirlenen kaynak metinlerden elde edilen veriler doküman analizi ile çözümlenmiştir. Türkçe tarih metodolojisine ilişkin yayınlanmış bu kitapları incelediğimizde tarihyazım tarzlarına ilişkin genelde hikayeci (riyavetçi), öğretici (pragmatik), nedennasılcı (araştırmacı) üçlü tanımından yararlandıkları görülmüştür. Bu yaklaşımın Bernheim’in eserinden mülhem diğer kitaplarda yer aldığı görülmüştür. Bahsi geçen hikayeci (riyavetçi), öğretici (pragmatik), neden-nasılcı (araştırmacı) şeklindeki üçlü sınıflamanın etkili olduğu, bazı eklemelerle bunun sürdüğü farkedilmiştir. Sonuçta, Türkiye’de tarihçilik ve tarih metodolojisi üzerine yapılan az sayıdaki yayında benzer hataların varlığı, Türk tarihçiliğinin genelinde hakim olan “aktarmacı yaklaşımın” ne denli baskın olduğunu göstermesi bakımından da önemli görülebilir

In this study it is aimed at the textbooks taught in the methodology courses in the history departments of the universe. History methodology; theoretically and practically, how to think in the discipline of history or how to do the work. History methodology knowledge and skills are of great importance at every stage of a historian’s basic thinking, research, data collection, data interpretation, reporting processes. In this context, the history department programs in Turkey, “Methodology of History”, “History Research Methods”, “Procedur of History” with headlines such as courses are taught. When we look at the number of books used in these courses in Turkey it can be quite small. In this study, use in courses for which the methodology of the history department at the university, I examined how they handled different kinds of historiography and made a brief discussion on the reasons why in published in Turkey and textbooks. In the study, related data sources were obtained by screening method. The data obtained from the source texts that have been found and determined are analyzed by document analysis. When we examined these published Turkish methodology books on, it was seen that historians generally used the traditionists, pragmatic, causalist (researcher) triad definition of historiographical styles. This approach seems to have taken place in the other books of Bernheim’s work. It has been noticed that the traditionists, pragmatic, causalist (researcher) classification of the book is effective, and that it continues with some joints. In historiography and historical methodology on a small number of publications in Turkey, which dominates the whole Turkish historiography “the traditionists” can be seen.

Attila’yı İnşa Etmek: Türk Tarihçiliğinde Attila İmajı ve Karşıtlık Kurma Yöntemi

Can Tankut Esmen

ORCID: 0000-0002-1884-1276

Sayfalar: 225-240

Tarih, geçmişe bugünden bakıp, onu şimdide tekrar tekrar inşa etme faaliyeti demektir ve tarihin çok geniş bir ilgi alanı vardır. Bu genel geçer yargı Türk tarihi için de geçerlidir. Binlerce yıla ve engin bir coğrafyaya yayılmış olan bu tarihin önemli parçalarından bir tanesi de Avrupa Hun Devleti ve Attila’dır. Attila, akademik ya da popüler olan pek çok tarihi metinde konu edilmiştir. Bu minvalde, tarihçilerin ortaya koyduğu güçlü bir Attila imajının varlığından söz edilebilir. Bu çalışmada, Attila imajı inşa edilirken anlatının hangi unsurlar üzerine bina edildiği problem edinilecektir. Büyük bir asker ve devlet adamı olma vasıfları bir yana bırakılacak olursa tarihçilerin kullandığı karşıtlık kurma ve Attila’yı ötekisi ile çatıştırarak betimleme ve anlatma yönteminin belirgin bir şekilde tercih edildiği gözlemlenebilmektedir. Tercih edilen bu yöntem ile Attila imajının hatları keskinleştirilir. Attila imajı, bu noktada, iki ana karakter ile çatıştırılır. Bunlardan ilki ağabeyi Bleda’dır ki söylem alt metinde bize ‘Attila gibi olmakBleda gibi olmamak’ kaidesini fısıldar. Attila imajını besleyen ikinci çatışma ise, Romalı General Aetius ile olandır. Genellikle asker Attila’nın kurgulanmasında vazife almaktadır.

History is to refer to the activities of looking back over the past and building it over and over again in present and it has a wide range of interests. This general sentence also applies to Turkish historiography. One of the important parts of this history, which has spread to thousands of years and a vast geography, is the European Hun State and Attila. Attila has been the subject of many academic and popular historical texts. In this way, it can be said that the presence of a strong Attila image revealed by historians. In this study, when the image of Attila is constructed, the problem will be solved on which elements the narrative is built. It can be observed that if the characteristics of being a great soldier and a statesman are to be left aside, the method of describing and telling Attila, which conflicts with the other, is obviously preferred by the opposition of the historians. With this preferred method, the lines of the Attila image are sharpened. At this point, Attila’s image is collided with two main characters. First of them is his older brother Bleda, and in the sub-text of the discourse, texts whisper to us ‘to be like Attila-not to be like Bleda’. The second conflict that feeds Attila’s image is with the Roman General Aetius that is generally tasked constructing soldier Attila

İdeolojik Düşüncenin Tarih Bilimine Olan Etkisinin Kırgızistan’daki Kaynaklar Işığında İncelenmesi

Ceenbek Alimbayev

ORCID: 0000-0002-8382-2995

Sayfalar: 241-252

Günümüz Kırgızistan Tarih Bilimi, 1917-1990 yıllar arasında Sovyet ideolojisinin Marksizm–Leninizm Teorisinin baskısı altında kalmıştır. Yukarıda gösterilen süreci birkaç basamağa ayırmak mümkündür. İlk başta 1917-1920 yıllarında Sovyet Tarih bilimi bağımsız şekilde hayatını sürdürmüştür. 1920-1930 yıllarını ise, Sovyet Tarih yazıcılığında Marksizm-Leninizm oluştuğu dönem olarak kabul etmek gerekir. 1930-40 yılları arasındaki devri Sosyalist partinin ideolojik sistemine baş eğdiği devir olarak kabul etmek gerekir. Böylece tarih ile ilgili eserlerde “sınıf”, ‘sınıflar arası mücadele’, ‘feodal-burjuva unsurları’, ‘manaplara karşı mücadele’ gibi bilimsel sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bununla beraber her milletin (Sovyetlerdeki) gelişme özelliği, kimliği, hayat tarzı, sosyal özellikleri hiçbir zaman önemsenmemiştir. Tarih Bilimini araştırma ve yazma süreci iki basamakta: parti ve sivil tarihini araştırma şeklinde sürdü. Her Sovyet Cumhuriyetinde oluşan parti enstitüleri, MarksizmLeninizm okulları sivil tarihin gelişmesinde ideolojik yönden yol gösterici rolünü aldı. Buna rağmen sivil tarih araştırma metodolojisi, tarih yazıcılığı ve araştırma değerleri korunmuştur. Bunu Sovyet tarih yazıcılığındaki başarı olarak kabul etmek mümkündür. 1950-1960 yıllar arası Tarih Biliminde Tenkidin güç aldığı, ideolojik kontrolün azaldığı süreçtir. 1960-1980 yıllar arası Tarih Bilimi Devlet ideolojisinin güç aldığı Tarihi kavramları ideolojinin talep ettiği şekilde ortaya çıkarmaya başlamıştır. İdeolojik konjonktüre göre, Tarih araştırmalarında “Halk dostluğu” “Ulu Rus Halkı” “Sonsuz Dostluk” gibi sloganlar ağır basmıştır. A. Hasanov, B.Ploskih,B.Camgırçinov, T.Aytbaev gibi bilim adamlarının kaleme aldıkları eserlerinde XVIII-XIX yy. Hokand Hanlığı Rusya İmparatorluğu tarafından işgali ve milli mücadelelerikonularında devlet ideolojisinin tesirinden uzak duramamışlardır. 1960-80 yıllar arası Tarih Bilimi devlet ideolojisinin güç aldığı dönemdir. Tebliğde Kırgızistan tarih yazıcılığında devlet ideolojisinin etkisi üzerinde durulacaktır. 1917-1990 yıllar arasında Tarih Bilimine Sovyet ideolojisi nasıl tesir ettiği kronolojik olarak ele alınacaktır

Timurlu Tarihçilerini Yanıltan İki Kaynak Üzerine Bir İnceleme: İbn Arabşah ve Mignanelli

Cüneyt Kanat

ORCID: 0000-0003-3355-5347

Sayfalar: 253-264

Timurlu tarihinin kaynaklarından olan İbn Arabşah’ın “Acâib el-Makdûr” ve Bertrando de Mignanelli’nin “Vita Tamerlani-Ruina Damasci” adlı eserlerinde aktarılan bilgiler, bu bilgileri sorgulamadan doğru kabul eden başta Wilhelm Barthold olmak üzere onu takip eden bazı tarihçileri pek çok yanılgıya sevk etmiştir. Bu durum ise Timur ile ilgili olarak tarihçilik bakımından bazı yanlışların yapılmasına yol açmıştır. Bu bildiride, Edward Hallet Carr’ın işaret ettiği düstur çerçevesinde tarihçinin sosyal çevresi ve içinde bulunduğu şartların değerlendirilmesi başta olmak üzere, tarihsel ve psikolojik tenkit aygıtları dikkate alınarak, yukarıda adı geçen iki tarihçinin Timur ile ilgili aktardığı bazı yanlış bilgilerin ortaya çıkmasında belirleyici olan sebepler tespit edilmeye çalışılarak seçilmiş örnek olaylar üzerinden konuya açıklık getirilecektir.

The data obtained from “Aja’ib al-Maqdur” of Ibn Arabshah and “Vita Tamerlani – Ruina Damasci” of Bertrando de Mignanelli, which are works from the sources of Timurid history have led many historians to misconceptions, especially Wilhelm Barthold who has accepted correctly these informations without probing in detail and, the others who has followed him. Therefore it has led to be made some mistakes about Timur in terms of historiography. This study aims to detect the causes which are determinative on occurrence of some misinformations that two historians mentioned above has transmitted about Timur, and to shed on light the issue through selected precedents. And in this process, it will be taken into consideration firstly both milieu and environmental conditions of historian and also historical and psychological elements of criticism within the frame of principle which Edward Hallet Carr indicates.

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin Türkiye ile İlişkileri İran Tarihçiliğinde (1918-1921 yılları)

Eynulla Medetli

Sayfalar: 265-280

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti (1918-1920), onun dış politika faaliyeti, özellikle Türkiye ile ilişkileri, aynı zamanda Osmanlı Türkiyesi’nin, ondan sonra ise Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Azerbaycan politikası konusu, yaklaşık yüz yıldır İran tarihçiliğinde, bilimsel, siyasal nitelikli araştırmalarda, basın sayfalarında yer alan yazılarda tartışma konusuna dönüşerek farklı yönlerden değerlendirilmekdedir. Bu tür bilimsel olmayan araştırmalara dolayı bir göz atarsak, Türk karşıtı, Azerbaycan karşıtı propagandalarda İran’daki bazı tarihçilerin, aynı zamanda Azerbaycan kökenli araştırmacıların daha fazla çaba sarf ettiğinin şahidi oluruz. Bu propagandalarda geçen yüzyılın birinci yarısında Tebrizli Ahmed Kesrevi, öncü rol oynamıştır, bazı tarihçiler de bu yolla giderek tarihi sahteleştirmişlerdir. Böylece, Türk tarihi ve Azerbaycan konusunda İran’da zaman zaman zararlı bir okul geliştirilmiştir. Bu konu, önemli bir tarihi dönemi kapsadığı ve çok geniş olduğu için takdim edilen makalede sadece son yıllarda dikkati daha fazla çeken birkaç eserden bahsedilecek ve onların bilimsel eleştirisi yapılacaktır

Azerbaijan Democratic Republic (1918-1920), its foreign policy activities, its relations with Turkey, as well as with Ottoman Turkey and subject of Azerbaijan policy of the Government of the Grand National Assembly of Turkey under the leadership of Mustafa Kemal Ataturk are assessed in various aspects becoming a subject of discussion in the the Iranian historiography, scientific, political researches and publicistic articles published in the pages of press for a hundred year. If we look through these kinds of non-scientific researches at the anti-Turkish and anti-Azerbaijani propaganda, we witness that a number of historians including the researchers of origin of Azerbaijan in Iran are more and more zealous. At these propoganda campaigns, Tabriz Ahmed Kasravi has played a leading role in the first half of the last century, a number of historians have distorted the history going this way. Thus, a malicious school has been formed in Iran from time to time at the issue of Turkish history and Azerbaijan. The article studies several works that attracted more attention in recent years, provides the scientific analysis of these works, as this subject is very vast and covers the important historical stage in the article presented.

