Osmanlılarda Askerî Teşkilât
Askeri teşkilâtın icmali
Gazi Orhan Bey, Osmanlı devletinin temelini atarken suvari olan aşiret kuvvetlerinin yerine veziri Alaüddin Paşa1 ile Kadı Cendereli Kara Halil’in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden mürekkep ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf iki sınıf piyade ve suvari kuvveti vücude getirildi ve daha sonra ihtiyaç nisbetinde bunların miktarı arttırıldı; işte Orhan Gazi ile I. Murad’ın ilk zamanlarındaki muvaffakiyetlerini temin eden bu yaya ve müsellem kuvvetleriyle aşiret kuvvetleriydi. Yaya ve müsellemler’e muharebe zamanlarında ikişer akçe gündelik verilir, muharebeye gitmedikleri vakitlerde ise kendilerine gösterilmiş olan çiftlikleri2 ekip biçerek buna mukabil devlet hazinesine verecekleri öşür ve resmi kendileri alırlardı. Yaya ve müsellemler XV. yüzyıl ortalarına kadar bilfiil silahlı hizmette bulunmuşlar ve daha sonra Kapıkulu yaya ve suvarileri çoğalınca bunlar ordunun geri hizmetlerinde nakliyat, maden işletmeleri, kale inşaatı, tersane hizmeti gibi işlerde kullanılmışlardır.
Acemi ocağı
Rumeli fütuhatı gelişmeye başlayınca fazla askere ihtiyaç hasıl olduğundan bunun temini için Osmanlılar, muharebede esir düşen harbe elverişli hıristiyanları ilk zamanlarda kısa bir müddet için Türk terbiyesi üzere yetiştirerek onlardan bir askeri sınıf teşkilini düşünmüşler ve esirlerden beşte birinin devlet hesabına alınarak derhal tatbikine geçmişlerdir ki bu, yeniçeri ocağının başlangıcıdır3.
Padişahın maiyyeti kuvvetlerinden yaya askeri olan yeniçeri ocağı, 1363′ de teşkil edilmiştir;
Balkanlardaki gelişmeler elde daimi bir yaya kuvvetinin bulunmasını icabettirmiş ve acemi ocağı ile bunun temeli atılmıştır. Hıristiyan esirleriyle devşirmeler acemi ocağında yetiştirildikten sonra iki akçe gündelikle buraya alınırlar ve sonra kabiliyet ve kıdemlerine göre bu gündelik artardı.
Cebe, zırh demektir; fakat Osmanlılar bunun manasını genişletmişlerdir; bunun için bu devlette yaya askeri olan yeniçerilerin ok, yay, kalkan, kılıç, tüfenk, halta, kazma, kürek, kurşun, barut vesaire gibi ihtiyaçları olan ilet ve eşyayı yapan veya tedarik eden ocağa cebeci ocağı denilirdi. Bu ocak, yeniçerilere lazım olan harb levazımatını develerle ve katırlarla naklederek cephede yeniçerilere dağıtır ve muharebeden sonra bunları tekrar toplıyarak tamire muhtaç olanları tamir ederek silah anbarlarında muhafaza eylerdi; orta denilen müteaddit bölüklere ayrılmış olan cebeci ocağının en büyük zabiti cebecibaşı olup kendisinden sonra ocak kethüdası gelirdi. Tabii olarak ortaların bölükbaşı isimlerinde zabitleri vardı. Bu ocağa alınacak efrat, acemi ocağından tedarik edilirdi.
Top dökmek, top mermisi yapmak ve top atmak için teşkil edilen bu ocak da Kapıkulu ocaklarının yaya kısmındandı. Osmanlı ordusunda ilk defa 1389’daki birinci Kosova muharebesinde top kullanılmıştır; topçu ocağının top döken kısmiyle top kullanan bölükleri ayrı ayrı idiler. Topların mutlak surette devlet merkezindeki imalathanede dökülmesi iktiza etmeyip çok def’a kale muhasaralarında o kale önünde top dökülürdü; nitekim II. Murad zamanındaki Mora ve Arnavutluk seferlerinde ve daha sonra İstanbul muhasarasında böylece develerle getirilen malzeme ile toplar döktürüldüğü görülüyor.
