XVIII. Türk Tarih Kongresi Cilt VI

XVIII. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler ( VI.Cilt )

Askerî Tarih – Ayaklanmalar, İsyanlar, Darbeler ve İhtilaller Tarihi

Hazırlayanlar : Semiha NURDAN – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi :
Yayınlayan : Türk Tarih Kurumu
eISBN : 978-975-17-5117-1 (6.c) - 978-975-17-5111-9 (tk.)
Sayfa: 813
Konular : Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

“Türk ve Türkiye tarihini çağdaş, sosyal bilim anlayışıyla araştırmak ve yaymak; bu alandaki araştırmaları desteklemek ve toplumdaki tarih bilincini geliştirmek” misyonu çerçevesinde faaliyetlerini yürüten Türk Tarih Kurumu, milli bir tarihsel kimliğin oluşmasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Dünyayı hâkimiyeti altına alan küreselleşme süreci, köklü millî ve manevi değerleri olmayan veya bunları gereği gibi koruyamayan kültürleri yok ederek milletleri öz kültürlerinden uzaklaştırabilmektedir. Gerek dünyada gerekse bulunduğumuz coğrafyada yaşanan olaylara bakıldığında tarih ve millî kültür bilincine sahip, geçmişten ders çıkarmayı bilen milletlerin her türlü zorluğa karşı kendi varlıklarını korudukları görülecektir. Bu nedenle Türk Tarih Kurumunun insanlığa, tarihe ve geleceğe karşı görev ve sorumlulukları oldukça önemlidir. Bu bağlamda, Kurumumuzun görev ve sorumluluklarında biri de yeni buluşları ve bilimsel konuları tartışmak üzere toplantılar, kongreler düzenlemektir. Bu toplantı ve kongrelerin en önemlisi Türk Tarih Kongreleridir. Dünyada kendi alanında en saygın kongreler arasında yer alan Türk Tarih Kongreleri, Türk tarihi ile Türkiye tarihinin önemli olaylarının aydınlatılmasına büyük katkılar sağlamış, ülkeler ve insanlar arasındaki kültürel bağların kurulmasına ve geliştirilmesine de olumlu hizmetlerde bulunmuştur.

BİLDİRİLER - SEKSİYON XIII ( ASKERİ TARİH )

Peçenek Tarihinin Dönüm Noktası: 1091 Lebounion Savaşı ve Bu Savaşın Türk Tarihi Açısından Önemi

Asım Korkmaz

ORCID: 0000-0002-3037-827X

Sayfalar: 1-20

11. yüzyılın sonlarına doğru Balkanlardaki varlığını iyice hissettiren Peçenekler, Bizans başkentini tehdit eder konuma geldiler. Peçenekler, İstanbul önlerine kadar gelip Anadolu’daki soydaşları Türklerle Bizans’a karşı ittifak kurdular. Kentte muazzam bir korku ve telaş hâkimdi. Peçenekler, artık başkentlerinin kapılarına kadar dayandıkları ve uzun zamandan beri Balkanlarda mücadele ettikleri Bizans İmparatorluğu’na son darbeyi indirmek için büyük bir orduyla hazırlandılar. 1091 yılının Nisan ayında Peçenekler, savaş hazırlıklarına başladılar ve ilerleyişe geçtiler. Dönemin Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos, Enez’in jeo-stratejik konumu savunma için çok elverişli olduğundan dolayı; Peçenekleri Meriç nehri ağzındaki Enez’de karşılamaya karar verdi. Çok güçlü Peçenek orduları karşısında yardım almadan, Bizans’ın savaşı kazanması imkânsızdı. Diğer taraftan, Peçeneklerin savaş hazırlıklarını öğrenen Kuman-Kıpçaklar, Trakya’ya geldiler. Kuman-Kıpçaklar, birkaç yıl önce ganimet paylaşımıyla ilgili Peçeneklerle sorun yaşamışlar ve bu nedenle iki Türk boyu arasında husumet doğmuştu. Kuman-Kıpçaklar, ganimet paylaşımının öcünü almak için uygun vakit kolluyordu. Bizans imparatorunun ittifak teklifine olumlu yanıt veren Kuman-Kıpçaklar, savaşta Bizans safında yer aldılar. Dirayetli Peçenek kuvvetlerinin yok edilmesinde ve Bizans’ın büyük bir beladan kurtulmasında önemli rol oynadılar. 1071’de Malazgirt’te Peçenek ve Uzların Selçuklu Türklerinin tarafına geçmeleri, Bizans İmparatorluğu’nun savaşı kaybetmesinde en önemli nedenlerden birisi olurken; Bizans İmparatorluğu bu sefer 20 yıl sonra 1091’de Kuman– Kıpçakların savaş meydanında yanlarında yer almalarıyla Peçenekleri ağır bir şekilde yenilgiye uğrattılar. 1091 yılı, Kuman–Kıpçakların yerelde intikamlarını aldıkları bir yıl iken; genelde dünya tarihinde Bizans’ı Türk felaketinden bir diğer Türk boyu yardımıyla kurtulduğu tarih olmuştur