XIX. Yüzyıl Balkan Şehir Tarihi Araştırmaları İçin Bir Kaynak Olarak “Bilad-ı Metruke Sicilleri”

Fatih Çil

ORCID: 0000-0002-5463-4258

Sayfalar: 281-298

Kadılar tarafından tutuldukları için kadı sicilleri de denen Şeriyye Sicilleri Osmanlı tarihi çalışmalarının en önemli ve en teferruatlı bilgiler içeren kaynakları arasındadır. Kadı bugün olduğu gibi sadece yargıç değil, aynı zamanda bulunduğu yerin en üst düzey yöneticilerinden biri olarak idari ve beledi görevleri olan, nerede ise bütün sosyal hayatı düzenleyen vakıflarla ilgilenen bir yetkilidir. Onun görev ve yetki alanlarının genişliği hesaba katıldığında şeriyye sicillerinin içeriğinin uzanabileceği sınırları anlamak kolaylaşacaktır. Sadece Türk tarihine değil, ait oldukları bölgeler itibarıyla düşünüldüğünde insanlık tarihinin yazımına da katkıda bulunabilecek olan siciller, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan milletlerin çeşitli özelliklerini ortaya koyacak kıymetli arşiv belgelerindendirler. Devlet-toplum ilişkilerinin örneklerini, askeri, sosyal, iktisadi, ticari, tarımsal, mimari, kültürel ve folklor gibi konularda şehirlerin günlük hayatını aksettirmesi bakımından da şeriyye sicilleri büyük önem arz etmektedir. Bu bakımdan, şehir tarihçiliği çalışmalarının ana kaynaklarından olan şeriyye sicilleri, devlet merkezine veya vakanüvis tarihlerine yansıyan bilgilerin dışında, boşluğu çeşitli kaynaklarla doldurulamayacak bilgileri de içermektedir. Bu çalışmada, Balkan Şehir Tarihi araştırmalarında önemli kaynak olan İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivinde Bilad-ı Metruke Mahkemesi adı altında kayıtlı olan Varna (1834-1878), Köstence (1855-1878), Hırsova (1865-1878), Balçık (1876-1878), Hezargrad (1871-1877) ve Menkalya (1874- 1876) şehirlerine ait şeriye sicillerinin envanter ve kataloglarının tespiti ve defterlerin fiziksel özellikleri, içerdikleri belge sayıları, dönemsel olarak merkez taşra ilişkileri bağlamındaki yansımalar üzerinde durulacaktır. Her bir defterin etraflı şekilde tanıtımı yapılacak ve bundan sonraki süreçte yapılacak araştırmalarda yol gösterici olması hedeflenmektedir. Bilad-ı Metruke Defter serisi içerisinde yer alan defterlerin tarihlerine bakıldığında 1834 ila 1878 arasına isabet ettiği ve bu tarih aralığında yoğunlaştığı görülmektedir. Bu tarih aralığı Tanzimat ve Islahat Fermanlarının ilan edildiği dönemi ve taşradaki yansımalarını içermektedir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan çekiliş sürecine dair bilgiler bu defterlerde yer bulmuştur. Bu defterler bize dönemin sosyal-iktisadi tarihiyle ilgili kıymetli bilgiler sunmaktadır. Bilad-ı Metruke adı altında İstanbul Müftülüğü arşivinde Balkanlardaki muhtelif yerleşim yerlerine ait 36 adet defter mevcuttur

The Judicial Registers (Şer’iyye Sicilleri), also known as qadi registers because they were kept by qadis, are one of the most important and most detailed sources of Ottoman historical studies. Qadi was not only a judge, but also an executive and municipal officer, one of the top executives at the same time, as well as a founder who was in charge of vaqfs which organize all areas of social life. When the breadth of his duties and powers is taken into consideration, it will be easier to understand the limits to which the content of the Judicial Registers can extend. The registers could contribute to the writing of not only Turkish history, but also human history in terms of the territories they belong to. Therefore, they are valuable archival documents that will reveal various characteristics of the nations living within the borders of the Ottoman State. The Judicial Registers are also very important because they reflect the examples of state-society relations, as well as the everyday life in cities in military, social, economic, commercial, agricultural, architectural, cultural and folkloric issues. In this respect, they are the main sources of urban history studies, containing information that cannot be filled with other sources, in addition to the information reflected in the state center or the history by chroniclers. This study aims to deal with the Judicial Registers belonging to Varna (1834-1878), Köstence (1855-1878), Hırsova (1865-1878), Balçık (1876-1878), Hezargrad (1871-1877) and Menkalya (1874- 1876), which are recorded under Bilad-ı Metruke Mahkemesi (Court) within the Meşihat Archives of Istanbul Mufti’s Office, an important source in Balkan urban history research. The study includes the identification of inventory and catalogs of the Judicial Registers, their physical characteristics, the number of documents they contain, and the reflections in the context of periodical center-periphery relations. Each registry (defter) will be introduced in detail. It is thought that our study will shed light on further research. The dates of registries within Bilad-ı Metruke defter series mainly correspond to between 1834 and 1878. This date range includes the periods of Tanzimat and Islahat Fermans, and their reflections in rural areas. Information on the Ottoman State’s withdrawal from the Balkans is found in these registers. They provide valuable information about the social-economic history of the period. There are 36 registries belonging to various settlements in the Balkans under Bilad-ı Metruke in the Istanbul Mufti’s Archive

 

Memlûk Devleti’nde Veraset Usûlü Yok Mudur?

Fatma Akkuş Yiğit

ORCID: 0000-0001-9499-7400

Sayfalar: 299-316

“Memlûk Devleti’nde veraset usulü yoktur” kanısı, Memlûk Devleti hakkında çalışan tarihçilerin sıklıkla kullandıkları bir cümledir. Devrin kaynaklarında konuya ilişkin doğrudan bir açıklamaya rastlanmasa da bu devletin memlûk asıllı olmasına dayanılarak hanedan sahibi olmadıkları ve dolayısıyla verasetin de olmadığı fikri, çağdaş yazarların çalışmalarında vurgulanmaktadır. Bu fikir Türk tarihçileri arasında da benimsenmiş ve genel bir kanı haline gelmiştir. Memlûk sultanlarının biyografilerine bakıldığında onların kim oldukları sorusu veya sultanların kendilerinden sonra kimin sultan olacağı konusundaki istekleri, çoğu zaman bizi kan bağına veya sıhri bağa götürmektedir. Bazı sultanlar bunu başarmış, hatta kendilerinden sonra bir hanedan dahi oluşmuştur. Mesela “Sultan Kalavun hanedanı” olarak tabir edilen dönem, her ne kadar tarihçiler tarafından istisna bir dönem olarak kabul edilse de 267 yıllık Memlûk tarihinin yaklaşık yüz yıllık uzun bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bunun dışında hemen hemen bütün sultanlar kendilerinden sonra oğullarının sultan olması için çaba göstermişlerdir. Sultan Baybars’tan sonra oğulları Berke, Hızır ve Sülemiş tahta oturmuşlardır. Sülemiş’ten sonra Kalavun tahta çıkmış ve daha tahtta iken oğlu Ali için biat almış ancak Ali’nin babasının sağlığında ölümü üzerine diğer oğlu el-Eşref Halil tahta çıkmıştır. Ondan sonra da kardeşi en-Nâsır Muhammed fasılalarla 45 yıl, onun oğulları ve torunları da 41 yıl boyunca aralıksız Memlûk tahtında kalmışlardır. Diğer Memlûk sultanlarının da veliaht tayin ettiklerine dair daha pek çok örnek vardır. Bütün bunların tamamen tesadüfi olduğunu ifade etmek zor görünmektedir. Bununla birlikte veraset usulünün yerleştiğini söylemek de mümkün değildir. Ancak burada önemli olan mesele, sultanların zihinlerinde bu tefekkürün olduğu ve kan bağı ve evlilik yoluyla edinilen akrabalık ilişkilerinin tahta giden yolda oldukça önemli rol oynadığının ortaya çıkarılmasıdır. Bu bildiride Memlûk sultanların kimler olduğu bir tablo şeklinde ortaya konulacak ve baba-oğul; baba-oğul-torun sultanlar ile halef-selef sultanların akrabalık bağları incelenerek Memlûk Devleti’nde veraset usulünün olup olmadığı ve ne derece etkin olduğu sorusuna cevap aranacaktır.

Eski Mezopotamya’nın Sakatlık Tarihini Yazmak Mümkün Mü? Kaynaklar, Sınırlar ve Tespitler

Gökhan Kağnıcı

ORCID: 0000-0002-8357-6624

Sayfalar: 317-326

Bu çalışma Eski Mezopotamya toplumlarında insanların ne tür sakatlıklarla karşı karşıya kaldıklarını, bu sakatlıklara neyin ya da nelerin yol açtığına ve Mezopotamyalıların bu sakatlıkların üstesinden nasıl geldiklerine odaklanmıştır. Ayrıca sakat insanların toplumda kendilerine nasıl yer buldukları ve toplumun bu sakat insanlara nasıl baktığı da bu çalışmanın açıklık kazandırmaya çalıştığı hususlardır. Böylece sakatlığın ve dolayısıyla sakat insanların toplumsal ve kültürel ilişkileri belirlenmeye çalışılmıştır. Diğer taraftan sakatlıklarla ilgili ifadelerin siyasal ya da ideolojik, dinsel ve edebi söylem biçimleri açısından çivi yazılı metinlerde nasıl kullanılmış ve bu söylemleri nasıl biçimlendirmiş olabileceği üzerinde durulmuştur. Zira insanlardaki sakatlıklara göndermede bulunan ifadelerin aktarılış biçimleri sakatlığın sosyo-ekonomik, siyasal, dinsel ve kültürel inşasına dair tespitler açısından oldukça önemli gözükmektedir

This study focuses on what kinds of disabilities existed in the ancient Mesopotamian societies, what were the motives behind these disabilities, and how the Mesopotamians coped with them. Some other additional issues that this study tried to shed light on are how these disabled individuals found a place for themselves within the society and what was the perspective of the society towards them. Thus, societal and cultural relations of disabled individuals and disability were tried to be determined. On the other hand, the study focused on how the statements related with disability were used in cuneiform scripts with regards to political or ideological, religious and literary aspects. Accordingly, interpretation styles of the statements attributed to the disabilities of the individuals seemed to be vital for the determinations about the socio-economic, political, religious, and cultural structures of disability.

