XVIII. Türk Tarih Kongresi Cilt XI

XVIII. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler ( XI.Cilt )

Tarihi Coğrafya

Hazırlayanlar : Semiha NURDAN – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi :
Yayınlayan : Türk Tarih Kurumu
eISBN : 978-975-17-5122-5 (11.c) - 978-975-17-5111-9 (tk.)
Sayfa: 409
Konular : Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

“Türk ve Türkiye tarihini çağdaş, sosyal bilim anlayışıyla araştırmak ve yaymak; bu alandaki araştırmaları desteklemek ve toplumdaki tarih bilincini geliştirmek” misyonu çerçevesinde faaliyetlerini yürüten Türk Tarih Kurumu, milli bir tarihsel kimliğin oluşmasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Dünyayı hâkimiyeti altına alan küreselleşme süreci, köklü millî ve manevi değerleri olmayan veya bunları gereği gibi koruyamayan kültürleri yok ederek milletleri öz kültürlerinden uzaklaştırabilmektedir. Gerek dünyada gerekse bulunduğumuz coğrafyada yaşanan olaylara bakıldığında tarih ve millî kültür bilincine sahip, geçmişten ders çıkarmayı bilen milletlerin her türlü zorluğa karşı kendi varlıklarını korudukları görülecektir. Bu nedenle Türk Tarih Kurumunun insanlığa, tarihe ve geleceğe karşı görev ve sorumlulukları oldukça önemlidir. Bu bağlamda, Kurumumuzun görev ve sorumluluklarında biri de yeni buluşları ve bilimsel konuları tartışmak üzere toplantılar, kongreler düzenlemektir. Bu toplantı ve kongrelerin en önemlisi Türk Tarih Kongreleridir. Dünyada kendi alanında en saygın kongreler arasında yer alan Türk Tarih Kongreleri, Türk tarihi ile Türkiye tarihinin önemli olaylarının aydınlatılmasına büyük katkılar sağlamış, ülkeler ve insanlar arasındaki kültürel bağların kurulmasına ve geliştirilmesine de olumlu hizmetlerde bulunmuştur.

BİLDİRİLER - SEKSİYON XXI ( TARİHİ COĞRAFYA )

9. ve 13. Yüzyıllar Arası Çukurova’da Yerleşme ve Ticaret Yolları

Abdullah Balcıoğulları

ORCID: 0000-0002-5462-5968

Sayfalar: 01-13

Günümüz Türkiye’sinde nüfus ve yerleşme bakımından oldukça önemli bir yeri olan Çukurova, tarih boyunca iklim, toprak yapısı, konum ve taşıdığı diğer özelliklerinden dolayı insanların yaşamayı tercih ettikleri bir alan olagelmiştir. Seyhan ve Ceyhan gibi Anadolu’nun iki önemli akarsuyunun taşıdığı alüvyonlardan dolayı verimli toprakları, suyun varlığı ve olumlu iklim şartlarının da bir araya gelmesiyle gerek Anadolu gerekse Orta Doğu coğrafyasında ele geçmez bir ortam olarak adını duyurmuştur. Bereketli tarım arazilerinin üzerinde kaleler kurulmuş ve çeşitli yönlerden gelen ticaret yolları bu alanda kesişmiştir. Çukurova’nın zengin toprakları ve iklim özelliklerinin yansıra bulunduğu konum bu bölgenin erken dönemlerden itibaren yerleşilmesini sağlamıştır. Günümüzde Türkiye’nin büyük şehirlerinden biri olan Adana geçmişteki ticaret yollarının kesişme noktasında olma özelliğini halen devam ettirmektedir. O dönem Adana’yı önemli kılan Seyhan Nehri üzerinde yer alan köprü gerek doğudan gerekse batıdan gelen ticaret yollarının yönünü bu şehre çevrilmesini zorunlu kılıyordu. Bu çalışma tarihi coğrafya alanında bir çalışmadır. Tarihi coğrafya ise, geçmişte herhangi bir dönemin coğrafi özelliklerinin günümüz teknik ve prensipleriyle araştırılması ve ulaşılan sonuçların günümüzle ilişkilendirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu çalışmada günümüzde gerek ticaret gerekse yerleşme açısından oldukça önemli yeri olan Çukurova’nın 9 ve 13. yüzyıllar arası coğrafi özellikleri, önemli yerleşmeleri ve buradan geçen ticaret yollarının güzergâhı araştırılmıştır. Bu amacı gerçekleştirmek için 9 ve 13. Yüzyıllar arası yolu bu alandan geçen coğrafyacıların Arapça el yazma eserleri incelenmiş; başlıca yerleşmeler ve buradan geçen ticaret yollarının güzergâhları araştırılarak coğrafi özellikleri ortaya konulmuştur. Yapılan araştırma ile 9 ve 13. yüzyıllar arasında Çukurova’da Misis, Kozan (Sis), Adana ve Anavarza (Aynzerba) şehirlerinin önemli olduğu, fakat Misis ve Kozan’ın ise günümüze göre ekonomik, stratejik ve askeri açıdan daha etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çukurova’da yer alan şehirler Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra nüfus ve ekonomik açıdan desteklenmiş, bunun sonucunda ekonomik hayat canlanmıştır.

Today, Çukurova in Turkey has a very important place in terms of population and settlement. Throughout history, climate, soil structure, location and other characteristics have made it an area where people prefer to live. Due to the alluvial deposits of two important rivers such as Seyhan and Ceyhan, fertile soils, presence of water and favorable climatic conditions have brought together and it has been known as a very important environment both in Anatolia and the Middle East geography. The castles were built on fertile agricultural land and trade routes from various directions intersected on this area. The location of Cukurova’s rich lands and climatic characteristics has enabled this region to be settled from the earliest times. Nowadays the distinction of being one of Turkey’s largest cities Adana at the crossroads of trade routes in the past that still continues. The bridge on the Seyhan River, which was important for Adana in that period, necessitated the turning of the trade routes from both the east and the west. This work is a study in historical geography. Historical geography can be defined as researching the geographical features of any period in the past with the techniques and principles of the present, and associating the achieved results with the present. In this study has been researched important settlements and the routes of trade, the geographical features of Çukurova between the 9th and 13th centuries. The purpose of this study is to exhibit the historical geography of Çukurova through the eyes of Arab travelers and geography books by examining their travel books written in Arabic between the 9th and the 13th centuries. A view of Çukurova as it was approximately a thousand years ago was tried to be revealed by using various resources. It was understood that between the 9th and 13th centuries, the cities of Misis, Kozan (Sis), Adana and Anavarza (Aynzerba) in Çukurova were important and but Misis and Kozan are more influential economically, strategically and militarily than today. Cities in Cukurova were conquered by Muslims and then supported by population and economics; as a result the economy has developed.

Henry Morton’un Seyahatnamesi’nde Türkiye Cumhuriyeti

Cavid Qasimov

ORCID: 

Sayfalar: 15-26

Henry Kanova Vollam Morton, ünlü İngiliz gazeteci ve seyyahıdır. 1930’lu yıllarda, Yakın ve Orta Doğu ülkelerine(Mısır, Filistin, Irak) seyahatleri sırasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Adana, Tarsus, Konya, İzmir ve İstanbul gibi tarihi ve kültürel bakımdan çok zengin birikime sahip olan şehirlerinde bulunarak modern Batı ülkeleri okurları için çok ilginç bir seyahatname hazırlamıştır. Seyahatname’de Türkiye Cumhuriyeti’nın kurulması ve M.K. Atatürk tarafından yapılan modern reformlarla ilgili bilgiler yer almaktadır. Bildiride, Henry Kanova Vollam Morton’un “Kahire’den İstanbul’a Ortadoğu’ya Seyahat” eserinde Türkiye Cumhuriyeti ve onun şehirlerinin tarihi ve kültürü ile ilgili verilen bilgiler genel hatları ile irdelenecektir.