By the end of the 11th century, the Pechenegs feeling their presence firmly in the Balkans became a position threatening the Byzantine capital. The Pechenegs came to the walls of Constatinople and formed alliance with their kin Turks in Anatolia against the Byzantine. There was a tremendous fear and haste in the city. The Pechenegs were prepared with a great army to hit the final blow to the Byzantine Empire that they had been now up to the gates of their capital and that they had long struggled in the Balkans. In April of 1091, the Pechenegs began war preparations and progressed. The Byzantine emperor of period Alexius Comnenus I decided to meet them at Enez in the mouth of Meric river because Enez’s geo-strategic position was very suitable for defense. It was impossible for Byzantium to win the battle without the help against very mighty Pecheneg armies. On the other hand, the Cuman-Qipchaqs, who learned the war preparations of the Pechenegs, came to Thrace. The Cuman-Qipchaqs had had a problem with the Pechenegs about loot sharing a few years ago, and for this reason an animosity arose between the two Turkish tribes. The Cuman-Qipchaqs were looking out for the right time to revenge to the booty sharing. The Cuman-Qipchaqs responding positively to the alliance proposal of the Byzantine emperor took part in the Byzantine side in the battle. They played an important role in the destruction of skilled Pecheneg forces and in the riddance of Byzantine from a great scourge. While the passing of the Pechenegs and Uzes to the Seljuk Turks side at Mantzikert had been one of the most important reasons for the Byzantine Empire’s losing to the war in 1071, this time the Byzantine Empire heavily defeated to Pechenegs with the Cuman-Qipchaqs taking part in the battlefield 20 years later in 1091. The 1091 was a year that the Cuman-Qipchaqs took their revenge in local but this year became a date that the Byzantine was saved from Turkish disaster with the help of another Turkish tribe in the world history in general.

Osmanlı Zaferlerinin İtici Unsuru Olarak Askeri İstihbaratın Önemi: Ridaniye Meydan Muharebesi Örneği Üzerinden Bir İnceleme

B. Erhan Çavdaroğlu – Mert Can Erdoğan

ORCID: 0000-0001-7129-11140000-0002-6667-5401 

Sayfalar: 21-46

Sultan I.Selim’in cülusunu takip eden süreç öncesinde yaşanan taht kavgasında Osmanlı casuslarının rolü azımsanmayacak derecede önemlidir. Lütfi Paşa’nın yazdığı Tevarih-i Ali Osman’a göre, Şehzade Selim babası Sultan II.Bayezid’in ve kardeşlerinin faaliyetleri hakkında devamlı bilgi edinmiştir. Nitekim Selim’in, kardeşi Şehzade Ahmed’i bertaraf ederken Tur Ali adlı casusun sağladığı malumat ile hareket ettiği Tevarih-i Ali Osman’da yer alan bilgiler arasındadır. Kardeşlerini bertaraf eden Sultan I.Selim önce Safeviler ardından Memlükler üzerine yönelmiştir. Bölge halkının ekonomik durumu, Memlük ordusundaki envanter ve asker sayısı hakkında Sultanın birçok bilgi aldığını Haydar Çelebi, Ruznamesinde özellikle belirtmiştir. Hoca Saadettin’in Tacü’t Tevarih’inde yer alan başka bir bilgiye göre ise, Sultan I.Selim Tomanbay’ın harp nizamını öğrenmiş ve buna göre savaş stratejisini değiştirmiştir. İbrahim Hakkı Konyalı’nın Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde yaptığı çalışmalar neticesinde Sultan I.Selim’in Mısır Seferine çıkmazdan evvel yaptığı istihbarat çalışmaları kesin olarak tespit edilmiştir. Tüm bu veriler göz önüne alındığında, kurulduğu günden bu yana siyasal ve askeri istihbaratı etkin bir biçimde kullanan Osmanlı Devleti, 1517 yılına gelindiğinde istihbarat ağını Memlük Devleti üzerine yöneltmiştir. Yapılan tahkikat ve istihbarat çalışmaları sonucunda Memlük ordusunun asker sayısı, top sayısı, halkın sosyo-ekonomik durumu ve Tomanbay’ın harp planından haberdar olan Sultan I.Selim, stratejisini buna göre değiştirmiştir. Bu çalışmada başta kronikler olmak üzere dönemin çeşitli kaynakları üzerinden Osmanlı askeri başarısının izahında en az ateşli silahların kullanımı kadar güçlü bir merkezi otorite ve istihbarat çalışmalarının da dikkate alınması gerektiği Ridaniye Meydan Muharebesi örneği üzerinden irdelenmeye çalışılacaktır. Fakat askeri başarıların arkasındaki kapsamlı yapıyı anlamak için Osmanlı Devleti’ndeki ateşli silahların kullanım üstünlüğü ve koyu merkeziyetçiliğinden de kısaca bahsedilecektir. Böylece istihbaratın, ateşli silahların etkin kullanımının ve güçlü merkezi otoritenin bir araya gelmesiyle Osmanlı Devleti’nin nasıl “yenilmez bir askeri güce” dönüştüğü Ridaniye Meydan Muharebesi örneği üzerinden tartışılacaktır.