Sovyet İdeolojisi Yerleşmeden Önce Kazak Tarih Yazıcılığı

Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun

ORCID: 0000-0003-3945-7238

Sayfalar: 327-338

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde tarih yazımının, sosyalist ideolojiye göre yazıldığı ve sansür kurulundan onaylatılarak yayımlandığı bilinen bir gerçektir. Sosyalist doktrin ve sistemin tesis edilmesi ve devam ettirilebilmesi bakımından ülkede tarih ve tarih yazımına oldukça büyük önem atfedilmekteydi. Türkistan’daki Türk Cumhuriyetlerinde tarih yazımının önemi ise bu sebeplerden ötürü artmaktaydı. Öte yandan, Cedit hareketi ile başlayan sürecin devamı olarak eğitim almış önemli bir aydın zümresi Türkistan’da da oluşmuştu. Böylece Kazak bozkırlarından çok sayıda Kazak gençleri nitelikli eğitim almış, Kazak tarihini kendileri kaleme almaya başlamışlardı. 1920’lerde Türkistan’da Sovyet iktidarı tesis edilmeye başladıysa da henüz bütün alanlarda tam hakimiyet sağlanamamış, Sovyet ideolojisi açısından yazılan tarih kitapları henüz yayımlanmamıştı. 1924 yılında Koşke Kemengerulı’nın “Kazak Tarihi’nden” adlı eseri Moskova’daki Künşığıs matbaasında yayımlanmıştır. Matbaanın idarecisi başka bir Kazak aydını Nezir Törekulov idi. Sovyet döneminde Kazak tarihini ilk yazan Kazaklardan bir diğeri olan Sancar Aspendiyarov, 1935 yılında Kazakstan tarihının oçerkteri (Kazakistan Tarihi Notları) adlı eserini yayımlamıştır. Kazak tarihinin dönüm noktalarının birini oluşturan Kenesarı Kasımulı ayaklanması üzerine tez hazırlayan Kazak aydınlarından biri de Eltok Dilmuhamedov’dur. Dilmuhamedov, Vosstanie kazahov pod rukovodstvom Kenesarı Kasımova v 1837-1847 gg. (Kazakların 1837-1847 yıllarında Kenesarı Kasımov Önderliğindeki İsyanı) adlı tezini, 1946 yılında Taşkent’te savunmuştur. Kazak tarihçileri tarafından yazılan ilk profesyonel çalışmalardan biri, Ermuhan Bekmahanov’a aittir. Bekmahanov’un 1947 yılında yayımlanan 19. Yüzyılın 20’li-40’lı Yıllarında Kazakistan adlı kitabında, Kazak tarihi dönemin bilimsel araştırma metotlarına uygun olarak kaleme alınmıştır. Kazak tarihini yazan Kazak aydınları, Stalin döneminde soruşturma ve kovuşturmaya maruz kalmış, birçoğu bilimsel donanımları ve eserleri yüzünden kurşuna dizilerek hayatlarını kaybetmiştir. Eserleri toplatılarak yasaklanmıştır. Bu süreçten itibaren bir devir kapanmış, Kazak tarihini milli bakış açısından uzak, sosyalist ideolojiye uygun olarak yazma çalışmalarına hız verilerek yeni bir dönem başlamıştır. Bildiride dönemle ilgili birinci el ve ikinci el kaynaklardan yararlanılacaktır

It is a well-known fact that the history writing in the USSR was in accordance with the socialist ideology and was censored. In order to establish and maintain the socialist doctrine and system, great importance was paid to the history writing in the USSR. The importance of historiography in the Turkic republics in Turkistan was great due to the reasons above. On the other hand, an important intellectual group increased in Turkestan as a result of Jadid movement. Thus, a large number of Kazakh young people from the Kazakh steppes, received qualified training and began to write their own history. Although the Soviet power was established in Turkestan in the 1920s, not all areas were fully dominated, and history books written in terms of the Soviet ideology had not yet been published. In 1924, Koshke Kemengeruly’s work “From the Kazakh History” was published in Kunshygys publishing house in Moscow. Administrator of the printing house was Nazir Torekulov, another Kazakh intellectual. In 1935, Sanjar Aspendiyarov, who was one of the first Kazakhs to write Kazakh history in the Soviet era, published a work called “Notes on the History of Kazakhstan”. Eltok Dilmuhamedov was one of the Kazakh intellectuals who wrote a thesis on the Kenesary rebellion, which is one of the turning points of the Kazakh history. Dilmuhamedov’s work “Revolt of the Kazakhs under the Leadership of Kenesary Kasymov in 1837-1847) was published in 1946 in Tashkent. One of the first professional works written by the Kazakh historians belongs to Ermuhan Bekmahanov. Bekmahanov’s book, “Kazakhstan in the 1820-1840s”, published in 1947, was written in accordance with contemporary scientific research methods. The Kazakh intellectuals who wrote the history of the Kazakhs, were subjected to investigations and prosecutions during the Stalin era; many of them lost their lives because of their works. Their works were prohibited and confiscated. Since this period, a new era has begun by accelerating the efforts to write Kazakh history according to the socialist ideology and far from the national viewpoint. The first and second-hand sources will be used in the paper.

Hintli Bir Âlimin Tarihte Yöntembilim Çalışması: Ziyâeddin Berenî’nin Târîh-i Fîrûzşâhî Eserinin Modern Tarih Yazıcılığı Açısından Değeri

H. Hilal Şahin

ORCID: 0000-0002-3192-4658

Sayfalar: 339-358

Hintli tarihçi Ziyâeddin Berenî ’nin (ö. 758/1357) bizzat görgü tanığı olarak XIII. yy’ın sonları ile XIV. yy’ın ortalarına kadar Orta Çağ Hindistan’ında yaşanan hadiseleri kaleme aldığı Târîh-î Fîrûzşâhî isimli eseri, İslam tarih yazıcılığında tarihin analitik olarak sorgulanması ve usulüne dair yeni yaklaşımların ortaya konulması açısından yazarına devrin Hindistan tarihçilerinden farklı bir şöhret kazandırmıştır. İslam dünyasında tarih üzerine yazılmış eser sayısı fazla olmakla beraber, tarihin yöntem bilimsel yaklaşımla incelenmesini ele alan eserler maalesef aynı oranda fazla değildir. İşte Berenî ilgili eseriyle, tarih üzerine analitik yaklaşımı ve tarih yazıcılığı alanında ortaya koydukları ile diğer tarihçilerden ayrılmaktadır. Tarihî yöntembilim ve tarih yazıcılığı açısından öne çıkan Berenî ’nin sosyal tarihçilik anlayışına dayalı bir yöntemle kaleme aldığı eseri, bu yönüyle de tarih yazıcılığı açısından değerini arttırmaktadır. Berenî eserlerinde ortaya koyduğu siyasi düşünceler bakımından da devrinin İslâm düşüncesinde önemli bir yer tutmaktadır. Sultanlara nasihatlarında bir yandan dört halife devrini ideal İslâm yönetimi ve yöneticileri açısından misal gösterirken diğer yandan da İslâm öncesi İran devlet geleneğinden bol örnekler vermektedir. Ziyâeddin Berenî ’nin Târîh-î Fîrûzşâhî’sini tarihsel yöntem ve usul olarak XV.yy’da yaşamış bir Osmanlı âlimi olan Kafiyeci’nin el-Muhtasar fî İlmi’t Tarih adlı eseri ile kıyaslamak mümkündür ki her iki yazarın da tarihe dair bakış açılarının yer aldığı eserleri kadim metinler içermektedir. Bu bağlamda çalışmamız, Ziyâeddin Berenî ’nin Delhi sultanları hakkındaki Târîh-î Fîrûzşâhî’sini temel alarak eserin modern tarih yazıcılığı açısından değerini sorgulamıştır.

The Târîh-î Fîrûzşâhî work of Indian historian Ziyâddin Berenî (d. 758/1357) in which he wrote events underwent in Middle Ages of India from late XIII century to early XIV as an eyewitness gained a distinctive prominence to the author compared to Indian historians of that age with regards to analytical inquiry of history in Islamic historiography field and coining new approaches in relation to methodology. Although the number of works on history in the Islamic world is quite high, unfortunately number of works that deal with the history through a methodological approach is not such high. That is why Berenî has a distinctive place among other historians with his analytical approach to history, and his novelties in the field of historiography. Berenî ’s work, based on historical methodology and historiography written on the basis of his understanding of social historiography also increases its value in terms of historiography. Berenî has an important place in the Islamic thought of his era in terms of the political thoughts he has put forward in his works. While he was giving advice to the sultans on the one hand he exemplified the four caliph era in terms of the ideal Islamic rulers and administrators and on the other hand he also gave many examples from the preIslamic Iranian tradition. It is possible to compare the Târîh-î Fîrûzşâhî’of Ziyâeddin Berenî with the elMuhtasar fî İlmi’t Tarih work of an Ottoman scholar Kafiyeci, who lived in the XV century in terms of historical method and methodology and works of both authors covering their perspectives over history include ancient texts. In this context our research inquired value of Târîh-î Fîrûzşâhî of Ziyâddin Berenî about sultans of Delhi in terms of modern historiography.

Tarih Araştırmaları ve Eğitiminde Siyasetin Etkisi (Türkiye Cumhuriyeti Örneği)

Hale Şıvgın

ORCID: 0000-0002-6051-4594

Sayfalar: 359-370

Tarih araştırma ve eğitiminin amaçlarını iki gurupta toplayabiliriz. Tarihin disiplin içi amaçları: tarihi tarih için araştırmak ve öğretmek (akademik). Tarihin sosyal amaçlarla yani disiplin dışı amaçlarla araştırılması ve öğretilmesi ya da disiplin içi amaçlarla araştırılmış olan tarihin disiplin dışı amaçlarla (sosyal) kullanılması veya öğretilmesidir. Tarihin disiplin içi amaçları yani akademik yönü tarihi olgunun gerçek biçimde bilimsel olarak ortaya konulmasıdır. Bu durumda tarih, nesnel ve objektiftir. Tarihçinin tarihin disiplin içi amaçlarına hizmet edebilmesi için bir araştırma yaparken, olayın tüm taraflarına ait belge, bilgi ve bulguları tarafsız bir biçimde incelemesi gerekir. Tarihçinin olayı ya da olayları tek taraflı değil çoklu bir bakış açısıyla değerlendirmesi beklenir. Tarihçi, tarihin beklenen disiplin içi amaçlarına ulaşabilmek için gerektiğinde felsefe, sosyoloji, iktisat, antropoloji, arkeoloji, etnografya, etnoloji, sosyal antropoloji, filoloji, sanat tarihi, coğrafya, paleografya, diplomatik, epigrafi, nümüzmatik ve kronoloji gibi bilim dallarından yararlanmalıdır. Tarihin disiplin içi amaçlarından biri de tarih incelemelerinin tüm toplumsal ve insani bilimlere temel oluşturmasıdır. Tarihin disiplin içi amacı geçmişin keşfedilmesidir. Ancak bu çalışmada asıl üzerinde duracağımız konu tarihin disiplin dışı amaçlarıdır. Tarih araştırmalarında ve eğitiminde faydacı yaklaşım (pragmatik) biçimi en fazla siyasilerde görülmektedir. Politikacıların tarihe müdahalesi ve tarihi kullanmaları sadece Türkiye’de değil tüm dünya için geçerlidir. Ulusal tarih yazımı, ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla paralel bir seyir izlemiştir. Ulus devletler, modernite projesi içerisinde ortaya çıkmışlardır. Günümüzdeki ulus devletler iki yüz yıllık bir süreç içerisinde oluşmuşlardır. Her biri egemenliklerini farklı tarihsel süreçlerden geçerek sağlamışlardır. İzlenen süreçlerin farklılığı her bir ulusun tarihinin yazımındaki araçsal beklentileri farklılaştırmaktadır. Ulus devletlerin kuruluş süreçlerini kategorize edecek olursak, birincisi küçük yerel siyasal birimlerin birleşerek bir üst kimlik oluşturmak suretiyle bütünleşmeleri yoluyla ulus devlet oluşturma biçimi. Almanya ve İtalya birliklerinin sağlanması gibi. İkincisi, büyük imparatorlukların parçalanması yoluyla ulus devletlerin oluşmasıdır. Bu parçalanmada dil ve din farklılıkları araçsal roller oynamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bu gurupta değerlendirilebilir. Üçüncü kategori olarak sömürgelerde yaşayan insanların bağlı bulundukları imparatorluklara karşı verdikleri bağımsızlık savaşı sonunda kurulan ulus devletlerdir. Cezayir ve Libya gibi. Dördüncü kategori ise sanayi devrimi sonucu gerçekleşen göçlerle göçmenlerin gittikleri ülkelerde yerli nüfusu ortadan kaldırarak ya da dışlayarak oluşturdukları devletlerdir. Amerika Birleşik Devletleri bu guruba iyi bir örnektir. Bir de tamamlanmamış uluslaşma süreçleri vardır. Bu guruptakiler küçük etnik guruplardır. Hayal edilen bir ülke vardır ama gerçekleşmemiştir. Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve daha sonraki dönemlerde politikacıların tarihten nasıl yararlandıkları ve gerçekleştirilmek istenen amaç doğrultusunda tarihçileri nasıl araştırmaya sevk ettikleri görülecektir.