Osmanlıların iki buçuk asırlık muvaffakiyetli hamlelerinde yeniçeri ocağiyle beraber Kapıkulu suvarilerinin de hisseleri vardır. Bunlar sarayın Enderun kısmiyle dış saraylardaki iç oğlanları ve yeniçeri ocağından terfi edip gelen efrattan mürekkep idiler. Kanunnameye göre bu ocak, Timurtaş Paşa’nın tavsiyesiyle I. Murad zamanında sipah ve silâhdar isimleriyle iki bölük olarak teşkil edilmiş ve daha sonra bu iki bölüğe sağ ve sol ulûfeci ve sağ ve sol garipler ismi verilen dört bölük daha ilave edilmek suretiyle süvari ocağı altı bölüğe çıkarılmıştır.
Timarlı süvarisi
Osmanlı devletinin en kuvvetli temel taşı olan ve bu imparatorluğun büyümesinde birinci derecede hizmetleri görülen topraklı veya timarlı suvari teşkilâtını, ıktâ denilen timar sistemi meydana getirmişti ki bunu Osmanlılardan evvel diğer İslam – Türk devletlerinde de görmekteyiz. Timarlı sipahi veya suvarinin hizmet mukabili reâyadan almış olduğu öşür ve resme dirlik ve sipahinin kendisine de Sahib-i arz denilirdi.
Azab (Azeb) bekar demektir. Bunlar, Anadolu’dan toplanmış muharebeye yarar, dinç, kuvvetli, bekâr Türk gençleridir. Azablar, Osmanlı ordusunun hafif yaya askerlerini teşkil ederlerdi. Bunların masraf ve iaşeleri toplandıkları yerlerin halkına aitti. Ok, yay ve pala ile mücehhez idiler; ihtiyaca göre yirmi, otuz hanede bir azab alınırdı; bu, tarihini yazdığımız devirlerde mevcutları takriben on beş yirmi bin kadardı.
Türklerden teşkil edilmiş hafif suvari kuvvetleridir; akıncılar, serhad denilen uçlarda bulunup mükemmel teşkilâta tabi idiler. İlk defa düşman memleketine yapılan akın ve elde edilen esirlerle o memleket hakkında malûmat elde edilir ve sonra bu, yerleşme mahiyetini alırdı.
Dipnotlar
1 Osmanlı tarihleri ile onlara bakarak bir kısım ecnebi tarihçiler bu vezir Alaüddin Paşa ile Osman Gazi’nin oğlu Alaüddin Beyi bir birine karıştırmışlar ve Orhan Bey zamanında yapılan ilk devlet teşkilatını bu şehzadeye atfetmişlerdir; halbuki Orhan’ın ilk zamanlarında Hacı Kemaleddin Paşa oğlu Vezir Alaüddin Paşa vardır ve yapılan işler buna ve beraber çalıştığı Çandarlı (Cendereli) Kara Halil’e aittir. Şehzadenin ismi vesikalarda Alaüddin Bey diye geçmektedir.
2 Çiftlik denilen yerler, toprağın kuvvetli ve zayıf oluşuna göre üç kısma ayrılmıştı. Münbit toprağın seksen dönümü, orta derecedekilerin yüz dönümü ve kuvveti az olan toprakların ise yüz elli dönümü bir çiftlik itibar olunmuştur.
3 Harb esirlerinden beşte birinin padişah için alınması tekarrür edince çok yekûn tuttu “Cendereli Hayreddin Paşa eyitti bunları Türke verelim hem Müslüman olsunlar hem Türkçe öğrensünler sonra getirelim yeniçeri olsunlar. Pes öyle idüp yeniçeri ziyade oldu” (Neşri, s. 198).
4 Recep ve Şaban aylarının baş harfleriyle Ramazanın sonundaki nun harfinin birleşmesiyle reşen remzi hasıl olmuştur.
Kaynak: OSMANLI TARİHİ I. Cilt (Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan İstanbul’un Fethine Kadar), İ. Hakkı UZUNÇARŞILI, ss 507-518