Anadolu Türk Yer – Mevki ve Şahıs Adları İçin Değerli Bir Kaynak: Amasya Sultan II. Bâyezid İmâreti Hudûdnâmesi

Cevdet Yakupoğlu

ORCID: 0000-0002-9637-6314

Sayfalar: 27-57

Sultan II. Bâyezid’in oğlu Amasya sancak beyi Şehzade Ahmed, bu şehir merkezinde babasının adına bir imâret (II. Bâyezid Külliyesi) inşâ ettirmiştir (1486). İmâretin 1496 tarihli Arapça vakfiyesinin ekinde bulunan Türkçe Hududnâme’de tesisin vakıflarının bulunduğu Amasya, Samsun, Ankara, Çorum, Çankırı, Kastamonu, Sinop, İnebolu ve Mudurnu yörelerindeki vakıf arazilerinin sınırları ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Burada zikri geçen vakıf köylerinin ve mevkilerin büyük kısmı Türkçe isimler taşımaktadır. Bahsi geçen bu isimlerin Türk ad bilimi (toponomi) açısından incelenmesinde büyük fayda görülmektedir. Çünkü bu adlandırmalar, o dönemki devlet otoritesinin resmî kayıtlarıdır ve son derece ayrıntılı tanımlarla o mevkiin yeri tayin edilmiştir. Bu çerçevede II. Bâyezid İmâreti Hududnâmesi, XV. yüzyılda Türklerin Anadolu’da iskân organizasyonunda geldikleri son noktayı göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Bunun yanında hududnâmede geçen şahıs isimleri ile diğer tanımlar da günümüzden altı asır önce Kuzey Anadolu’da kullanılan Türkçenin hususiyetlerini gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla Türk dil bilimi uzmanları açısından da bu belge eşsiz bir kaynak niteliğindedir. Bu çalışmada, II. Bâyezid İmâreti Hududnâmesi’nde zikri geçen yer- mevki ve şahıs adları, Anadolu Türk iskân tarihi ve toponomi bilimi açısından değerlendirilmiştir.

Shahzada Ahmed, sanjaq-bey of Amasya and son of Bayazid II, built an imaret bearing his father’s name (Kulliye of Bayazid II) in 1486. In attach of the Arabic waqfiyya, there is a Turkish Hududname including borders of the foundation’s areas which are located in Amasya, Samsun, Ankara, Çorum, Çankırı, Kastamonu, Sinop, İnebolu and Mudurnu. Waqf villages in Hududname bear Turkish names. As these namings being in official documents of governance in their respective era and indeed, designated with detail descriptions, they are substantial subject for Turkish toponymical studies. With this aspect, it is essential that Hududname of Bayazid II’s imaret shows the top point of the organization of Turkish settlement in the XVth century. Also, in the context of anthroponymy, Hududname indicates Turkish names as illustrating usage of Turkish in Nothern Anatolia from six centuries ago. For this reason the document has a great importance for Turcologists. In this study, toponymical and antroponymical approach on Hududname has been applied and it is considered with the aspect of Turkish settlement history in Anatolia.

Antik Kafkas Coğrafyasında Albanya Devleti

Ellada Bekirova

ORCID: 

Sayfalar: 59-75

Güney Kafkasya dünyanın en eski insan yerleşim yerlerinden birisidir. Bu coğrafyada bulunan en eski insan kalıntıları günümüzün Azerbaycanında, onun Karabağ ilçesinde bulunmuştur. Geçen zaman içerisinde Kafkasya bir çok uygarlıklara anavatan oldu, burada çok sayıda etnik grub kendi devletini kurdu. Antik cağda bu coğrafyada kurulan devletlerden birisi Albanya devletidir. Bir zamanlar bu devleti Balkanlardakı Albanya devletinden ayırmak amaçlı Kafkasya Albanyası terimi üretildi ve şimdi de kullanılıyor. Antik Albanyanın sınırları çağdaş Azerbaycan Cumhuriyyetinin arazisinin tamamını, çağdaş Ermenistan ve Gürcistan devletlerinin bazı doğu kısımlarını, Dağıstanın güneyini kapsamış olmuştur. Albanya hükümdarlarının isimlerine m.ö. 1-ci asrın kaynaklarında, Roma devletinin doğu seferiyle ilgili rastlanılmaktadır. Lakin m.ö. 4-cü yüzyıl olaylarında Albanyanın etnik qrublarına dahil olan uti, sakasen, albanların isimlerine antik yazarların eserlerinde rastlanılmaktadır. Albanya ve albanlarla ilgili bilgiler antik yazarlardan Strabonun, D.Cassiusun, T.F.Josephusun, K.Batlamyusun eserlerinde yer almakta. Albanyanın tarihi coğrafyası ile en kapsamlı bilgiler ise Strabo ve Batlamyusun eserlerinde. Albanyanın batı komşusu iberlerin antik devleti-İberya olmuş, sınırları batıda İberyadan başlamış, doğuda Hazar denizine kadar uzamıştır. Kuzeyde sınırları Kafkasya dağlarının en yüksek zirvelerine-Keraun dağlarına kadar, güneyde Aras nehrine kadar uzamıştı. Albanya arazisinde antik yazar Batlamyus 29 yerleşim alanı-şehrin ismini kayd etmiş, onların coğrafi kordinatlarını “Coğrafya” isimli eserinde göstermiştir. Aynı dönem için İberyada 10 yerleşim alanını kayda almıştır. Albanyanın merkez şehri Kabalaka (çağdaş Qebele) şehri olmuş, ahalisi albanların yanı sıra, 26 tayfadan ibaret olmuştur. Bunlardan uti, qarqar, kaspi, gel, sakasen, kadusi, sod, lupenlərin isimleri antik yazarların eserlerinden bilinir. Albanya devletinin Makedonya imparatorluğunun çöküşünden hemen sonra ortaya çıktığı olasılığı olsa bile, onun kesin kurulma tarihi bilinmiyor. Antik Albanya yaklaşık m.s. 3-cü yüzyılın 20-cı yıllarında İran bölgesinde kurulan Sasani imparatorluğunun etkisi altına düşse bile siyasi varlığını koruya bildi. M.s. 7-ci yüzyılda hükümdar Cavanşirle yeniden yükseldi. M.s. 8-ci asrın başlanğıcında ise arabların yürüşü ile bağımsızlığına son verildi.

An Ottoman Map of Ottoman-Austrian Demarcation in the Area of Eyalet of Bosnia After the Svishtov Peace Treaty (1791-1795)

Elma Korić

ORCID:

Sayfalar: 77-88

During the Early Modern Period, the area of the Eyalet of Bosnia represented one of the most turbulent Ottoman boundaries towards the Ottoman rivals the Habsburg Monarchy and the Venetian Republic. The borders in that area have been significantly changing after every major war. After the Zistova Peace Treaty of 1791 north-western part of the Eyalet of Bosnia was the area in which the new Ottoman-Austrian border was to be established. According to the Treaty, a part of the territories of the Eyalet of Bosnia, namely fortresses Cetin and Drežnik with their area, should belong to Austria. Therefore, immediately after the signing of the Treaty, bilateral demarcation commissions were formed. Demarcation process lasted untill the end of 1795. During that process several Ottoman map of the area were drawn. Due to Austrian and other claims on the Bosnian territory, attempts at mapping of Bosnia were reported very early. However, there are rare examples of Ottoman maps presenting the territory of the Bosnian eyalet. Four smaller maps are stored in The Ottoman Archives of the Prime Ministry (Başbakanlık Osmanlı Arşivi) in Istanbul. They were created during the demarcation process after the Zistova Peace Treaty of 1791. In this paper, one of those maps of Ottoman production in this process was analyzed. The map shows the territory arround the fortress Cetin and several versions of the boundary line that was negotiated during the demarcation process.