Rus Başkesiş Daniel’in Filistin Seyahati Notları ve Değerlendirilmesi

Hüseyin Kayhan

ORCID: 0000-0001-9036-3312

Sayfalar: 371-382

Rusya’nın Çernigov vilayetinden gelen Daniel, 1115 yılında Suriev Piskoposu idi ve 9 Eylül 1122 yılında vefat etmişti. O, en eski Rus tarihçisi Nestor’un çağdaşıydı. Onun anlatısı XII. yüzyıl başlarının en önemli Rus dökümanlarından birisiydi. Daniel’in anlatımının detaylarının bütünlüğü, ülkenin Haçlılar tarafından alınmasından sonraki birkaç yıla ışık tutmaktadır. O, Filistin’de seyahat etmiş, buradaki ibadethanelerin, kutsal yerlerin ve manastırların çoğunu ziyaret etmiştir. İyi rehberler kullanarak seyahat etmiş ve gördüklerini detaylı bir şekilde anlatmıştır. O, ülkenin huzursuz durumuna, Kudüs Haçlı Krallığı’nın ilk yıllarında gezginlerin yollarda maruz kaldıkları tehlikelere açıklık getirmektedir. Daniel’e hac süresi boyunca çok dindar bir St. Sabbas rahibi eşlik etmiştir. Seyahat notları Fulcherius Carnotensis’in anlatımıyla uyuşmaktadır. Anlatımları genel olarak doğru olmakla birlikte bazen hataya düşmektedir. Bir yerin yön olarak tarifini yaparken, genellikle işaret taşları ve güneşin durumuna bakmaktadır. Daniel yolculuğuna İstanbul’dan başlamış, oradan deniz yoluyla Efes, Kıbrıs ve birçok başka yerleri ziyaret ederek Yafa’ya gitmişti. Olaysız geçen deniz yolculuğundan sonra çeşitli azizlerin ve kutsal kişilerin gömüldüğü yerleri dikkatlici ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Yafa’dan Kudüs’e seyahat etmiştir. Kudüs’ten sonra Jericho’yu, Yunan manastırlarının bulunduğu Ürdün ve Ölü Denizi gezmiştir. Bundan sonra ikinci bir gezi düzenleyerek Haçlıların kendi kiliseleri ile Bethlehem ve Hebron’u gezmiştir. Hebron’dan Kudüs’e geldikten sonra Kral I. Baudouin’in önderliğinde Şam’a karşı yürümek üzere olan kuvvetlerine eşlik etmek için izin almıştır. 1107’de Haç Manastrı’ndan, Zekeriya’nın evi ve Vaftizci John’un doğum yeri olan Ayn Kerîm’e ve Müslümanlar tarafından tahrip edilen Amvâs’dan* Yafa’ya ve oradan Arsuf, Şeyzer, Hayfa, Sûr ve Sidon’dan Beyrut’a seyahat etmiştir. Patara yakınlarında Likya kıyılarının açıklarında korsanlar tarafından soyulduktan sonra İstanbul’a ulaşmıştır. Papaz Daniel’in anlatımları tarihi gelişmelerle ilgili olmaktan çok Hıristiyanların dinsel merkezleri ve kurumları hakkında bilgi vermektedir. Haçlılar tarafından ele geçirildikten on yıl sonra Filistin’in genel görünüşünü bize resmettiği için de tarihsel yönden önemsenecek bir kaynaktır.

Coming from the Chernigov province of Russia, Daniel was the bishop of the Suriev in 1115, and he died in 9 September 1122. He was contemporary with the old Russian historian Nestor. His narrative was one of the most important Russian documents of the early 12th century. The complete details of Daniel’s narrative shed light on several years after the country as invaded by the Crusaders. He traveled around Palestine, visiting most of the sanctuaries, sacred places, and monasteries. He travelled with experienced guides and explained his observations in detail. He clarified the uneasy situation in the country, and the threats that the travelers exposed on the roads of the Crusader Kingdom of Jerusalem in its first years. A quite pious St.Sabbas priest accompanied Daniel during his pilgrimage. His travel notes corresponded with the narrative of Fulcherius Carnotensis. Although the narrations were generally true, sometimes he was mistaken. While describing a location via directions, he generally used position marker stones and the location of the sun. Daniel began his travel from Istanbul, visiting Ephesus, Cyprus and many other places via sea route, arrived in Jaffa. After the trouble-free sea travel, he carefully explained in detail the locations where the saints and sacred individuals were buried. He travelled from Jaffa to Jerusalem. After Jerusalem, he visited Jericho, Jordan where there were Greek monasteries, and the Dead Sea. Following this trip, he organized another tour visiting the Crusader’s Church, Bethlehem and Hebron. After returning to Jerusalem from Hebron, he took permission to accompany to the troops preparing for a campaign on Damascus under the leadership of Baldwin I of Jerusalem. In 1107, he traveled from the Monastery of the Cross to the House of Zechariah, and Ein Karem, where was the birth place of the John the Baptist, passing though Amwās, which was demolished by the Muslims, to Jaffa, and from there to Beirut through Arsuf, Sheisar, Haifa, Tīr, and Sidon. He could reach to Istanbul only after being robbed by the pirates around Patara offshore of the Lycia. The narration of the Bishop Daniel gives information about the religious centers and institutions of the Christians rather than historical developments. However, it is a remarkable source since it provides information about general appearance of Palestine, 10 years after it was invaded by the Crusaders

A “Paralogism” or “Premeditated” Story in an Armenian Source: “Mēhēmēt the Prophet from Iran”

İlhami Tekin Cinemre

ORCID: 0000-0002-2760-0976

Sayfalar: 383-396

V. yüzyılda başlayan Ermeni tarihçiliğinin hızlı gelişimi, eski ve orta çağ Ermeni literatürünün pek çok farklı türünde görülebilir. Ermeni kaynakları, Roma dünyasından yansıyan eserlerin önemi kaybettiği ve “tek ayaküstünde” duran iki imparatorluktan biri olan Sâsânî İmparatorluğu’nun çöktüğü 7. yüzyıldan sonra Müslümanları yeni bir toplum olarak görüş alanına dahil etmiştir. İlk yüzyıllarda, Müslümanlar hakkında yazan Sebēos, Łewond ve Aristakēs Lastivercʿi gibi Ermeni yazarların eserlerindeki yaklaşım, çoğunlukla “aşağılama” ve “öteki” düşüncesine dayanmaktadır. Bu görüş, Hıristiyan Ermeni tarih yazıcılığı açısından anlaşılabilir, ancak ilginç olan tema, Ermeni kaynaklarının 12. veya 14. yüzyılda dahi Müslümanlar hakkında ayrıntılı ve doğru bilgi vermemeleridir. Nitekim Pseudo-Šapuh veya Anonim Bir Hikâye adıyla bilinen bir Ermeni kaynağının Hz. Muhammed’i Arap değil de bir “İranlı” olarak resmetmesi oldukça şaşırtıcıdır. Bu durum, Ermenilerin söz konusu dönemde Müslümanlar hakkında ne derece bilgi sahibi oldukları sorusunu gündeme getirmektedir. Bu çalışmanın amacı, klasik Ermeni kaynaklarının arasındaki uyum ve uyumsuzluğu da göz önünde bulundurarak Pseudo-Šapuh ya da Anonim isimleriyle bilinen bir Ermeni kaynağının Hz. Muhammed’i “İranlı” olarak betimlemesinin kasıtlı mı yoksa sehven mi yapıldığını tartışmaktır.

The rapid development of the Armenian historiography, which started at the beginning of the 5th century, can be seen in many different kinds of works on ancient and medieval Armenian literature. The Armenian sources after the 7th century, when the works, reflected from the Roman world, lost their influence or interest and the fall of the Sasanian Empire, one of the two empires standing “on one foot”, considered Muslims as a new society. During the first centuries the information and view about Muslims in the works of Armenian writers such as Sebēos, Łewond ve Aristakēs Lastivercʿi mainly were based on the idea of “humiliation” and “other”. This notion can be intelligible in the Christian Armenian historiography but the more interesting theme is that Armenians neither, detailed nor give accurate information about Muslims even in the 12th or 14th centuries. Indeed, it is surprising that an Armenian source called Pseudo-Šapuh or Anonymous depicted Mēhēmēt the prophet as an “Iranian” rather than an Arab. This situation raises the question what Armenians actually knew about the Muslims at that period. The purpose of this study is to discuss whether the Pseudo-Šapuh or Anonymous Story was intentionally or incorrectly interpreted the portrayal of Mēhēmēt the prophet as an Iranian, considering the harmony and nonconformity between the classical Armenian sources

Ortaöğretim Tarih Öğretim Programları ve Ders Kitaplarının Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Açısından İncelenmesi ve Değerlendirilmesi

Lokman Aydın

ORCID: 0000-0002-5871-9929

Sayfalar: 397-420

İnsanlar kadın ve erkek olmak üzere biyolojik farklılıklara sahip olarak dünyaya gelirler. Kadınların ve erkeklerin sosyo-kültürel yapıya göre üstlendikleri tutum ve davranışlar ile toplumun kadın ve erkeklerden beklentileri ise toplumsal cinsiyet kavramını ortaya çıkarmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden kasıt biyolojik ya da fizyolojik olarak erkek ve kadınların eşit oldukları tezini savunmak değildir. Yaradılış gereği kadınlar ve erkekler farklı biyolojik özelliklere ve hormonlara dolayısıyla farklı duygulara sahiptir. Fakat erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü ve dayanıklı olmaları aynı zamanda duygusal anlamda kadınlara göre daha kuvvetli gözükmeleri, kamusal ve toplumsal alanda kaynakları kullanmada, fırsatlara erişmede daha ön planda olmasına yol açmıştır. Bu anlamda genelde erkekler lehine bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortaya çıkmaktadır. Eğitim ve öğretim programları ve ders kitapları da kadınlar ve erkekler arasındaki bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaygın olarak kabul görmesine bilerek ya da bilmeyerek katkı sağlamaktadır. Bu çalışmada ortaöğretim kurumları tarih dersleri programları kazanım ve içerik olarak incelenerek, lise tarih ders kitaplarında toplumsal cinsiyet eşitliğine ne derece duyarlı davranıldığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu doğrultuda bundan sonra hazırlanacak ders öğretim programları ve Tarih ders kitaplarına yönelik öneriler oluşturulmuştur.

People come into the World as women and men by having biological diversity. Social gender stems from the roles which are undertaken by men and women according to cultural framework, and from the expectations of society from men and women. Social gender equality doesn’t mean defending of the thesis that men and women are equal in terms of biological and physiological aspects. Both women and men have varied biological or physiological characteristics temperamentally and so have different emotions. Because of the fact that men are physically stronger and durable and that are emotionally stronger than women, men are at the forefront in using resources in the field of public and social arena. In this sense, a societal gender inequality have come to exist on behalf of men. Training and education programs and textbooks have also contributed to be accepted of this gender inequality in society knowingly or unknowingly. In this study, the main aim is to determine whether it is placed importance on societal gender equality in the high school history textbooks by analyzing these textbooks with regard to educational attainment and content. Accordingly, some proposals were put forward for education programs and textbooks that will be prepared hereafter.

İslam Tarihine Dair Bazı Ermenice Kaynaklar

Mehmet Çoğ

ORCID: 0000-0001-8675-7415

Sayfalar: 421-430

Ermeniler Arap hâkimiyetinde yaklaşık dört asır yaşamışlardır. Coğrafi konumları gereği ve Hristiyanlığın da yerleşmiş bir din olması nedeniyle siyasi yönelimleri genelde Bizans’tan yana olmuştur. Bu dört asırlık süreç içerisinde Araplarla ve diğer İslam topluluklarıyla münasebetlerini Ermeni kaynaklarda görebilmekteyiz. Sebeos, Ghewond, Thomas Artsruni ve Stepanos Taronec’i İslam Tarihi konularına değinen başlıca eserlerdir. Bunlardan Ghewond Tarihini özellikle vurgulamak gerekir. Zira bu kaynak tamamen Emevi ve Abbasi dönemi Ermeni coğrafyasındaki Arap hâkimiyetini Ermeni bakış açısıyla ele almaktadır.