The role of the Ottoman intelligence in the aftermath of the enthronement of Selim the First was notable. According to Tevarih-i Ali Osman ,written by Lütfi Pasha, Prince Selim was informed about his father Sultan Bayezid the Second and his brothers acts. Thus it is known that Selim proceeded according to the report of a spy named Tur Ali, when he eliminated his brother Prince Ahmed. Selim the First who successfully eliminated his brothers, first faced with Safevids and then Memluks. It has been revealed in Haydar Çelebi’s letter that Sultan had been informed about the economic conditions of people, the equipment of Memluks’ army and their numbers. As said by Tacü’t Tevarih of Hoca Saadettin, Sultan Selim the First learned the tactical positioning of Tomambay and shaped his military strategy accordingly. It has been clearly showed that due to the researches of İbrahim Hakkı Konyalı at the Archives of Topkapı Palace Museum that Selim the First collected intelligence before his campaign of Egypt. When all these data are considered, The Ottoman Empire which utilized military and political intelligence effectively since its foundation, focused its intelligence network on Memluk State in 1517. As a result of the investigations and intelligence studies conducted, Sultan I.Selim, who is aware of the number of soldiers of the Mameluk army, the number of balls, the socio-economic situation of the people and the war plan of Tomanbay, changed his strategy accordingly. In this study visa vie the cotemporary sources mainly chronicles it will be evaluated that it shall be noted that the Ottoman military success depend on strong central authority and intelligence network as much as firepower trough the case of Battle of Ridaniye. But in order to reveal the sophisticated structure behind the Ottoman military success, the usage of firepower and effective centralization of the Ottoman Empire will be shortly mentioned. In this way, how the combination of usage of firepower, powerful central authority and intelligence transformed the Ottoman Empire into an invincible military power will be discussed.

103 Yıldır Bilinmeyen Gerçek İtilaf Donanmasının İzmir’i İşgal Girişimi

Celâl Öcal

Sayfalar: 47-96

Tarihi kaynaklarda 1. Dünya Savaşının İtilaf donanmasının Çanakkale’ye yaptığı saldırıyla başladığı yazar. 15 Mayıs 1919’a kadar İzmir’den söz edilmez. Mondros mütarekesi ilan edildi ve Yunan İzmir’e çıktı demekle yetinilir. Oysa böyle bir tanım çok eksiktir. İzmir, 1. Dünya Savaşı’na İzmir’e denizden bir saldırı yapılabileceği hazırlığı ile girmiş, Müstahkem Mevkii komutanlığı kurulmuş, bataryalar, batık gemi maniaları, mayın hatları, ışıldaklar teşkil edilerek, körfezinin deniz ve kıyı yapısı esas alınarak mükemmel bir savunma planı hazırlanmıştır. İzmir girişine 1656 yılında Piri Reis’in Sancakburnu dediği mahalle inşa edilmiş olan Sancakkale (Yenikale), bir kere daha İzmir’i işgalden korumuştur. İtilaf donanması bütün gücüyle İzmir’i bombardımana tutsa da atış menzilimize girdiğinde savunmamız işgalcilere büyük kayıp verdirir. Mayınlarımızı da temizleyemediği için ilerleyememektedir, geri çekilmekten başka çaresi kalmamıştır. Bu sırada Çanakkale, deniz harekâtına katılma emri alınca İzmir’de uğradığı ilk mağlubiyet gözden kaçar. Oysa batırdığımız gemilerin enkazları İzmir Körfezi dibindedir. Bu gerçek görmezden gelinerek 1. Dünya Savaşı’nın Çanakkale’ye deniz saldırısı ile başlatıldığının yazılması büyük eksikliktir. Bu tarihî gerçek Yenikale Şehitliği kitabesine kazılmıştır. 1914-1918 döneminde