Antikçağ’da Anadolu’nun Güneydoğusundan Doğu Akdeniz’e Uzanan Ticaret Yolları

Ercüment Yıldırım

ORCID: 0000-0001-5376-4061

Sayfalar: 89-108

Akdeniz dünyasının tamamını bir yönetim altında toplamayı başaran Roma İmparatorluğu sağlamış olduğu merkezi otoriteyle Antikçağın en etkin ticaret sistemini ve yol ağını kurmuştur. Fırat Nehri’nin batısından, Atlas Okyanusuna; Orta Afrika’dan Kuzey Avrupa’ya kadar uzanan Roma yolları askeri amaçlara hizmet ettiği gibi ticaret için de kullanılmıştır. Antik dönemde ticaret, bir bölgede üretimi yapılan ürünlerin başka bölgelerdeki pazarlara ulaştırılmasından ibaretken, Roma İmparatorluğu’nun başkentinde yaşayan zengin azınlığın taleplerini karşılamak için daha uzak coğrafyalardan getirilen ipek, baharat ve fildişi gibi kıymetli ürünler ile uzak mesafeli ticaret başlamıştır. Uzak mesafeli ticaretin gelişmesiyle talep edilen kıymetli ürünlerin o dönemdeki kaynağı olan Çin’den yola çıkan ticaret kervanlarının Part ülkesinden geçerek Akdeniz’e ulaşması için kullanılan en önemli yollardan biri Roma’nın hakimiyetindeki Suriye Eyaleti’nin kuzeyinden geçen yol olmuştur. Bu yol üzerinde doğudan batıya Nisibis, Batnae, Edessa, Zeugma ve Antioch şehirleri bulunmaktadır. Roma ticaretinin büyük kısmı, kara ticaretine göre daha ucuz ve güvenli olan Akdeniz’deki ticaret gemileri ile yapılmaktaydı. Fakat deniz ve nehir yolunun kullanılamadığı Anadolu’nun güneydoğusu gibi coğrafyalar ticari öneminden dolayı Roma’nın otoritesini devam ettirmeye çalıştığı bölgeler olmuştur. Roma imparatorları ülke ekonomisinin temeli olan ticaretin aksamaması için bu bölgelere yollar, köprüler ve askeri kontrol noktaları inşa ettirmiş ve güvenlik boşluğu oluşmaması için lejyonlar yerleştirmiştir. Ayrıca Edessa, Zeugma ve Nisibis gibi şehirlerde büyük pazar yerleri kurulmuştur. Roma’nın bölgedeki tüm şehirlerini birbirine bağlayan yollar olmasına rağmen ticaret için en sık kullanılan güzergah, Part ülkesinden ayrıldıktan sonra Nisibis (Nusaybin) ve Edessa (Urfa) kentlerinden ilerleyip Fırat Nehri’ni Zeugma’dan aşıp Cyrrhus üzerinden Antioch’a ulaşan yoldur. Bunun dışında kuzeyden Amida ile Melitene’den gelip Samosata üzerinden Fırat’ı geçip Antioch ulaşan bir diğer önemli güzergah kullanılmıştır. Bu çalışma, Antikçağda Çin ve Hindistan’dan başlayıp Part ülkesini geçip Akdeniz’e ulaşan uzun mesafeli ticaret yollarının Anadolu’nun güneydoğusundaki kısmının lokalizasyonu ile bu yol güzergahları üzerinde bulunan şehirler hakkında antik kaynaklar referans alınarak bilgi vermeyi amaçlamaktadır.

The Roman Empire, which succeeded in totaling the Mediterranean world under a rule, established the most efficient trade system and road network of the Antiquity by the central authority, which he provided. From the west of the Euphrates, to the Atlantic Ocean; Roman roads from Central Africa to Northern Europe served military purposes as well as trade. While trade in antiquity was apart of products produced in a region were transported to markets in other regions, long distance trade began with precious goods such as silk, spices and ivory brought from long distant areas to meet the demands of the rich minority living in the capital of the Roman Empire. One of the most important routes used by trade caravans from China, which was the source of precious goods demanded by the development of long distance trade, passed through the Parthian country and reached the Mediterranean, that was the route through the northern part of the Roman province of Syria. On this route are the cities of Nisibis, Batnae, Edessa, Zeugma and Antioch from east to west. Most of the Roman trade was made with merchant ships in the Mediterranean, which was cheaper and safer than the land trade. But regions like Southeastern Anatolia, where the sea and river route could not be used, have been regions where Rome tried to maintain its authority because of its commercial significance. The Roman empires, built bridges and military control points, and set up legions to prevent security breaches, in order to prevent trade, which is the basis of the country’s economy. In addition, major market places such as Edessa, Zeugma and Nisibis were established in the cities. Despite the fact that there are ways to connect all the cities of Rome, the most common route for commerce is the route from Nisibis (Nusaybin) and Edessa (Urfa) after the departure of the Parthian country, passing the Euphrates from Zeugma and reaching Antioch via Cyrrhus. Apart from this, another important route which came from Amida and Melitene from the north and crossed the Euphrates via Samosata and reached Antioch was used. This study aims to give information about the localization of the part of the long distance trade routes starting from China and India in Antiquity and passing the Parthian country and reaching the Mediterranean to the southern part of Anatolia and the cities on these road routes with reference to ancient sources.

Tahrir Defterlerine Göre Şumnu Kazasında İsmi Değişen Yerleşmeler

Hasan Hüseyin Yılmaz

ORCID: 

Sayfalar: 109-130

Osmanlı klasik döneminin en önemli kaynakları olan tahrir defterleri incelendiğinde önemli coğrafi bilgilere ulaşmak mümkündür. Bunlardan bir tanesi de yerleşmelerin isimlendirilmesidir. Nitekim, Niğbolu Sancağına bağlı bir kaza olan Şumnu tahrir kayıtlarında bunları açıkça görmek mümkündür. XV. yy sonlarında hazırlanan sahaya ait en eski defterlerden itibaren bazı yerleşmelerde “nam-ı diğer, dahi derler” zarflarıyla birden fazla ismin kullanıldığı, bu durumun XVI. yy’da devam ettiği, bahsedilen yy sonlarında ve XVII. yy’da ise bu isimlerden bir tanesi benimsenirken diğerlerinin ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. XV. Yy sonlarında hazırlanan defterlerde bu kapsama giren isimlendirmelerde genel olarak boşalan bir yerleşmeye saha dışından gelen nüfusla birlikte yeni isimler verilmesi, bunun yanında eski ismin de varlığını devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Bu isimlerin en önemli özelliği bir tanesinin yabancı, diğerinin ise Türkçe olmasıdır. Diğer taraftan XVI. Yy da sahaya dışarıdan yapılan iskân neticesinde var olanlara yenilerinin eklendiği görülmektedir. Bunların en önemli özelliği ise aynı yerleşme için kullanılan farklı isimlerin genelinin Türkçe olmasıdır. Defterler incelendiğinde bunlarda yerleşmeyi oluşturan oba ve hane sahibi olan erkek çocuklarının isimleri, coğrafi isimler, resmi görev, dini şahsiyet, meslek, obaların göç ettiği yerlerin isimleri görülmektedir. Bu tür isimlendirmelerden özellikle aynı obanın çocuklarına izafeten verilenlerin sonraki yy da farklı yerleşmelerde varlığını devam ettirdiği görülmekteyken, diğerlerinde ise bir tanesinin varlığını koruduğu diğerlerinin kullanılmadığı görülmektedir. Bu dönemde büyük yerleşmelerin yakın çevresinde ortadan kalkan köy isimlerinin ve demografik değişimin yerleşme isimlerine yansıdığı da görülmektedir. Bazı yerleşme isimlerinde ise herhangi bir zarf kullanılmamasına rağmen dilin devingenliğine bağlı olarak XVII. Yy da direk değişiklikler olduğu görülmektedir. Bahsedilen durumlar sahanın tarihi coğrafyasına ait önemli ipuçları taşıması bakımından önemlidir.

It is possible to reach significant geographical informations by analysing tahrirs which are the most important sources of the Ottoman Classic Period. One of them is denomination of locations. Hence, in Shumen, a town of Niğbolu Sanjak, it is clearly observed. It was implied that in some habitations more than one names were used with “alias, also known as” adverbs with the oldest tahrirs prepared at the end of the XV century. This situation continued in XVI century and one of these names was adopted at the end of this century and in XVII century. It was also understood from tahrirs prepared at the end of XV century that people moved to a habitation which had been evacuated, gave new names to that place but also old names continued to exist.The most significant feature of these names is that one is foreign, one is Turkish name. On the other hand, it was seen after inhabitation from outside, new names were added to the previous ones. It is remarkable that different names for thesame habitation were generally Turkish. After analysing, ıt was inferred that names of tent’s or houses’ sons inhabited there, geographical names, official duties, religious figures, occupations, names of place they came from were given. It was also comprehended that names dedicated to children of the same tent existed in different places in the following century and one of the names continued its existence and other names were not used. It is also observed that names of disappeared villages and demographic changes had influence on the names of habitation. Although no adverb was used in some habitation names, direct changes were seen in XVII century because of dynamic structure of the language.They are crucial since they are significant hints ofhistorical geography of the field.