The Armenians lived in the Arab domination for almost four centuries. Due to their geographical location and the fact that Christianity is also a settled religion, their political orientation generally favored Byzantium. We can see the relations of Arabs and other Islamic communities in Armenian sources during these four centuries. Sebeos, Ghewond, Thomas Artsruni and Stepanos Taronec are the main works referring to the subjects of Islamic history. The history of Ghewond should be emphasized. Because this source completely addresses the Arab domination of the Umayyad and Abbasid Armenian geography with the Armenian point of view

Hangi Tanzimat: Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes ve Muzaffer Sencer’in Tanzimat Yorumları Üzerine Bir Değerlendirme

Mert Daban

Sayfalar: 431-450

Türkiye’de tarihçilik önemli bir aşamaya doğru gitmektedir. Dünya tarihçiliği açısından tarih çalışmalarında eksik olan bir yönde vardır. Bu da yorum ve metodun yapılan çalışmalarda yeterli derecede metin içinde bulunmamasıdır. Ayrıca tarihçilerimiz yayınladıkları eserlerinde yeterli düzeyde görünmemektedirler. Yani yeni bir bakış açısıyla malzemeyi işleme tarihçiliğimiz önünde bir sorun olarak durmaktadır. Türk tarihçiliğinde bu anlamda tarihçi ve sosyal bilimci bulunmaktadır. Bilhassa tarih eğitimi almayan ama tarihi çalışmalar yapan sosyal bilimcilerin araştırmaları tarihçilerimizin alanlarına farklı bir boyut getirmeleri yolunda fayda sağlayacaktır. Bu çalışmada Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes ve Muzaffer Sencer gibi farklı düşünce yapısına sahip tarih üzerine eserler vermiş olan düşünürlerin Tanzimat ve Dönemi üzerine görüşleri açıklanacaktır. Ülken felsefe, Berkes sosyoloji ve Sencer ise siyaset bilim ile sosyoloji üzerine odaklaşmışlardır. Üç yazardan bazı sorunları çözmek amacıyla, tarih eksenli çalışmalar yapmış ve günün sorunlarının kökenlerini tarihten hareketle tespite çalışmışlardır. Seçilen farklı örnekler tarihçiliğimiz gelişmesi ve farklı bakış açıları kazanması yönünde fayda sağlayacaktır.

In Turkey, history is moving towards an important stage. In terms of world historiography, there is a direction missing from the studies of history. This is because the interpretation and method is not sufficiently in the text in the studies. Furthermore, our historians do not appear sufficiently in their published works. In other words, from a new point of view, it stands as a problem in front of our history of processing material. In particular, studies of social scientists who do not take historical education and who do historical studies will benefit from bringing a different dimension to the fields of our historians. In this study, the opinions of the thinkers who have given works on history with different ideas such as Hilmi Ziya Ülken, Niyazi Berkes and Muzaffer Sencer will be explained on the Tanzimat and period. Ülken Philosophy, Berkes Sociology and Sencer have focused on politics science and Sociology. In order to solve some of the problems of the three authors, they did historical studies and tried to determine the origins of the problems of the day from the date. Selected different examples will help us to develop our history and gain different points of view.

Osmanlı Arşivi’nde Tarih Öğretim İmkânları ve Yapılan Yayınların Tarih Öğretimi Bağlamında Değerlendirilmesi

Muhammet Ahmet Tokdemir

Sayfalar: 451-468

Arşivler toplumların ve devletlerin hafızaları durumunda olup daha çok tarih araştırmacılarına hizmet ederler. Ancak 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren arşivcilerin tarih öğretimine ilişkin rolleri tartışılmaya başlanmış ve birçok ülke arşivinin bünyesinde eğitim departmanı kurulmuştur. Oluşturulan eğitim birimlerinde tarih öğretiminde kullanılabilecek arşiv materyallerinin eğitim dünyasına ulaştırılması sağlanmakta ayrıca bu materyallerin öğretmen ve öğrenciler tarafından nasıl kullanılabileceğine ilişkin yönergeler hazırlamaktadır. Gerek arşiv web sayfalarında oluşturulan eğitim içerikleri gerekse arşiv bünyesinde gerçekleştirilen atölye çalışmaları ve müze eğitimi faaliyetleri ile arşivcilerle eğitimciler arasındaki etkileşim arttırılmakta, böylece arşivlerin tarih öğretimindeki rolleri genişlemektedir. Osmanlı Arşivi’nin tarih öğretimine katkılarını dört temel başlıkta ele almak mümkündür. Bunlar: çeşitli konularda yapılan belge yayınları, yerel tarih başta olmak üzere hazırlanan belge sergileri, okullara gönderilen tarih köşesi görselleri ve arşiv bünyesinde bulunan daimi sergi alanına yapılan öğrenci gezileridir. Bu çalışmada daha çok yayınların tarih öğretiminde kullanılmasına odaklanılacaktır. Arşivlerin tarih öğretimine katkı sağladıkları önemli alanlardan biri yaptıkları yayınlardır. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren Osmanlı Arşivi’nde 1992 yılından beri 148 eser yayınlanmıştır. Çeşitli konuların ele alındığı yayınlarda, hazırlanmış oldukları konuya ilişkin belgeler, bu belgelerin çeviri yazısı ya da geniş özeti bulunmaktadır. Ferman ve beratlardan çeşitli ülkelerle yapılan anlaşmalara, padişahların el yazılarından kale planlarına kadar öğretimsel içeriği zenginleştirebilecek birçok malzemeyi bu yayınlar içerisinde bulmak mümkündür. Bu yayınların yanı sıra hazırlanan sergi katalogları da tarih öğretiminde kullanılabilecek unsurlardır. Yayınlara paralel unsurlar içeren sergi katalogları özellikle yerel tarih konularının öğretiminde tarih öğretmenlerine birincil kaynaklar sunmaktadır. Hazırlanan yayınlar ve sergi katalogları erişime açık olup Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne ait web sayfasından indirilebilmekte olduğundan bütün öğretmen ve öğrencilerin kolaylıkla ulaşabileceği zengin bir içerik oluşturmaktadırlar. Bu çalışmada öncelikle arşivlerin eğitim işlevlerinden kısaca bahsedilecektir. Ardından Osmanlı arşivi tanıtılarak Osmanlı arşivinde tarih öğretim imkânlarına değinilecek; bu bağlamda Osmanlı arşivinde yapılan yayınların tarih öğretiminde nasıl kullanılabileceği örneklerle ele alınacaktır. Farklı konularda verilecek örnekler ortaöğretim tarih dersi öğretim programında yer alan kazanımlarla ilişkilendirilerek ele alınacaktır. Verilecek örneklerde öğrencilerin bilişsel alanına katkı sağlamanın yanında değerler ve beceriler alanına nasıl katkı yapılabileceğine de değinilecektir.

Archives are memories of societies and states and they mostly serve to historians and some other researchers. However, since the second half of the 20th century, the role of archivists in history teaching has begun to be discussed, and many countries’ archives has been established educational departments within the archives. In these education departments, archival materials which can be used in history teaching are provided to the educational world and guidelines are given by teachers and students about how these materials can be used. Both the training content created in the archive web pages and the workshops carried out in the archive increase the interaction between archivists and educators. As a result these activities, the role of archives in history teaching is expanding. The contributions of the Ottoman Archives to the teaching of history can be handled in four main titles. These include: documentary publications on various topics, documentary exhibitions, especially on local history, historical corner pictures sent to schools, and student visits to the permanent exhibition area in the archive. This study will mainly focus on the use of publications in history teaching. One of the important areas in which archives contribute to the teaching of history are publications. 148 books have been published in the Ottoman Archives since 1992, operating under the General Directorate of State Archives. The publications on which various topics are addressed include documents on the subject they prepared, the translation of these documents, or a broad summary. It is possible to find many primary sources in these publications which can enrich the instructional content of history teaching. These primary sources include many materials that will inspire history teachers, such as fermans and berats, treaties made in various countries, handwritings of sultans and castle plans. Exhibition catalogs are elements that can be used in history teaching as well as publications. Exhibitions that provide primary sources for history teachers, especially in the teaching of local history subjects, have parallel content with publications. Publications and exhibition catalogs are open to access and can be downloaded from the web page of the General Directorate of State Archives, creating a rich content that all teachers and students can easily access. In this study, the educational functions of the archives will be briefly mentioned and then history teaching opportunities will be given in the Ottoman archives. In addition, examples of how the publications in the Ottoman archives can be used in history teaching will be discussed. The examples that will be given in different topics will be handled in connection with the achievements in the curriculum of the history curricula. How to contribute to values and skills will also be mentioned in examples.

Türk Eğitim Tarihi Tezleri Üzerine Bir Bilanço Denemesi

Mustafa Şahin

ORCID: 0000-0001-8789-514X

Sayfalar: 469-482

Araştırmanın amacı, Türk Eğitim Tarihiyle ilgili yapılmış tezlerin bazı değişkenler bakımından nasıl bir dağılım gösterdiğini incelemektir. Çalışmanın Türk Eğitim Tarihi alanında hazırlanmış olan tezleri çeşitli açılardan inceleyerek, bu alanda yapılan tezlerin genel çerçevesini görmek bakımından yararlı olacağı umulmaktadır. Araştırmada betimsel yöntem kullanılmıştır. Doküman incelemesi yapılan bu çalışmada; dokümanlara ulaşma, orijinalliğin kontrol edilmesi, dokümanların anlaşılması, verinin analiz edilmesi ve verinin kullanılması şeklinde beş aşama izlenmiştir. Araştırmanın problem cümlesi, Türk Eğitim Tarihiyle ilgili yapılmış tezler bazı değişkenlere göre nasıl bir dağılım göstermektedir şeklinde belirlenmiş, bu doğrultuda alt problemler de şöyle oluşturulmuştur: Türk Eğitim Tarihiyle ilgili yapılmış tezler; yıllarına, yapıldığı üniversitelere, danışmanlarının unvanlarına, yüksek lisans/doktora tezi olmalarına, araştırma konularına göre nasıl bir dağılım göstermektedir? Yapılan çalışmada Türk Eğitim Tarihi alanında hazırlanan ilk tezin 1965 yılında olduğu, geçen süreçte ciddi artış sağlandığı ve bu artışın özellikle 1990’ların ikinci yarısıyla birlikte gerçekleştiği gözlenmiştir. Türk Eğitim Tarihi ile ilgili hazırlanmış olan yüksek lisans ve doktora tezlerinin en çok Ankara, Marmara ve Gazi Üniversitelerinde hazırlandığı görülmüştür.

The aim of study is to observe how the theses carried out on History of Turkish Education range according to specific variables. It is expected that this study will be useful for seeing the general frame of these carried out in this field by evaluating the theses prepared in the field of History of Turkish Education in different perspectives. Descriptive method was used in the study. Five stages such as reaching documents, controlling their originality, studying the documents, analysis of the data and usage of data were conducted in the study in which document review was done. The problem sentence of the study was detected as how the theses carried out on History of Turkish Education range according to specific variables; sub-problems were formed as such in parallel to this: how do the theses carried out on History of Turkish Education vary according to years, university, rank of consultant, their being postgraduate/doctoral thesis, research subject to years? In the study it was observed that the first thesis prepared in the field of History of Turkish Education dates back to 1965 and there has been a serious increase over the years and this increase has especially occurred in the second half of 1990’s. It was observed that postgraduate and doctoral theses carried out on History of Turkish Education were mostly conducted in Ankara, Marmara, and Gazi University.

İlhanlı Dönemi Tarih Yazımında Moğolların Anadolu Hâkimiyetine Meşruiyet Sağlama Argümanları

Mustafa Uyar

ORCID: 0000-0001-7037-9114

Sayfalar: 483-500

Meşruiyet, Ortaçağlarda da önemli ve değer verilen bir kavramdı. Dönemin siyâsetnâmeleri başta olmak üzere telif edilen eserler, meşruiyetin nasıl sağlanacağı konusunda hükümdara yapılan nasihatlerle doludur. Bu anlamda tarih yazıcılığı da meşruiyetin sağlanması yönündeki propagandada aktif rol almıştır. Bunu destekler biçimde, İlhanlı Devleti dönemi tarih yazımının önemli üyesi Vezir Reşîdüddîn Fazlullâh “ediplerin, şairlerin ve müverrihlerin en iyi ve en önemli dâ‘îler/propagandistler” olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Onun da içinde yer aldığı, eserleriyle katkıda bulunduğu Moğol dönemi tarih yazıcılığının propaganda hizmetlerinin başında, Moğol hâkimlerin Ortadoğu’daki iktidarlarını meşrulaştırma çabası gelir. Bu bağlamda söz konusu eserlerin, Moğolların Anadolu’da ve Türkiye Selçuklu Devleti üzerinde tesis etmeyi arzuladıkları hâkimiyete meşru dayanaklar oluşturmak amacıyla bazı argümanlar geliştirdiklerini görüyoruz. Çoğu zaman tarih anlatımı içine derç edilen bu meşrulaştırma aygıtları, bazı zamanlarda açık ve yalın biçimdeki ifadeler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Kimi durumlarda tarih anlatımı ve hadiselerin tavsifi, bu argümanların gölgesinde kalmış; bu ise hem söz konusu dönemde, hem de günümüzde kaleme alınan Ortaçağ Türkiyesi tarihi yazımını etkilemiştir, etkilemeye de devam etmektedir. Bildirimizde, bu meşrulaştırma çabasına yönelik hangi tür argümanların ve bunların nasıl kullanıldığı, öncelikli olarak ele aldığımız problemdir. Açıkça veya ima yoluyla örtülü biçimde işlenen bu savlara dair dönemin önemli kaynaklarından örnekler sunulacak; böylece bu argümanların günümüz tarih yazıcılığını ne yönde etkilediği de dolaylı biçimde aydınlatılmış olacaktır.