1- Uzunada işgal edilir, işgalden kurtarılır.

2- İzmir Körfezi ablukaya alınsa da Demirhisar torpidobotunun ablukayı yarmayı başarır.

3- Bir kısım Levanten ve Rumların oluşturduğu casusluk şebekesi, ortaya çıkar.

4- Tayyare bölüklerimiz İzmir’i başarıyla savunur, Midilli, Sakız, Sisam adalarına taarruz ve keşif harekâtları yapar. İzmir Körfezi’nde yapılacak su altı araştırması batırdığımız gemilerin enkazını ortaya çıkartacaktır. Aradan 103 yıl geçmesine rağmen 1.Dünya Savaşı’nda İzmir savunmasını gerçekleştiren Sancakkale, o dönem Atış Poligonu mekânı olarak ön plana çıkan Şehzade Paşa Av Köşkü, yabancıların hak iddiasının devam ettiği Uzunada konusunda Türk kamuoyu durumun ciddiyet ve önemi hakkında bilgi sahibi değildir. Dolayısıyla bu mekânların tarihi önemi bilinmemektedir.

In historical sources, it is written that World War I began with the attack of the Allied Navy on Gallipoli. Izmir is not mentioned until May 15, 1919. The Armistice of Montrose was declared and it was only said that it had come out of Izmir. However, such a definition is very incomplete. Izmir was first mentioned in World War I with the preparation for a sea attack, the establishment of fortified locations, batteries, the wrecked ship Mania, mine lines and lights forming the bay of the sea and coastal structure based on an excellent defence. Sancakkale (Yenikale), which was built in 1656 at the entrance to Izmir and called Sancakburnu by Piri Reis, once again protected Izmir from invasion. Even though the allied navy bombed Izmir with all its power, our defence caused the invaders a great loss when it entered our range. They couldn’t move on because they couldn’t clear our mines, and had no choice but to retreat. At that time, when the order was received to participate in the Canakkale naval operation, the first defeat they suffered in Izmir would be ignored. However, the wrecks of the ships we sank are at the bottom of Izmir Bay. This was a great omission. It was a great deficiency to write that World War I was started by sea attack on Gallipoli. This historical fact was engraved on the Yenikale monument which has been excavated. In 1914-1918 1-Uzunada is occupied, later saved from the occupation. 2-Although Izmir Bay is under blockade, Demirhisar manages to break the blockade of Torpedo boat. 3-Some Levantine and the Greek Spy networks emerge. 4-The airforce successfully defends attack and reconnaissance operations to the islands of Sisam, Midilli, Sakız. The underwater survey in the Gulf of Izmir will reveal the wreckage of the ships we have submerged. During World War I, Sancakkale, Şehzade Paşa hunting pavilion which came to the fore as the shooting range of that period and Uzunada, under the long term claim of foreigners, defended Izmir. 103 years after the outbreak of war, the Turkish public has no knowledge about the seriousness and importance of these places. Therefore, the historical importance of these places is unknown

Soğucak Kalesi’nin İnşâsı (1728)

Cengiz Fedakar

ORCID: 0000-0003-1253-3771

Sayfalar: 97-114

II. Mehmed döneminde Kırım ve hanlığa bağlı Kafkasya’yı da hudutlarına dâhil etmesiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin Karadeniz Politikası da başlamıştır. Bu bağlamda Kafkasya’nın Karadeniz sahilinde yer alan küçük çaplı tabya ve kaleler yeniden tahkim edilerek buralara belli miktarlarda askeri kuvvetler sevk edilmişti. İlk başlarda tahkimin maksadı, Kafkas halklarından daha çok Abhazların korsanlık ve eşkıyalık faaliyetlerine mani olmaktı. Bu doğrultuda 1720’li yıllarda başlıca Faş, Soğucak ve Sohum kaleleri tahkim edildi. Rusya’nın 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti için daha büyük tehdit oluşturmaya başlaması ile birlikte, söz konusu kalelerin önemi daha çok artmış, bu tehdide karşı kaleler daha kapsamlı tahkim edilmişlerdir. 1783 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla birlikte özellikle Soğucak Kalesi, Osmanlı Devleti’nin Kuzey Kafkasya’da askeri yapılanmasının başlangıç noktası olmuştur.