Contribution of Geographic Knowledge in Directing the History Movement: Nazi Living Space Theory as a Paradigm

Hayder Sh. Obaid Alsultani

ORCID: 

Sayfalar: 131-161

Human thought are one of the most important factors controlling the historical reality of human societies. In other words, historical space is the product of human thoughts, and geographical knowledge is only a central part of the system of ideas that determine the history course. World War II was the most dramatic historical event in the shaping of the main features of the history of the modern world, so the understanding of the historical major events requires a breakdown of the events and tracing the details that helped shape their historical reality. this paper, will attempt to discuss the role of the geopolitical factor in the outbreak of that war by examining the historical roots of “Living Space Theory” in Nazi thought and its structure as a factor in the outbreak of war. The paper designed to discuss the effects of geopolitics, theories and ideas of a number of geographers and their role in the development of geographical knowledge established for the emergence of geopolitical science, which has a presence in the modern and contemporary German intellectual political heritage and produced expansionist theories dominated the mind of the German elite in General and the Nazi mind in particular. The final axes of the paper will be devoted to discussing how the Nazis invested the ideas developed by the German geographer Karl Haushofer who produced the theory of the “German Living Space theory” adopted by the Nazis and tried to apply it on the ground and defined its geographical framework. The final outcome of Nazi attitudes and their attempts to obtain a Living space was to delineate the political history of Europe and the world after World War II.

Trabzon Rum İmparatorluğu Tabiri Üzerine

İbrahim Tellioğlu

ORCID: 0000-0002-1796-1452

Sayfalar: 163-176

Karadeniz bölgesi tarih boyunca pek çok topluluk tarafından idare edilmiştir. Bunlardan birisi de Komnenos ailesidir. Doğu Roma İmparatorluğu’nda I. İsaakios’un saltanatı (1057-1059) ile başlayan Komnenos idaresi 1081’den 1185’e kadar kesintisiz olarak devam etmiştir. Bizans tarihinde en etkili hanedanlar birisi olan bu aile Andronikos’un (1183-1185) bir halk darbesi sonucu görevden alınmasıyla tahttan uzaklaştırılmıştı. Onun torunları olan Aleksios ve David, 1204’te IV. Haçlı seferi sırasında Latinler İstanbul’u ele geçirerek yönetime el koyduğu sırada Gürcü Kraliçesi Tamara’nın (1184-1213) desteğiyle Karadeniz sahilinin Trabzon’dan batıda Ereğli’ye kadar olan kısmını ele geçirerek burada bağımsızlığını ilan etmiştir. Böylece Karadeniz bölgesinde Komnenos hükümranlığı başlamıştır. Aleksios Komnenos tamir ettirdiği bir kilisenin kitabesinde kendisini, İmparator ve tekmil Anadolu’nun mutlak hâkimi, büyük Komnenos olarak niteler. O Bizans’ın mirasına sahip çıkma iddiasıyla İznik ve Tesalya-Epirus’ta ortaya çıkan Ortodoks siyasi teşekküllerini kuranlarla aynı unvanı kullanır. Hatta Ereğli’de bulunan yazıtlardan anlaşıldığı kadarıyla kardeşi David de kendisini imparator olarak adlandırmaktadır. Bundan hareket eden bazı Orta Çağ tarihçileri de Komnenos hükümdarlarına imparator, idare ettikleri siyasi teşekküle de İmparatorluk adını vermişlerdir. Bu tabir öylesine sık kullanılır bir hale gelmiştir ki bu konuda çalışma yapan pek çok bilim adamı ve araştırmacı içerdiği manayı sorgulamaksızın aynı isimlendirmeye kullanmakta bir mahzur görmemiştir. Böylece Trabzon Rum İmparatorluğu tabiri yaygınlaşmaya başlamıştır. Komnenoslar 1185’te iktidardan uzaklaştırıldıkları için Tesalya-Epirus’ta ortaya çıkan Angelos hanedanı gibi Haçlıların devirdiği Roma iktidarının yasal varisleri değillerdi. Haliyle imparator unvanını kullanırken bu sebebe dayanamazlardı. Hâkimiyet alanları sahildeki dar kıyı şeridinden ibaretti. Ortaya çıktıktan 10 yıl Selçukluların yüksek hâkimiyetini kabul ederek bağımsızlıklarını kaybetmiş üstelik Ordu ve doğusunda hüküm sürer hale gelmişlerdi. XIV. yüzyıl başlarında iki, aynı yüzyılın sonlarında Giresun’u kaybetmek suretiyle de sadece Trabzon’a hâkim bir devlet konumuna düşmüşlerdi. Haliyle siyasi güç bakımından imparatorluk olarak nitelendirilebilecek bir konumda değillerdi.

Tarihi Göç Çalışmalarında Bir Veri Kaynağı Olarak Mezar Taşları

İlker Yiğit

ORCID: 0000-0002-1473-3438

Sayfalar: 177-189

İnsanlık tarihi kadar oldukça derin bir geçmişe sahip olan göç faaliyeti siyasi, sosyal ve ekonomik sebepler ile insanların geçici ya da daimi bir şekilde kalmak üzere yaşadığı mahalli terk etmesi olayıdır. Çağdaş dönemle kıyaslandığında geçmiş dönemlere ilişkin ülkemizde oldukça az göç çalışmasının yapıldığı görülmektedir. Özellikle Osmanlı dönemine ait yapılan göç çalışmalarının ise büyük ölçüde arşiv vesikalarına dayalı olduğu söylenilebilir. Halbuki geçmiş dönemlerdeki demografik hareketliliğin ortaya konulmasında arşiv vesikalarının dışında mezar taşları da önemli kaynaklar arasında yer almaktadır. Bu noktadan hareketle eldeki çalışma kapsamında mezar taşlarındaki metinler üzerinden göç, göçün yönü, göçün nedeni ve dönemi hakkında değerlendirmelerde bulunulmaya çalışılmıştır. Böylece mezar taşlarının tarihi göç çalışmaları açısından kıymetli bilgiler verdiği ve geçmiş dönemdeki göçün yapısına dair önemli ipuçlarına sahip olduğu ortaya konulmuştur.

Migration activity, which has a much deeper history than human history, is a phenomenon of political, social and economic reasons and local abandonment of people to live temporarily or permanently. When compared to the contemporary period, it is seen that there are very few immigration studies in our country related to past periods. In particular, it can be said that the migration studies carried out in the Ottoman period are largely based on archival documents. However, gravestones are also important sources for revealing the demographic mobility of the past periods. From this point, we tried to make evaluations about migration, migration direction, migration reason and period through the texts in the gravestones. Thus, it was revealed that the gravestones gave valuable information in terms of historical migration studies and had important clues about migration structure in the past period.