Legitimacy was an important and valued concept in the Middle Ages as well. Works that are compiled, especially the siyāsat-nāmas of the period, are filled with advice for the monarch on how the legitimacy would be ensured. In this sense, historiography took an active role in the propaganda to ensure legitimacy. Vizier Rashīd al-Dīn Faḍl al-Allāh, an important member of the historiography of the Ilkhanid state period, emphasizes in a way that supports this “litterateurs, poets and historians are the best and most important dāʿīs/ propagandists”. Among the most important of Mongolian historiography’s propaganda services, in which he is also involved and contributed with his works, are the efforts of Mongolian rulers to justify their powers in the Middle East. In this context, we see that these works developed some arguments to create legitimate grounds for the rule that Mongols wished to establish in Anatolia and in the Anatolian Seljukid Empire. These legitimation instruments, which were often incorporated into the narrative of history, are sometimes in the form of plain and simple expressions. In some cases, the narrative of history and description of the events remained in the shadow of these arguments; which, in turn, has influenced and continues to influence medieval Anatolian historiography in both the period in question and today. In our paper, we have primarily addressed what sorts of arguments are presented for this legitimation and how they are used. Examples of important resources of the period will be presented regarding these arguments stated explicitly or implicitly; thus indirectly enlightening how these arguments influence today’s historiography.

XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında İrevan ve Doğu Anadolu Bölgesinin Sosyal-Ekonomik ve Demografik Durumu (“Kafkasya Takvimleri” Esnasında)

Naiba Ahmedova

Sayfalar: 501-512

XIX.yüzyılın ikinci yarısında İrevan ve Doğu Anadolu bölgesinin sosyal-ekonomik ve demografik durumu yüzyıllarda makalesinde 1845-1917-ci yılın resmi belgelerinden oluşan rus kaynağı “KAFKASYA TAKVİMLERİ” (Kafkaskiy kalendar) ve diğer rus kaynakları esasında Doğu Anadolu ve İrevan bölgesinin tarihi, coğrafi durumu, sosyal hayatı, kültürel mirası, demoqrafik durumu hakkında çeşitli bilgiler verilir.

The article “Social-economic and demographic situation of Erevan and the Eastern Anatolia region in the second half of XIX. century” gives various information about the history, geographical situation, social life, cultural heritage and demographic status of the Eastern Anatolia and Erevan region on the basis of the Russian source “Caucasian calendar” and other Russian sources made up of official documents of the year 1845-1917.

“Gündelik Yaşam Tarihi” ve Osmanlı Esnafı

Nalan Turna

ORCID: 0000-0001-7511-609X

Sayfalar: 513-522

Osmanlı tarih yazımında esnaf, birçok açıdan çalışılmıştır. Bazı çalışmalar esnafı daha çok, kurumsal veya genel olarak devletle olan ilişkileri açısından incelenmiştir. Esnaf grupları, sivil toplumlar olarak değerlendirilmiş ve esnafın ilişki ağları araştırılmıştır. Makro olaylar, örneğin Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile Tanzimat Fermanı’nın ilanı, bu olayların esnafa etkileri ve esnafın yeni durumlara uyumu/uyumsuzluğu ile nasıl dönüştüğü çalışılmıştır. Ayrıca, farklı Osmanlı kentlerindeki esnafın dökümü yapılarak asayişin nasıl sağlandığı gösterilmiş, aynı bağlamda vergilendirme ve borç pratikleri detaylandırılmıştır. Fakat esnaf konusu, bazı istisnalar dışında, henüz tam anlamıyla “gündelik yaşam tarihi” perspektifiyle çalışılmamıştır. Büyük süreçleri, büyük bağlamları, büyük yapıları öne çıkaran veya daha çok yerel veya merkezi eliti çalışan konvansiyonel makro tarihin aksine bu tebliğ, Osmanlı esnafını, gündelik yaşam tarihi perspektifiyle inceleyecektir. Bu tebliğde adlarını daha az duyduğumuz sıradan esnafın deneyimlerine odaklanılacaktır. Tebliğde, gündelik yaşam tarihi açısından, olay-merkezli tarihçilikten daha çok aktörlerin deneyimlerini merkez alan bir tarih yazımı esas alınarak tarihte sesleri kaybolmuş olan usta, çırak ve kalfaların aktiviteleri üzerinden değerlendirme yapılacaktır. Kısacası, birincil kaynaklara dayanan bu tebliğde, Osmanlı esnafının realitesi gündelik yaşam tarihi perspektifi kullanılarak yakalanmaya çalışılacaktır.

In the Ottoman history writing, artisans have been studied in various ways. In some studies, artisans have been examined institutionally and their relations to the state. Artisanal groups as civil societies have been evaluated and artisans’ networks have been explored. Macro events, such as the removal of the Janissary Corps and the declaration of the Tanzimat Edict, the impact of these events on artisans, and artisans’ adaptation / nonadaptation to new situations have been studied. Also, artisans from different Ottoman cities have been documented in order to show how public order was provided in urban areas, and in the same context, taxation and loan practices have been detailed. However, except for some exceptions, artisans have not been studied from the perspective of “history of the everyday life.” Unlike the conventional macro history, which has emphasized large processes, large contexts, large structures, or more local and central elite, this paper will study Ottoman artisans from history of the everyday life perspective. Experiences of ordinary artisans whom we have heard less often, will be focused on. In terms of history of the everyday life focusing on an experience-centered history writing rather than an event-centered history writing will be considered to evaluate artisans’ activities. Issues, such as artisans’ worknon-work experiences, leisure activities, and crimes they committed, will be analyzed. In sum, this paper based on the primary sources will seek to capture the realities of the Ottoman artisans by using history of the everyday perspective

Cumhuriyet Döneminde Yurttaşlık Bilincini Artırmaya Yönelik Verilen Madalyalar

Nuray Özdemir

ORCID: 0000-0003-0001-6427

Sayfalar: 523-544

Madalya, savaşlarda yararlılık gösterenlere ve başarı hatırası olarak onurlandırılmak istenilen kişilere verilen metal, mükâfat ve şeref armağanıdır. Madalya verme Avrupa kültürünün bir geleneği olup Osmanlı Devleti’nde batılılaşma hareketinin bir yansıması olarak 18. yy’dan itibaren görülmeye başlanmıştır. Osmanlı Devleti’nde ilk madalya I. Mahmut döneminde basılmış, Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamit dönemlerinde ise yaygınlaşmıştır. Padişahlar tarafından devlet adamlarına, askerlere, üst düzey yabancılara devlet adına gösterdikleri başarılardan dolayı onurlandırmak amacıyla çok çeşitli madalyalar verilmiştir. Yeni Türk Devleti’nin kuruluşundan sonra da madalya verme geleneği devam ettirilmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk madalyası Milli Mücadele’de başarı gösteren asker, milletvekili ve sivil yurttaşlara verilen “İstiklal Madalyası” olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülke savunmasında yer alanlara verilen madalyaların dışında yurttaşlık bilincini artırmaya yönelik de çok çeşitli madalyalar verilmiştir. Madalyaların şekillerinin ne olacağı, kimlere verileceği hakkında özel nizamnameler hazırlanmıştır. Ekonomik, sosyal, kültürel içerikli ve toplum yaşamını derinden etkileyen olaylar için Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları, Türk Tayyare Cemiyeti gibi çeşitli devlet kurumları ve cemiyetler tarafından madalyalar bastırılmıştır. Yeni Türk devletinin ulus-devlet kimliğinin inşasında madalyalar önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Örneğin nüfus artışını özendirmek için altı çocuğu olan kadınlara aile madalyası verilerek toplumda çocuk sayısının artırılması ve aile bilincinin geliştirilmesi hedeflenmiştir. Türk Tayyare Cemiyetince sivil havacılığın gelişmesi için cemiyete yardım yapacak yurttaşları teşvik amacıyla bağış oranlarına göre murassa, altın, gümüş ve bronz madalya verilmiştir. Cumhuriyetin ilanın onuncu, on beşinci gibi yıl dönümlerinin anısına madalyalar dağıtılmıştır. Yeni kurulan güçlü devlet imajının vatandaşlara aktarımında madalyalar sembol olarak kullanılmıştır. Bu çalışmada, Cumhuriyetin ilk yıllarında yurttaşlık bilincini artırmak ve sosyal devlet olgusunu güçlendirmek amacıyla verilen madalyalar incelenmiştir. Ulus-devlet kimliğinin inşasında madalyaların yeri ve önemi değerlendirilmiştir. Araştırma döneme ilişkin arşiv kaynakları, gazeteler, dergiler, tetkik eserler, anılar ve madalya örneklerine dayanmaktadır.

Synkhronismos: Antik Kaynaklarda Bir Tarihleme Yöntemi

Ömer Güngörmüş

ORCID: 0000-0002-2376-1270

Sayfalar: 545-558

Antik kaynaklarda en yaygın olarak kullanılan tarihleme yöntemlerinin Olympiadlar ile Atina arkhon ve Roma consul isimleri olduğu bilinmektedir. Bunların yanında, daha nadir olarak kullanılan başka yöntemler de bulunmaktadır. Bunlar arasında en ilgi çekicilerden biri olarak synkhronismos, bir başka deyişle arasında doğrudan bir bağlantı olmayan iki önemli olayın aynı zamana tarihlenmesi yöntemi gösterilebilir. Bu bildirinin amacı, farklı antik yazarlarda rastlanan söz konusu durumun göze çarpan örneklerini ele alarak, yazarların bu tarihleme yöntemine başvurma amaçlarını ortaya koymaktır.

It is known that, the most common dating methods that are used in the classical sources were the Olympics and the archon and consul lists of Athens and Rome. There are other methods too, that were used rather exceptionally. Synkhronismos, i.e. synchronization of the two important events that were not necessarily interconnected, can be regarded as one of the most interesting of these. The aim of this paper, is to discuss the notable cases of this phenomena that can be encountered in different ancient authors, and to state their purpose for using this dating method.

Türkiye’de Tarihçiliğin Yapısı: Belleten Dergisine Dayalı Bir Sosyal Ağ Analizi 

Ramazan Acun

ORCID: 0000-0002-1841-045X

Sayfalar: 559-572

Bu çalışmada, Türkiye’nin en uzun soluklu akademik tarih dergilerinden biri olan Belleten’de yayınlanmış makaleler sosyal ağ analizi (SAA) yöntemi ile incelenmektedir. Bunun için kaynakca.info adlı web tabanlı bir sistem üzerinde Belleten Dergisi Yayın ve Atıf Dizini oluşturulmuştur. Bu çerçevede, yayına başladığından bugüne kadar Belleten’de yayınlanmış 2900 makalenin bibliyografik künyesi ve bunlara ait 30000 civarındaki atıf verisi söz konusu sisteme yüklenmiştir. Bu veriler SAA yönteminin derece merkeziliği, arasındalık merkeziliği ve yakınlık merkeziliği ölçütleri esas alınarak analiz edilmiştir. Böylece elde edilen sosyogramlar (ağ haritaları), Türkiye’de tarihçiliğin genel yapısını ortaya koyduğu gibi, bu alanda anahtar nitelikteki araştırmaları yapmış (çok atıf alan) ve ağda farklı grupları birbirine bağlayan köprü konumdaki kişileri de görünür hale getirmiştir. Bu bulguların bu alanda araştırmaya ve okumaya yeni başlayacak araştırmacılar ve öğrenciler için yol gösterici olacağı düşülmektedir. Bildiride, ayrıca, çalışmanın kapsamının genişletilmesi konusunda önerilere de yer verilmektedir.

Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin Kurulması 1950-60’lı Yılların Sovyet Tarihçiliğinde

Ruhengiz Kerimli

Sayfalar: 573-584

XX. yüzyılın 90’lı yıllarında Azerbaycan bağımsızlığını tekrar kazandıktan sonra Azerbaycan Halk Cumhuriyeti tarihinin araştırılmasına başlandı. Cumhuriyet tarihi ile ilgili pek çok konu incelenmiş olsa da, söz konusu mesele tam olarak araştırılmamıştır. Bu bağlamda, Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kurulması Sovyet tarihçiliğinde özel olarak araştırma konusu olmamıştır. Kendine özgü yönleri ile 1950-1960’lı yıllarının Sovyet tarihçiliğinde Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’ne kesin olarak Azerbaycan’da Sovyet egemenliğinin kurulması acısından bakıldığı kaydedilmelidir. Bu dönemin tarihçileri bilinen olayı Azerbaycan Komünist Partisi’nin faaliyetleri açısından yorumlamaktadır. Yazarlar, Sovyet hükümetinin kuruluşunu açıklarken, Cumhuriyet’in siyasi süreçler bağlamında kurulmasını gündeme getirmekle, onun siyasi bir tahsis olduğunu ispatlamak zorunda kalıyorlardı. Tarihçiler Cumhuriyetin kurulmasına çok fazla dikkat etmediklerini, ancak dönemin tarihçiliği, Azerbaycan’da Sovyet egemenliğinin kurulmasının Cumhuriyet’ten geçtiğini göstermektedirler

XX. After the independence of Azerbaijan in the 90s of the century, the history of the People’s Republic of Azerbaijan began to be investigated. Although many issues related to the history of the Republic have been examined, the issue is not fully investigated. In this context, the establishment of the People’s Republic of Azerbaijan has not been a research topic in the Soviet history. It is worth mentioning that in the Soviet history of 1950-1960, the Azerbaijan Soviet Republic was definitely viewed from the point of view of the establishment of Soviet sovereignty in Azerbaijan. The historians of this era interpret the known event for the activities of the Azerbaijan Communist Party. While describing the establishment of the Soviet power in the context of political processes, the authors are forced to affirm that it is a political institution by bringing up the Republic. Historians do not pay great attention to the establishment of the Republic, but the history of the period shows that the establishment of sovereignty in Azerbaijan passed through the Republic.

17. Yüzyıl Oğuz-Türk Tarihçilik Geleneğinde Metodoloji, Metot, Kaynak, Tarihçi ve Tarih Konseptleri

Seyfeddin Rzasoy

Sayfalar: 585-596

17. yüzyıl yazarı Ebülgazi Bahadır Han`ın “Şecere-i Terakime” (“Türkmenlerin Şeceresi”) eseri eski Oğuz-Türk tarihinin araştırılması açısından değerli kaynaklardan birisidir. XX. yüzyıl bilim adamı için “epik-mitolojik” bilgi sistemi olan “Oğuzname” metni, Ebülgazi Bahadır Han için bütün değeri ile kutsal ve gerçek tarih idi. Ebülgazi, tarihi şüur çağında kozmik çağ şairinin, yani gam-şamanın, yahud Korkut Atanın görevini yerine getirmiştir: ona etnik geleneklerin koruyucusu ve şerhçisi gibi bakılır. Ebülgazi Bahadır Hanın “Şecere-i Terakime” eseri Oğuz etnosunun kozmik yapı hadisesi olarak Oğuz-Türkmen düşüncesinde (dünya modelinde) Töre-Tarih ihtilafinin çözüm aracı olarak ortaya çıkmıştır. Ebülgazi`nin eserin yazılması zamanı uyguladığl “tarihçilik metoduna” göre, her bir halkın tarihi aynı zamanda Türkmenlerin tarihi onun ana dilinde yazılmalıdır. 17. yüzyıl Oğuz-Türkmen şüurunda Mit ve Tarih iç içe, yani ayrılmazdı. Oğuz Han hakkında olan “Oğuzname” destanı sakral etnik şecere gibi algılanıyordu. OğuzTürkmanlar bir etnos, sosyal siyasal sistem gibi “Oğuzname” destanı aracılığıyla onlara ulaşmış “Oğuz Han” şemasına uygun yapılanırlardı. Bu bağlantıda mit, epos ve ritüel 17. yüzyılda Oğuz tarih ilmi ve tarihçiliğinin güncel metodolojik konseptleri olarak algılanmaktaydı.

The XVII century Turkmen historian Abulgazi Bahadir’s “Shajarayi-tarakime” (“Turkmen genealogy”) is one of the most valuable sources from the point of view of the study of an ancient Oghuz-Turkic history. The “Oghuzname” which is the “epicmythologic” information was the sacred and true history for the scientist of XX century Abulgazi Bahadir khan. Abulgazi at the age of historical consciousness fulfilled the function of Gorgud Ata (father) or gam-shaman: so he is addressed as the protector and commentator of ethnic traditions. Abulgazi’s “Shajarayi-tarakime” appeared as the solution of Generate-History conflict, as it was the cosmic structure in the oghuz-turkmen thought (world model). According to the “historical method” used by Abulgazi while the writing of the work, the history of every nations should be written in its mother tounge. Myth and History in the XVII century Oghuz-Turkmen consciousness were intertwined, that is indivisible. The epic “Oghuzname” about Oghuz Khan was still considered sacral athnic genealogy. Oghuz-Turkmen were organized through the scheme “Oghuz Khan”, which came to them through an ethnos “Oghuzname” as the social-political system. From this point of view, the myth, epic and ritual continued to be the actual methodological concepts of the Oghuz historicisim in the XVII century.

Tarihi Bir Vesika Olarak Hac Seyahatnameleri: Moralı Bahtî’nin ‘Manzûme fî-Menâsiki’l-Hacc’ Örneği

Şerife Eroğlu Memiş

ORCID: 0000-0003-2880-8602

Sayfalar: 597-618

Osmanlı dönemi Türk edebiyatında seyahatnameler içerisinde, hac yolculuklarına hasredilmiş metinler önemli bir yer tutmaktadır. Genellikle âlimler ve devlet adamları tarafından yazılan bu seyahatnamelerin telif sebebi hacca gideceklere hac görevinin ifası için gerekli dini bilgilerin yanı sıra yolculuk esnasında ihtiyaç duydukları pratik bilgileri sunmaktır. Ancak müellifler bunun ötesinde yolculuk esnasında yaşadıkları kişisel tecrübelerini ve şahsi gözlemlerini de dile getirmişlerdir. Eser, yazar ve devir ilişkisi açısından bu eserler, Osmanlı toplumundaki farklı grup veya kesimleri tanımada önemli bir yere sahiptirler. Zira bu eserler Osmanlı toplumunu oluşturan ve Müslüman olan her kesimden insan tarafından o kesimin beklenti ve temayüllerine göre kaleme alınmışlardır. Sayıları ve vasıflıları az da olsa bu eserler Osmanlı coğrafyasını, toplumunu ve bireyini tanımamıza yardımcı olabilecek önemli kaynaklardandır. Tezkirelerin, modern tarih ve ansiklopedilerin haklarında çok az bilgi verdiği bu önemli kaynaklar mevcut çalışmalarda ise ya dilbilgisi bakımından incelenmiş ya da İslam fıkhı açısından hac ibadeti pratikleri bakımından değerlendirilmiştir. Bu çalışmada, hac rehberi niteliğinde kaleme alınan on yedinci yüzyıl şâiri Bahtî tarafından telif edilen ‘Manzûme fî Menâsiki’l-Hac’ isimli eserin incelenmesi suretiyle, tarihi bir vesika olarak hac rehberlerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Klasik İran şairi Molla Câmî’nin Hicaz’daki kutsal yerler için yazdığı bazı beyitleri iktibas ederek veya Türkçeye çevirerek eserine katan Bahtî’nin manzum eseri bu çok yaygın türün edebi örneklerinden olması sebebiyle önemsenmiştir. Mekke ve Medine’nin yanı sıra Kudüs ve el-Halil kentlerinde bulunan kutsal mekânların renkli tasvirlerine de yer verilen çalışma, tasvir ettiği mekânları topografyaları ile belgelemekle birlikte, bu anlamda da farklı bir hac rehberi olma özelliğine sahiptir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Öncelikle eser; müellifi, konusu ve bölümleri, dil ve yazılış özellikleri bakımından kısaca tanıtılacaktır. İkinci bölümde, metin yazılış gerekçesi ve içeriği bakımından incelenecektir. Üçüncü bölümde ise, benzer çalışmalarla karşılaştırılarak Bahtî’nin eserinin farklı olarak dönemine dair söyledikleri tahlil edilmeye çalışılacaktır.

Among the travel books recorded in the Ottoman period Turkish literature pilgrimage texts have an important place. Generally, these travel books written by scholars and statesmen are to provide the necessary information for the travel of the pilgrimage, as well as the religious information necessary for the performance of the pilgrimage mission. However, the authors have also voiced their personal experience and personal observations during the journey. In terms of work, writer and transference, these works have an important place in the definition of different groups or sections in Ottoman society. Because these works were made by people from all segments of Muslims who make up Ottoman society according to their expectations and tendencies. If the numbers and qualifications are little, these works are important sources that can help us to recognize Ottoman geography, society and individual. Despite the small numbers and qualities, these works are important sources that can help us to recognize Ottoman geography, society and individual. These important sources, which collection of biographies, modern history books and encyclopaedias give little information on the have been studied either in terms of grammar or in terms of Islamic jurisprudence in terms of pilgrimage practice. In this study, it is aimed to evaluate the pilgrimage books as a historical document by examining the work named ‘Manzûme fî Menâsiki’l-Haj’, which is copyrighted by seventeenth century poet Bahti. Bahtî’s poetry work, which has added some of the couplets written by the classical Persian poet Molla Câmî for the sacred places in Hijaz to his work by quoting or translating it into Turkic, is considered to be one of these very common literary examples. In addition to Mecca and Medina, as well as the colorful depictions of the sacred places in Jerusalem and al-Halil, the study features a different pilgrimage guide in this sense, as well as documenting the places it depicts with topography. In this context, the study consists of three parts. First of all, the work will be briefly introduced in terms of the author, its subjects and sections, language and spelling characteristics. In the second part, the text will be examined in terms of reason and content. In the third chapter, it is tried to compare what Bahtî says about his period differently from his work by comparing it with similar works.

Azerbaycan’ın Hanlıklar Dönemi Tarihinin İncelenmesi Durumuna İlişkin

Tofig Mustafazade

Sayfalar: 619-644

1840’lı yıllarda ortaya çıkan ve tarihde “Karabağnameler” adı ile tanınan eserler, Ortaçağ kroniği ruhunda yazılmıştır. 1920’de Kuzey Azerbaycan’da Sovyet Hükümeti’nin kurulmasından sonra ülkemizde mesleki tarihçilik ortaya çıkmaya başlasa da, bu dönemde tarihe sınıfsal bir yaklaşım gibi önyargılı yaklaşım ve hanlara irtica temsilcileri, hanlıklar dönemine ise derebeylik dönemi olarak bakıldığından söz konusu dönemin kabul görmesi onyıllarca sürdü. 40’lı yılların sonunda, bir istisna olarak konusu Karabağ Hanlığı’nın tarihi olan iki doktora tezi yazılmıştı. Sadece 60-80’li yıllarında Rusya arşiv belgelerine dayanılarak bir sıra hanlıkların – Guba, Şeki, Talış (Lenkeran), Urmiya ve Maku hanlıklarının tarihi hakkında, aynı zamanda Güney hanlıklarının tarihini kısaca yansıtan araştırmalar ortaya çıktı. Bu eserlerde hanlıkların Rusya ile olan ilişkileri abartılmış, hatta onların Rusya tarafından işgaline hakk verilmişti. Bağımsızlık döneminde (1991’den sonra) Hanlıklar döneminin kapsamlı ve derinden araştırılmasına başlanıldı. Nahçıvan, İrevan, Guba, Karabağ, Bakü, Şamahı, Gence ve Lenkeran (Talış) hanlığı hakkında kitaplar yayınlandı. Bazı eserlerde hanlıkların sosyo-ekonomik ilişkileri vb. meseleler incelenmiştir. Hemyazarlar tarafından yazılan “İrevan Hanlığı: Ermenilerin Kuzey Azerbaycan Topraklarına Göç Ettirilmesi” adlı eserde, günümüzde Ermenistan Cumhuriyeti’nin yerleşdiği toprakların eski çağlardan beri kadim Azerbaycan toprakları olması, ama bu toprakların Rusya işgalinden sonra buraya göç ettirilen Ermenilerin hesabına burada Ermeni nüfusun kademeli olarak çoğalması inkar edilemez gerçekler ve argümanlar ile kanıtlanmıştır

Scientific works emerged in 1840’s and known as “Karabakhname” in the history were written in middle age annals mood. Although professional historiography was formed after the establishment of Soviet authority in the Northern Azerbaijan in 1920, the above mentioned period wasn’t investigated during decades as there were preconceived approaches to history such as class stratification, and also khans were presented as reaction representatives and khanates were classified as a period of feudal lords. In the of 1940’s two PhD works were written about Karabakh khanates as an exception. Only in 1960-1980’s research works emerged where historical information about some khanates such as Guba, Shaki, Talish (Lankaran), Urmiya and Maku, and short history of some southern khanates were described according to materials collected at Russian archives. During the independence after 1991, the new ere began for deeper and comprehensive investigation of khanates. Books were printed about Nakhchevan, Iravan, Guba, Baku, Karabakh, Shamakhi, Ganja and Talish (Lankaran) khanates. In some works, social-economic relations and other issues were investigated. In comprehensive scientific work “Iravan khanates: the relocation of Armenians to the Northern Azerbaijan territories” which was collectively written by authors it is mentioned that the territories where current Armenian Republic was established are historical Azerbaijan territories, and the number of Armenians was gradually risen on behalf of Armenians which were moved here after the Russian occupation. This information is based on undeniable facts and evidences.