Tarih Yazımında İskender’in Kilikia’dan Geçişi ve İskender Romanı

Mustafa H. Sayar

ORCID: 0000-0001-6339-9002

Sayfalar: 191-200

Makedonya kralı Büyük İskender hakkında yazılan çok sayıda eserden biri de Roman şeklinde kaleme alınmış olup yazarı bilinmeyen ve İskender’in ölümünden yüzyıllar sonra kalem alınmış olduğu anlaşılan eserdir. Bu eserde tarihi gerçeklerle bağdaşmayan birçok olay kurgulanarak ve abartılarak aktarılmaktadır. Bunlardan bazıları da Çukurova’da bulunan eskiçağ şehirlerinin konumlarına ilişkindir. Örneğin bugün Adana’nın Yumurtalık ilçesiyle özdeş olan Aigeai şehrinin yerinde bulunduğu öne sürülen Pers garnizonun buradan uzaklaştırılmasına ilişkin öyküdür. Bu tür kurgu niteliğindeki aktarımlara rağmen İskender Romanında değinilen yer isimleri ile buralarda meydana gelen olaylar karşılaştırıldığında Çukurova tarihi-coğrafyasının henüz tam olarak açıklığa kavuşmamış sorularının cevaplarının bulunmasına katkıda bulunabilecek ipuçları elde edilmesi mümkün olabilecektir. Çukurova’da bugün olduğu gibi eskiçağda da verimli bir kültür havzası olmasını sağlayan Tarsus çayı, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin sık sık yatak değiştirmeleri birçok yerleşmenin taşkınlarla hareket eden alüvyon toprağı altında kalmış olma ihtimali kuvvetlidir. Çukurova’da bu nedenle iskanın artık mümkün olmadığı hallerde eskiçağ şehirlerinin aynı adla başka bir yerde kurulmasının örneği olduğu gibi, bazı yerleşmelerin tamamen terkedilerek başka bir yerde başka bir isimle yeni bir şehir kurulmasının da örnekleri vardır. Çukurova’da İskender’in M.Ö. 323 yılında Babil’de ölümünden sonra şehir devleti sisteminin İskender’in bölgeye hakim olan ardıllarının uyguladıkları politikalar doğrultusunda değişikliğe uğradığı, buna bağlı olarak bazı şehirlerin adlarının bir dönem bölgeye hakim olan hanedanın ismiyle değiştirilerek yeniden kurulmuş gibi algılanmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Eskiçağ kaynaklarında isimlerine değinilen bu şehirlerin yerlerinin ve bugünkü konumlarının değerlendirilmeleri sayesinde Çukurova’nın Eskiçağ tarihi coğrafyasına yeni katkılarda bulunulabilecektir. Bu bildiri kapsamında Çukurova şehir devletlerinin M.Ö. 4. yy. ile 1. yy. lar arasında hangi tarihi gelişmeler nedeniyle siyasal, sosyal ve kültürel hayatlarında değişiklikler meydana geldiğinin incelenmesi hedeflenmektedir. Bu bağlamda şehirlerin kurulduğu yerlerin Akdeniz sahil şeridi ve bölgedeki önemli akarsular ile olan ilişkileri yerinde yapılan gözlemlerin sonuçlarıyla birlikte değerlendirilecektir.

Osmanlı Kroniklerine Göre Türkiye İklimi

Neşe Engiz

ORCID: 

Sayfalar: 201-217

Bu çalışma Anadolu’da 14-17. yüzyılları arasında yaşanan iklimi (günümüz Türkiye sınırları ve yakın çevresinde) yeniden inşa ederek hem tarihi sürece anlam katmayı hem de geçmişten günümüze sürekli olarak değişiklik arz eden Türkiye iklimini ve insanları nasıl etkilediği gibi konuları açıklamayı amaçlamaktadır. Çalışmanın ana materyali Osmanlı kronikleri/ vekayinameleri olup bunlar, hava şartlarının nicel veya nitel olarak kayıt altına alındığı tarihi belgelerdir. Zira kronikler ve arşiv belgeleri, geçmiş yüzyılların iklimini ortaya koymak için gerekli olan verileri bünyesinde barındırmaktadır. İncelenen dönem içerisinde yaşanan iklim salınımları kapsamında bulunduğundan, Küçük Buzul Çağı da dikkate alınmıştır.

This study aims to explain both to contribute for historical process and to Show Turkey’s Climate which changes from past to present consistently, and how this Climate influences people, by restructuring Climate that exists between 14th and 17th centuries of Ottoman Empire. ( Turkey’s border in the present and near field). The basic materials of study are Ottoman’s chronics/annals. These are historical documents that are recorded as quantitative or qualitative of weather conditions because chronics and archive documents include the required data because of revealing Climate of past centuries. Little Ice Age is also taken into consideration because it includes climate variations that exist in investigated period.

Osmanlı İdari Taksimatında Bir Diğer Unsur: Dadyan, Açıkbaş, Gürel ve Abhaza Meliklikleri

Orhan Kılıç

ORCID: 0000-0002-9234-8295

Sayfalar: 219-255

Osmanlı Devleti, Kafkasya’da hâkimiyeti altına aldığı bölgelerin bir kısmında özel statülü bir idari yapılanma uygulamıştır. Güney Kafkasya’da Dadyan, Gürel, Açıkbaş ve Abhaza (Abaza) diye anılan dört meliklik, Osmanlı Devleti’nin yüksek hâkimiyetini tanıyıp her yıl belli bir meblağ vergi vermek ve bazı mükellefiyetleri yerine getirmek şartıyla kısmen Balkan coğrafyasındaki voyvodalıklara benzeyen bir statü ile Osmanlı idari sistemine dahil edilmişlerdi. Bu meliklikler kendi aralarında sürekli olarak bir çatışma hali yaşadıkları için Osmanlı Devleti bunları bölgedeki Çıldır beylerbeyleri eliyle denetim altında tutmaya çalışmıştır. Bunların arasındaki anlaşmazlıkları çözmek ve vergilerini toplayarak merkeze göndermek işi için Çıldır beylerbeyleri görevlendirilmiştir. Gürcü meliklikleri de denilen bu idari üniteler, 18. yüzyılın ortalarına kadar meliklik statülerini devam ettirmişlerdir. Ancak kendi aralarında yaşadıkları çatışmalar ve Osmanlı Devleti’ne karşı isyankâr tutumları, devletin bunlara karşı bazı tedbirler almasını gerektirmiştir. Özellikle OsmanlıRus savaşları ve rekabeti sürecinde, Kafkasya’daki durumunu mümkün olduğunca kuvvetli tutmaya çalışan Osmanlı merkezi yönetimi bazı yerleri bu Gürcü meliklerin elinden alarak kaleler yaptırmış ve içlerine müstahfız askerler koyarak önlem almıştır. Bu bağlamda melikliklerin idari durumları da 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra zayıflamış ve ortadan kalkmıştır. Bu bildiride; Kafkasya’daki Gürcü melikliklerin Osmanlı hâkimiyeti sürecindeki idari durumları açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. Tespit edilebildiği kadarıyla meliklerin kimler olduğu, atanma prosedürleri, görev süreleri, yetkileri ve sorumlulukları konusunda özgün tespitlerde bulunulmuştur. Çalışmanın ana kaynakları; mühimme defterleri, ruus defterleri, sancak-tevcih defterleri vb. arşiv kaynakları ve dönemin kaynak eserleridir.

The Ottoman Empire implemented a special statutory administrative structure in some of the regions under its dominance in the Caucasus. In the southern Caucasus, four melikates, known as Dadyan, Gürel, Açıkbaş ve Abhaza (Abaza), have a status which is somewhat similar to the voivodes in the Balkan geography, recognizing the high sovereignty of the Ottoman State and giving a certain amount of tax every year and fulfilling certain obligations were included. Since these melikates were constantly in conflict with each other, the Ottoman State tried to keep them under control with the help of the Çıldır Beylerbeys in the region. Çıldır Beylerbeys was assigned to solve the disagreements among them and collect the taxes and send them to the center. These administrative units, also called Georgian melikates, maintained the status of meliks until the middle of 18th century. However, conflicts between themselves and rebellious attitudes towards the Ottoman State necessitated the state to take some measures against them. Particularly during the Ottoman-Russian wars and competition, the Ottoman central government tried to keep the situation in the Caucasus as strong as possible by taking the places of these Georgian meliks and taking precautions by putting soldiers in them. In this context, the administrative status of the melikates was weakened and came to end after the second half of the 18th century. In this report; the administrative positions of the Georgian melikates in the Caucasus during the Ottoman domination were tried to be clarified. As far as can be determined, specific determinations have been made about who are the prime ministers, appointment procedures, terms of office, authorities and responsibilities. The main sources of work; mühimme records, ruus records sanjaq-tevcih registers, etc. archival sources and periodical sources.