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Osmanlı’da Yerel Tarih Çalışmaları ve Yerel Tarih Yazarı Olarak Muallimler

Yurdal Demirel

ORCID: 0000-0002-0820-7642

Sayfalar: 645-684

Yerel tarihi, belirli bir zamanda ve mekândaki insanların bilgisi olarak tanımlayabiliriz. Bir devletin, bir kontluğun, bir ilçenin, bir kentin ya da diğer yerel alanların veya orada yaşayan insanların tarihi yerel tarihin konuları arasında yer alır. Kişileri yerel tarih alanında çalışma yapmaya iten temel neden, çalışma yapılan mekânı diğer benzeri mekânlardan farklı kılan sahip olduğu kendine özgü niteliklerdir. Bir diğer önemli neden ise kişinin yaşadığı mekâna olan aidiyet duygusudur. Türkiye’de yerel tarihin önem kazanması 1870’li yıllardan itibaren başlamıştır. Tanzimat döneminden önce de bazı şehirlerin özellikle yöneticileri hakkında bilgiler içeren yerel tarih çalışmalarının var olduğu bilinse de bu türden eserlerin çoğalmaya başlaması Tanzimat Dönemi ile birlikte meydana gelmiştir. Bu dönemde özellikle büyük Osmanlı şehirlerinde modernleşmenin görüldüğü bir süreçtir. Şehirlerdeki modernleşmeyle birlikte belediyelerin kurulması, modern eğitim kurumlarının kurulması, posta telgraf teşkilatının oluşması, vilayet matbaalarının açılması, şehir gazetelerinin çıkmaya başlaması bu döneme rastlar. Özellikle vilayet salnamelerinin yayınlanmaya başlanması ile birlikte yerel tarih yazıcılığı açısından bu salnameler yerel tarih yazarları için zengin malumat sağlamıştır. İşte böyle bir ortamda yerel tarihlerin yazılması için gerekli sosyo-kültürel ortam ortaya çıkmıştır. İmparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, Bursa, Edirne şehirleri başta olmak üzere ülkenin birçok şehri ile ilgili yerel tarih çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmaları yapan kişilere mesleki açıdan baktığımızda özellikle asker kökenli olanlar, doktorlar ve muallimler başta olmak üzere değişik kamu kurum kuruluşlarında çalışanların yerel tarih alanında eserler meydana getirdiklerini görmekteyiz. Çalışmamızda genelde Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar geçen seksen dört yıllık süreçte şehir tarihi/yerel tarih alanında meydana getirilen eserler; hakkında eser verilen şehirler, yazarların meslekleri, yazıldıkları yıllar gibi değişik konularda istatistiki bilgiler verilerek anlatılacaktır. Özelde ise yerel tarih yazarlığında muallimlerin yeri ve bu muallimlerin hayat hikâyeleri ile meydana getirdikleri eserler ile bu eserlerin içerikleri ve ön plana çıkan özellikleri hakkında bilgiler verilecektir.

We can define the local history as, people’s knowledge of a specific time or place ( such as village, demos, town, city). The history of a state, shire, country, city or other local campus or people who lives there takes place among the matters of the local history. In other words, local history is the story of local subject. The main reason pushes people to study in the field of local history is the idiosyncratic qualifications that makes the workplace (village, demos, town, city etc.) different from similar places. Yet another important reason is the sense of belonging to the place where that person lives. Local history started to gain importance in the Turkey from 1870’s. Even if the existence of local historic studies especially contains informations about heads of some cities before the tanzimat period era is known, reproduce of these studies started with the tanzimat period era. This era is a period that the rationalization is seen especially in the big cities of Ottoman. Municipalities’ establishment, modern educational institutions’ establishment, post and telegraph organization’s asire, city papers’ arise with the rationalizations in the cities runs across this era. Especially with the publish of the province annuals, this annuals had provided a wealthy information for local history writers in the terms of local historiography. Like so in a setting like that the necessary sociocultural setting had arised. İstanbul, Bursa, Edirne where had capitalized the empire being in the first place, local historic studies had been made about many cities of the country. When we look at the people who made this studies avocationally, we see that especially the ex-soldiers, doctors and teachers being in the first place the workers in the varied state institutions and organizations are creating works in the field of local history. In our study, generally statistical informations about varied issue such as the works that had created in the period from Tanzimat to Republic of eighty-four years; the cities where works about them are given, the writers’ occupations, the year they had written will be given and told. But in private, the informations about teachers location and the works which this teachers created with their life stories with this works contain and its prominent specialties will be given

Batum Sancağı’nın Mufassal Defteri

Zaza Şaşikadze

Sayfalar: 685-694

XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Gürcü kaynaklarında Batum tarihi hakkında çok az bilgi vardır. Batum tarihinin bu eksikliklerini gidermek için, Osmanlı kaynaklarının yeri büyüktür. Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivinde 122 numaralı olarak kayıtlı olan ve günümüzde bilim çevresinde bilinmemekte olan Batum Sancağı’nın Mufassal Defteri Batum ve bölge tarihi için önemli bir referans kaynaktır. Kaynak 178 el yazması sayfadan oluşmakta ve Batum sancağında bulunan köyler kaydedilmektedir. Batum Sancağı’nın Eylül 1704 tarihli Mufassal Defteri’nin “B” sayfasında Batum ve çevresinde bulunan köyler hakkında önemli bilgilere yer verilmiştir. Bu bilgilere göre, bölge son zamanlara kadar Gurieli hükümeti sınırları içerisinde yer almaktaydı. Bahsettiğimiz belge söz konusu olan Batum şehrinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetine tam olarak ne zaman girdiğini belirlemek için oldukça önemlidir. Batum’u Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giriş tarihine ilişkin farklı görüşler vardır. Bazı görüşlerine göre Batum, Osmanlı İmparatorluğu’na XV. yy. ortalarında girmiştir, diğer görüşlere göre ise 1703 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na katılmıştır. Bu bildiri metninde bahsedeceğimiz mufassal defter, ikinci görüşün doğruluğunu sağlamlaştırmaktadır. Diğer Osmanlı kaynaklarının tahlili yapılırken, XVI. yüzyıl ortalarında Osmanlı İmparatorluğun ve Gurieli Krallığı’nın arasındaki sınır, Batum’un yakınlarında bulunan Çoruh nehrinden ortaya koymaktadır. Gonio/Gönye kalesinin ismi, tarihçiler tarafından bazen Batum olarak da geçmektedir. Nüfus defterlerine göre, o dönemde Gonio/Gönye Batum’dan daha kalabalık nüfusa sahipti. 1830 yılında Sultan II. Mahmut döneminden bir nüfus defterlerine göre, Batum henüz küçük bir yerleşim bölgesidir ve burada yaklaşık 400 kadar kişi yaşamaktadır. İncelendiğimiz defter kayıtlarına göre; XVIII. yüzyılın başlarında Batum Sancağının sınırları, Batum çevresinden başlayarak, Karadeniz kıyılarına doğru, batı yönüne Atina (bugün ki Pazar)’ya kadar uzanmaktadır. Bahsi geçen belgelerde kayıt altına alınmış hane sayısı bu bölgenin demografik durumunu göstermektedir. Ayrıca vergi sisteminin incelenmesi, nüfusun dini çeşitliliği de göstermektedir. Bu bildiri esnasında referans olarak aldığımız mufassal defteri daha önce yayımlanmadığı için söz ettiğimiz bilgiler yenidir, dolayısıyla hem Gürcü tarihi hem de Türk tarihiiçin büyük önem arz etmektedir. Defterin ortaya çıkması bilim çevresinde bu bölgenin bilinmeyen yönlerini göstermek amacıyla önemli katkıda bulunacaktır.

Since the end of the XVI century we have got a very little information about the history of Batumi in Georgian sources. The large number of Ottoman documents that can be found in archives and bookstores of the Republic of Turkey is of great importance. In the archive of Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü of Ankarathe Extended Log of Batumi Liva is preserved under the 122 which has not yet been introduced into scientific circulation and is an important document for the history of Batumi and the region. The document consists of 178 handwritten pages and describes the villages of the Batumi Sanjak. On the page B of the log we can see an extended text dated September 1704, where there is interesting information about Batumi and the village in its suburbs. It says that the area was part of the Kingdom of Gurieli until recently. This reference is important for determining the dates of subordinating Batumi to Ottoman Empire, as there was a different opinion in the scientific literature on this date. The part of the scientists believed that Batumi entered into Ottoman empire in the middle of the XVI century, while others named 1703 year. We think that the abovementioned note reinforces the second opinion. Furthermore, on the basis of the analysis of other Ottoman sources, in the middle of the XVI century, the border between the Ottoman Empire and the Kingdom of Gurieli was on the river Chorokhi near Batumi. The Gonio Fortress, often historically referred to as Batumi, was a much larger settlement than the present city of Batumi. In the 1830s, according to the census documents of Sultan Mahmud II, Batumi was still a small settlement and only about 200 men lived in it. According to the documents analyzed by us, in the beginning of the XVIII century, the limits of Batumi Liva extends to the west coast of the Black Sea, including Atina (today’s Pazar). The document provides a description of the given territory, which allows us to see the demographic picture of the district. Individual tax analysis reveals the religious picture of the population. The document is interesting in many aspects and as we have already mentioned, it is a novelty and important for Georgian and Turkish historical literature. Its introduction in scientific circulation will reveala lot of unknown issues.

Hakani Şirvani Yaradıcılığında Tarihilik

Zeynalova Elnara

Sayfalar: 695-708

XII əsrin klassik şairi Xaqani Şirvani orta əsrlərdə Şərqdə aparıcı dillər olan ərəb və fars dillərində gözəl əsərlər yaratmışdır. Bu əsərlər müasir dövrdə belə öz aktuallığını qoruyub saxlayaraq, həm Şərq, həm də Qərb alimlərinin diqqətini cəlb etmişdir. Şairin yaradıcılığının tədqiqatı ilə məşğul olan alimlərin fikrincə, Xaqaninin fikirləri mürəkkəb, dili isə çətindir. Məhz buna görə də, şairin yaradıcılığı daim yeni yanaşmalar tələb edir. Bu fikir xüsusilə də, Xaqaninin ərəb dilində yazdığı əsərlərə aiddir. Bu əsərlər Şərq tarixinə aid müxtəlif məlumatları ehtiva edir. Məqalədə şairin ərəbcə yazdığı əsərlər araşdırılmış və orada rast gəlinən tarixi məlumatlara aydınlıq gətirilmişdir

The classic poet of the 12th century Khagani Shirvani created beautiful works in Arabic and Persian, which were leading languages in the East in the Middle Ages. These works attracted the attention of both Eastern and Western scientists, while maintaining their relevance in present time. According to scientists of investigated poet’s creativity, Khagani’s thoughts are complicated and the language is difficult. Therefore, the poet’s creativity always requires new approaches. This is especially related with works which was written by Khagani in Arabic. These works contain various information about Eastern history. In this paper has been investigated the poems written by the poet in Arabic and was clarified the historical information observed in it.