Malazgirt’ten XX. Yüzyıla Anadolu İskân Sürecinin Gelişim Evreleri

Osman Gümüşçü

ORCID: 0000-0001-5099-8444

Sayfalar: 257-290

Dünyada ilk yerleşmenin/iskanın başladığı Ortadoğu sahasında yer alması ve konumu ile diğer coğrafi özellikleri nedeniyle Anadolu’da yerleşme oldukça eski devirlerde başlamış ve tarih boyunca çeşitlenerek zenginleşmiştir. Böylesine köklü ve kadim bir iskan sahasında, iskan tarihi araştırmalarının zor olduğu, kaynakların az, dağınık ve çok disiplinli araştırmalara ihtiyaç duyduğu ortadadır. Belki bu sebeplerden Anadolu iskan tarihi hakkında çok sayıda küçük sahalı ve farklı dönemlere ait araştırma yapılmışsa da, bütüncül bakan ve sentezleyici çalışmalar son derece sınırlıdır. Malazgirt ile birlikte Türkleşerek ve İslamlaşarak Türk vatanı haline gelen Anadolu’da bahsedilen dönem iskan sürecini ele alan çalışmaların azlığı ise ayrıca dikkat çekicidir. Aslına bakılırsa yerleşme, sanıldığı gibi rast gele bir mekanda birkaç evin yan yana gelmesiyle ortaya çıkan basit bir olgu değildir. Yerleşme, temelde tabi faktörlere bağlı olarak gelişen, çok sayıda sosyal ve ekonomik niteliğin etkilediği, çok fazla bileşeni bulunan karmaşık bir olaydır. Bileşeni fazla olunca, haliyle iskanı ilgilendiren herhangi bir konu da o derece zor ve karmaşık bir hale gelebilmektedir. Gerçekten de bu mesele mekansal şartlardan iklime, nüfustan ekonomiye, askerlikten güvenliğe, istihsal kaynaklarından ulaşıma ve nihayet üretimden tüketime birçok konu ile doğrudan bağlantılı olduğundan, aslında iskanla ilgili bir problemin çözümü, tüm mekansal şartlar yanında, bütün toplumun siyasi, sosyal ve ekonomik yapısının incelenmesini gerektirmektedir. Malazgirt ile birlikte akın akın Anadolu’ya gelen Türkler, burada buldukları kadimden miras kalan zengin yerleşme tür ve dokusuna, kendi iskan kültürlerini de ilave ederek, çok daha zengin ve çeşitli yerleşme türlerinden oluşan tamamen yeni bir iskan sürecini başlatmışlardır. Bu süreçte, bir yandan Anadolu’nun farklı fiziki coğrafya özellikleri etkili olurken, diğer taraftan Anadolu tamamının aynı tarihi gelişmeleri aynı anda yaşamaması gibi sebeplerle bölgesel farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu bilgiler ışığında, öncelikle Malazgirt’ten itibaren Anadolu’da kurulan iskan merkezlerinin büyük çoğunlukla kırsal yerleşmeler olduğu, küçük bir kısmının kasaba ve şehirlerden meydana gelen kentsel yerleşmeler olduğu gerçeğini tespit etmek gereklidir. Ardından, Malazgirt zaferinden XX. yüzyıl ortalarına kadar olan Anadolu iskan sürecini, farklı cephelerden yaklaşılarak aşağıdaki şekillerde tasnif etmek mümkündür. I-Kültürel kökenlerine göre yerleşmeler dörde ayrılır: a-Göçebe yaşam tarzına göre kurulan yerleşmeler, b-Konar-göçer yaşam tarzına göre kurulan yerleşmeler, c- Yerleşik yaşam tarzına göre kurulan yerleşmeler, II-Yaşam süresine göre yerleşmeler: a-Varlığını sürdüren yerleşmeler, b-Terk edilen ve kaybolan yerleşmeler. III-Yerleşmelerin orijinine bakıldığında, yani kökenlerine göre yerleşmeler üçe ayrılabilir: a-Yaşayan kadim yerleşmelere iskan, b-Terk edilmiş yerleşmelere iskan, c-Yeni kurulan yerleşmelere iskan. IV-Mekansal açıdan bakıldığında, yani bu toprakların fethedilerek tüm iskanın Türkleşmesi üç aşamada gerçekleşmiştir: a-Doğu ve Orta Anadolu’nun Türkleşmesi, bBatı Anadolu, Çukurova ve Trakya’nın Türkleşmesi, c-Doğu Karadeniz kıyı kuşağının Türkleşmesi. V-Yerleşmelerin hareket yönüne bakıldığında, yani iskanın istikametine göre yine üç başlıktan bahsedilebilir: a-Merkezden çevreye iskan dönemi, b-Geçiş dönemi iskan, cÇevreden merkeze iskan dönemi. VI- Yerleşmelerin tipolojik açıdan sınıflandırılması. Esasen, sınırlı ve dağınık kaynaklarla, kısa sürede böylesine çetrefilli bir konuda, iskana dair tüm sorulara tatmin edici cevaplar vermek oldukça zordur. Ama üzerinde çalıştığımız bir kitabın konusunu “kamuoyu ile paylaşarak tartışmaya açma isteğimiz” nedeniyle hazırladığımız bu yazı, bu sayede “Anadolu İskan Tarihi” hakkında alınacak çok fazla yolumuz bulunduğunu bir kez daha hatırlatmaya da vesile olacaktır.

Kral Yolu, Kelene Hisarı ve Miryokefalon Savaşı’nın Yeri

Ramazan Topraklı

ORCID: 0000-0002-7555-4011

Sayfalar: 291-321

Bu makalenin amacı, Honiates (Khoniates)’in birbiriyle ilişki kurduğu Kelene ile Miryokefalon Savaşı’nın yerini tayin etmektir. Miryokefalon Savaşı, Kıral Yolu üzerinde ve Yenice Sivrisi’nde† vukûbulmuştur. Bunun için Herodotos, Ksenofon, Strabon, Arrianos, Honiates, Kinnamos, İmparator Manuel’in İngiltere Kıralına yazdığı mektup, Üçüncü Haçlı Seferi kaynakları, Ebû’l-Ferec vs kaynaklardan yararlanılmıştır. Eğirdir Gölü, yaklaşık 500 sene önce Eğirdir ve Hoyran gölleri şeklinde iki ayrı göldü ve iki göl arasında suları Hoyran’dan Eğirdir’e doğru akan Menderes adında bir ırmak vardı. Irmak, bu ırmağın üzerindeki köprü ve bu köprüden geçmekte olan Kıral Yolu (via regia), bugün için Eğirdir Gölü’nün suları altında kalmıştı. Osman Turan’ın Selçuklular Zamanında Türkiye adlı eserinde “Menderes geçidi, Menderes hâvalisi, Menderes nehri, Menderes havzası ve Menderes vâdisi” gibi 28 ayrı yerde zikredilen kavramların tümü de bugün yok olan menderesle ilgiliydi. İlim âlemi bu olaydan habersizdi. Tarihî metinler, mevcut coğrafyaya ve Remsi (Ramsay)’nin hatalarla dolu Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası eserindeki yer adlarına göre yorumlanmak isteniyor ve olayları, mekân ile yüzleştirmek mümkün olmuyordu. Tomaşek (Tomaschek), Remsi ve Turan’a ait olan Hoyran Gölü ile Kundanlı arası tezi, savaşın Kemer Boğazı ve devamında olduğuna dair iddianın temelini teşkil eder. Eğirdir Gölü’nde meydana gelen değişme daha önceden bilinebilseydi; savaşın yeri, en az yüz yıl öncesinden belli olacaktı. Miryokefalon Savaşı, “Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası” olduğu gibi, Anadolu tarihinin anlaşılması için de bir anahtar görevi gördü. Savaşın yeri, başta Kelene, Kıral Yolu, Apameia, Laodikeia (Eğirdir), Amorion (Uluborlu), Lampe (İlegüp) ve Soublaion (Justinianopolis: Senirkent-Garip köyü) olmak üzere daha birçok tarihî kentin gerçek yerlerine şahadet etti ve tarihî yol ağımız ortaya çıktı. Neticede de tarih yorumlarımız büyük ölçüde değişmek mecburiyetinde kaldı

The purpose of the current study was to determine the place Myriokephalon Battle which Khoniates and Kelainai were in contact with each other. The Battle of Myriokephalon took place in Yenice Sivrisi† and on the King’s Road (via regia). The sources of Herodotos, Xenopho, Strabon, Arrianos, Khoniates, Kinnamos and the letters written to the King of England by the Emperor Manuel, the sources of The Third Crusade, Abu-Farac were based. Eğirdir Lake was a lake made up of two lakes as the lake of Eğirdir and the lake of Hoyran about 500 years ago and there was a river in between them called Menderes (meander), the water of which was passing from Hoyran to Eğirdir. This river and the bridge over this river and the King’s Road (via regia) passing over the bridge are now under water of the Lake of Eğirdir. In the work of Selçuklular Zamanında Türkiye (Turkey in the Period of the Seljuk) by Osman Turan, all of the concepts of “Menderes Passage, Menderes Vicinity, River of Menderes, Menderes Basin and Menderes Valley” which were mentioned 28 times were all related to the meander. The world of science was unaware of this natural phenomenon. Historical events were commented depending on the current geography and the names of places mentioned in Historical Geography of Asia Minor by Ramsay which is full of mistakes, so it is impossible to locate the events with the places. The thesis of the place between Hoyran Lake and Kundanlı which belongs to Tomaschek, Ramsy and Turan is the basis of the claim that the battle was fought in Kemer Boğazı and in the extension of it. If the change in Eğirdir Lake had been known beforehand, the place of the battle would have been known one hundred years before. The Battle of Myriokephalon was both “A Turning Point in the Turkization of Anatolia” and a key point to understand the history of Anatolia, as well. The place of the battle witnessed the real places and cities like Kelene, King’s Road, Apameia, Laodikeia (Eğirdir) Amorion (Uluborlu, Lampe (İlegüp) and Soublaion (Justinianopolis: Senirkent-Garip Village) and our road web of history appeared. As a result, our comments over history had to change to a great extent.

Eski Asur Dönemi Metinlerinde Geçen Akarsu İsimleri

Sebahattin Bayram – Remzi Kuzuoğlu

ORCİD:0000-0002-8741-5326

Sayfalar: 323-339

Eski Asur Devri’nin bir bölümünü kapsayan Asur Ticaret Kolonileri Dönemi, M.Ö. 1974-1719 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Başta Kayseri yakınlarındaki KültepeKaneš olmak üzere Anadolu, Mezopotamya ve Kuzey Suriye’de ortaya çıkarılan bu devre ait çivi yazılı metinler, bu bölgede yaşayan toplumları pek çok yönden tanımamızı mümkün kılmaktadır. Sadece Anadolu’da ele geçenlerin sayısı 23.500’e ulaşmış olan bu belgeler, aynı zamanda dönemin tarihî coğrafya araştırmalarının da ana kaynağını teşkil etmektedir. Eski Asur lehçesi ile yazılmış metinler, büyük bir kısmının Asurlu tüccarların Anadolu’daki ticari faaliyetlerine dair bilgi içermesi itibarıyla Anadolu coğrafyası hakkında daha fazla malûmat elde edilmesine de imkân verir. Eski Asurca metinlerde coğrafya ile ilgili olarak yer, akarsu ve dağ isimleri kaydedilmektedir. Yer adlarına göre akarsu ve dağ isimleri tabiî olarak oldukça az geçmektedir. Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önceye ait bu isimler hakkında metinlerden ayrıntılı bilgi elde etmek zordur. Çoğunlukla satır aralarına sıkıştırılmış bazı ifadeler, yorumdan öteye gidemeyen kısmî sonuçlara ulaşılmasına zemin hazırlar. Bu bilgi kısırlığı içinde akarsu isimleri az olmasına rağmen önemli sayılabilecek bilgi vermektedir. Örneğin metinlerde kayıtlı “nehirde bir gemi batarsa”, “Zalpa’da nehrin kenarında”, “Habnuk’ta nehrin kenarında”, “köprü (geçişi) için ödedim”, “nehrin kıyısında” ve “nehrin kıyısına kadar götüren kılavuza …. ve gemiciye” şeklindeki ifadelerden bu akarsuların bugünkü karşılıklarının saptanmasının zorluğu kadar nehir, ırmak, çay veya dere oldukları hususunun tespiti de güçtür. Akarsu isimleri arasında Dicle (İdiq/glat) ve Fırat (Purattu) karşılıkları kesin olarak bilinmektedir. İsimleri geçen diğer akarsuların bugünkü karşılıkları ile ilgili teklifler ise tartışmalıdır. Bu çalışmada M.Ö. 2. Binyıl’ın ilk çeyreğinde Eski Asurca metinlerde kayıtlı akarsu isimleri incelenerek, tespit ve değerlendirmeler yapılacaktır.

The Assyrian Trade Colonies Period, which covers a part of the Old Assyrian Period, dates back to 1974-1719 BC. The cuneiform texts from this period found in Anatolia, Mesopotamia and Northern Syria, particularly in Kültepe – Kaneš near Kayseri, make it possible for us to familiarize ourselves with the communities living in this region from many aspects. These documents, the number of which has reached 23.500 only in Anatolia, also constitute the main source of historical geography studies of the period. The texts written in the Old Assyrian dialect enable the acquisition of more information about the Anatolian geography because a big part of them contain information on the commercial activities of Assyrian merchants in Anatolia. Place, river and mountain names are recorded with regard to geography in the Old Assyrian texts. Compared to place names, river and mountain names are mentioned much less frequently. It is difficult to obtain detailed information about these names that belong to a time approximately 4000 years ago from the texts. Mostly jammed between line spaces, some expressions lay the ground for reaching partial results which are not just more than comments. Although there are not so many river names, possibly significant information is provided within this limited knowledge. For example, it is difficult to determine whether they are rivers, burns, brooks or streams as it is for the present-day equivalents of these rivers from the following expressions recorded in the texts: “if a ship sinks in the river”, “by the river in Zalpa”, “by the river in Habnuk”, “I paid for the bridge (cross)”, “by the river” and “to the guide who leads till the riverside… and the sailor”. Among the river names recorded in the texts, the equivalents of the Tigris (İdiq/glat) and the Euphrates (Purattu) River, of which name has never changed to date, are known for certain. Suggestions related to the present-day equivalents of the other rivers mentioned are controversial. In this study, the river names recorded in the Old Assyrian texts within the first quarter of the 2nd Millennium BC will be examined, and determinations and assessments will be made regarding the issue.

Eski Çağlardan Günümüze Torbalı Ovasında Ulaşım Ağı ve Metropolis’in Stratejik Önemi

Serdar Aybek – Burak Arslan

ORCID: 0000-0002-5408-2721 0000-0001-5493-6232

Sayfalar: 341-359

Metropolis, Küçük Menderes Havzasının batı ucunda Antik Gallesion Dağı yamaçlarına yaslanmış bir tepede kurulmuştur. Bulunduğu konum antik dönemde İç Anadolu’dan Batı Anadolu’ya ve Kuzey Ege’den Güneye inen anayolların kesişim noktasıdır. Bu nedenle eskiçağlardan günümüze stratejik önemini yitirmeden ulaşmıştır. Geç Hitit Çağı’na uzanan ilk güzergâh Sardes üzerinden Karabel Geçidi ile Torbalı Ovasına ulaşmaktadır. Diğeri ise Smyrna-Ephesos arasındaki anayol hattıdır ve Torbalı Ovasında Sardes’ten gelen yol ile birleşerek Metropolis’ten geçer. Buradan da Kaystros (Küçük Menderes) Nehri’ni takip ederek Ephesos’a doğru devam eder. Bu yollar tarihin her döneminde bölgenin kaderini etkileyen geçişlere tanıklık etmiştir. Savaşlar, ticari ilişkiler ve dini ziyaretlere olanak tanımıştır. Metropolis’in bu yollara hâkim bir konuma sahip olması da stratejik olarak önemli bir kent olarak gelişmesini ve büyümesini sağlamıştır. Antik yol hattının günümüzdeki karayolu ile hemen hemen aynı rotada bulunması bölgede alternatifi olmayan bu rotanın köklü geçmişinin göstergesidir.

Metropolis established on a hill where leaning on Mount Gallesion located far west of the Kaystros Basin. The city situated in the crossroads of two main routes from Central Anatolia to the West and from North Aegean to the South. For this reason, the strategic importance of Metropolis territory has continued from ancient times to today. The first road, which goes back to the Age of Late Hittite Kingdom, reached to the Torbalı Plain from the Sardeis via Karabel Pass. The second one is the main road between Ephesos and Smyrna. Both routes have intersected in Torbalı Plain and pass through Metropolis and reach to Ephesos continue along Kaystros (Küçük Menderes) River. The roads witnessed many crucial events which affected to destiny of region like wars, commercial relations and pilgrimage. Metropolis has developed and grown thanks to its strategic position on this route. Both ancient and modern highways pass almost same route. This is an indication of long history of this non-alternative route.

XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara Şehrinde Göç

Sevil Top Yılmaz

ORCID: 0000-0001-9122-949X

Sayfalar: 361-371

Göç, insanların yaşadıkları yeri terk edip kısa süreli ya da devamlı olarak yaşamak maksadıyla başka bir yere gitmeleridir. Göçler, hem nitelik hem de göçe katılan nüfus miktarı bakımından ekonomik ve toplumsal yapıyı pek çok açıdan etkilemesinden dolayı birçok bilim dalı göç konusuyla ilgilenmiştir. Son dönemlerde artan bir şekilde olayın tarihsel boyutunu ele alan tarihi göç çalışmaları da yapılmakta ve özellikle Osmanlı döneminde yaşanan göçler araştırma konusu olmaktadır. 19. Yüzyıl başlarında yenileşme hareketlerine uygun olarak Osmanlı ülkesindeki insan ve vergi kaynaklarını tespit etmek amacıyla1830 yılında nüfus sayımı yapılmıştır. Ankara’da yapılan bu sayımın kaydedildiği 231 nolu defter 2000 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanmıştır. “1830 Sayımında Ankara” ismiyle yayımlanan defterin incelenmesi neticesinde önemli miktarda müslim ve gayrimüslim nüfusun göçe katıldığı görülmüştür. XIX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Ankara şehrinden giden, Ankara’ya gelen, giden gelen ve gelen giden kişilerin olduğu ve dolayısıyla birden fazla göç hareketine katılanların olduğu tespit edilmiştir. Çalışmamızda bu göç hareketleri değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Migration can be defined as people leaving thir place of settlement and moving tol ive elsewhere, either for a short period or permanently. Many scholars have interested in migration studies through migrations affect economic and social structure in many ways in terms of both quality and quantity of migrating population. In recent years, historical migration studies have been done which deal with historical dimension of the event increasingly and especially the migrations in the Ottoman period have been the subject of research. In the early 19th century, population census was carried out in 1830 to determine the human and tax resources of the Ottoman country in accordance with the modernization movements. The number 231 book which census was recorded in Ankara was published by the Metropolitan Municipality of Ankara in 2000. It has been observed that significant numbers of Muslims and non-Muslims were involved in migration as a result of the examination of the book published under the name of “1830 Sayımında Ankara”. In the first quarter of XIX. century it has been determined that the people participated in more than one migration movement. We have tried to evaluate these migration movements in our work.

“Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası” Anadolu Kelimesinin Türkiye Adını Alması

Sıddık Çalık

ORCID: 

Sayfalar: 373-379

Osmanlı tarihî coğrafyasının en mühim vechesini teşkil eden büyük idarî ve iskân mıntıka adlarının tarih içerisindeki gelişimleri, Osmanlı tarih yazınında çok az değinilmiş konuların başında gelmektedir. Osmanlı ve hususen Anadolu’nun tarihi coğrafyası, daha çok batılı seyyah ve coğrafyacıların ilgisini çekmiş ve bu alanda bir hayli yazılı ve çizili külliyatın meydana gelmesine katkı sağlamışlardır. Katip Çelebi ve Evliya Çelebi istisna edilirse, 19. yüzyılın sonlarına kadar, Osmanlı tarihi coğrafyası ile ilgili kayda değer, yerli bir eser ortaya koyulmamıştır. Bu döneminde basılan; ansiklopedi, sözlük ve tarihi coğrafyaya ait eserler de oldukça sınırlıdır. Keza, aynı eksiklik Cumhuriyet döneminde de devam etmiş, şehir tarihi çalışmaları içerisinde, söz konusu yer adları üzerine kısmen değinilmiş olsa da, günümüz de bir kaç akademik çalışma dışında, Osmanlı iskân tarihi ve iskân adları üzerine müstakil çalışma yok denecek kadar azdır. Yukarıda genel çerçevsini çizdiğimiz Osmanlı idari ve iskân mıntıkalarının tarihi gelişimine katkı sağlamak amacıyla bu çalışma hazırladı. Avrupalı tarihçi ve coğrafyacıların eserleri ilham kaynağımız oldu. On beşinci yüz yılın sonlarından itibaren Avrupa’da basılmış ve çoğunluğu şahsi koleksiyonumda bulunan atlas ve mustakil olarak hazırlanmış haritaları esas alınarak, geçmişte önemli addedilen bazı Osmanlı idari ve iskân mıntıka adlarının tarihi seyri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Araştırma alanına dahil edilen iskân alanları ve idari birimleri şunlarıdr: Anadolu, Rum, Rumeli, Mora, Teselya, Epir, Makedonya, Bosna, Albania, Kosova, Dacia Trakia, Türkmenya, Ermenia, Kürdistan, Şam, Irak-ı Acem, İonya, Karamanya, Suriye, Dimaşk, Gürcistan, Cezire..vs. Bu çerçevede yukarıda sıraladığımız iskân mıntıkalarını, avrupalıların gözünden anlatmaya çalışırken, başta tahrir defterleri olmak üzere, bir çok arşiv kaynakları ve Osmanlı vekayinameleri ile mukayese ederek, daha bilimsel bir yaklaşım ortaya konuldu.

MÖ. İkinci Binyılda Yazılı Belgelere Göre Kizzuwatna Krallığı’nın Tarihi

Tolga Pelvanoğlu

ORCID: 0000-0001-7436-6687

Sayfalar: 381-409

Anadolu’nun güneyinde, yaklaşık olarak Çukurova Bölgesi’nde yer alan Kizzuwatna Bölgesi ve bu bölgede yer alan Kizzuwatna Devleti, bulunduğu coğrafi konum sebebiyle dönemin önemli güçleri olan Mittani ve Hitit Devletlerinin ilgi sahası içindedir. Kizzuwatna’nın henüz yazılı bir arşivi bulunmadığından, Kizzuwatna hakkında ki bilgilere Hitit, Mısır ve Alalah arşivlerinden ulaşılmaktadır. Çalışmada Hitit, Alalah ve Mısır kaynaklarından yola çıkılarak Kizzuwatna Devleti’nin siyasi tarihi incelenmiştir ve Kizzuwatna Devleti’nin Hitit Devleti ile yaptığı altı antlaşma ve Alalah Krallığı ile yaptığı bir antlaşma incelenip Kizzuwatna’nın bağımsız bir devletken izlediği politika ortaya konmuştur. Kizzuwatna’nın Hitit hâkimiyetine girmesi sonrasında da Hitit kültür tarihinde oynadığı rol ele alınmıştır.

Kizzuwatna Region located in the south of Anatolia, approximately Çukurova Region and Kizzuwatna State located in this so called region are in the interest of Mittani and the Hittite States, which are important forces of the period due to its geographical location. Since Kizzuwatna has not yet had a written archive, the information about Kizzuwatna is reach from the archives of Hittite, Egypt and Alalah. In the study, the political history of the Kizzuwatna State was investigated through the Hittite, Alalah and Egyptian sources. In this study, Kizzuwatna State’s six treaties with the Hittite State and a treaty with the Kingdom of Alalah were examined and Kizzuwatna’s policy followed an independent state. After Kizzuwatna entered Hittite dominance, the role Kizzuwatna played in the history of Hittite culture was taken handled.