The Black Sea policy of the Ottoman State dates back to the annexation of the Crimean Khanate as well as the Caucasia region under the control of the khanate, during the reign of Fatih Sultan Mehmed. An important part of this policy was to fortify the Black Sea coast of the Caucasia by constructing various battalions and fortresses and stationing soldiers there. The immediate concern of this fortification was to protect the coastline from the Abkhasian corsairs and bandits. Therefore, the Faş, Soğucak and the Sohum have been fortified in 1720s. The rising Russian threat during the second half of the eighteenth century increased the strategic importance of these fortresses and thus they have been further strenghtened. Particularly, following the Russian annexiation of the Crimea, the Soğucak fortress became the main stronghold for the military presence and the structure of the Ottoman State in Northern Caucasia.

Tarihi Belgelere Göre XVII-XIX. YY. Arasında Kırgızların Askerî Yapısı (Türk ve Moğol Halklarının Askerî Yapısıyla Karşılaştırma)

Döölötbek Saparaliev

Sayfalar: 115-128

XVIII-XIX. yüzyılda Merkezi Asya’da uluslararası arenada önemli rol oynayan Kırgızlar güçlü askeri yapıları sayesinde kendi topraklarını dış düşmanlarına karşı koruyabilmişlerdir. Bu dönemde Kırgızlar Batı Moğollar (Kalmuklar-Cungar Hanlığı), Çin ve Rusya İmparatorluğunun askerlerine karşı savaşmışlardır. Bildiride tarihi kaynaklara göre (Rus, Çin arşiv belgeleri ve Kırgızca etnografik kaynaklar) XVIII-XIX. yüzyılda Kırgızların askeri yapısı, savaş aletleri, kullandıkları savaş taktikleri, askeri bayrakları ve benzeri konular işlenecektir. Ayrıca Kırgızların askeri yapısı diğer Türk ve Moğol halklarının XIII- XVIII. yüzyıldaki askeri yapısıyla kıyaslanarak değerlendirmeye tabi tutulacaktır.

In the XVIII-XIX centuries, the Kyrgyzs, who played an important role in the international arena, could to protect their own lands in Central Asia against external enemies due to strong military structures. During this period, the Kyrgyzs fought against the army of the Western Mongols (Kalmuks-Gungar Khanate), Chinese army and the army of Russian Empires. In this report, the military structure of the Kyrgyzs, their war instruments, war tactics, military flags, etc., used in the XVIII-XIX century, will be considered based on the historical sources (Russian archival documents and Chinese ethnographic sources). In addition, the military structure of the Kyrgyz people will be subject to comparison which that of other Turkic and Mongolian people in XIII- XVIII centuries.

Moğol Hanlarını Karşı Karşıya Getiren Savaş: Terek Nehri Muharebesi (1263)

Erhan Ateş

ORCID: 0000-0002-0125-0699

Sayfalar: 129-150

Cengiz Han’ın ölümünün ardından Moğol İmparatorluğu dört oğlu arasında miras olarak bölüştürülmüştü. Cengiz Han’ın en büyük oğlu Cuci’nin hayatını kaybetmesinden sonra Batu Han, Moğol İmparatorluğu’nun batı topraklarının kontrolünü ele geçirmişti. Batu’nun 1256 yılında vefat etmesi üzerine, küçük kardeşi Berke 1257’de Altın Orda tahtına çıkmıştı. Berke Han İslamiyet’i kabul eden ilk Altın Orda hükümdarıydı. Berke, Altın Orda hükümdarı olduğu sırada, Toluy’un oğlu Hülegü, İran ve komşu bölgelerde İlhanlı devletini kurmuştu. Berke ve Hülegü arasında pek çok sorun vardı. Hülegü tahta çıktıktan sonra, 1258’de Bağdad’ı ele geçirmiş ve Abbasi Halifesi ile çok sayıda Müslüman’ı öldürtmüştü. Berke Han bir Müslüman olduğundan dolayı bu olaylar onu rahatsız etmişti. Fakat Hülegü Han ile Berke Han arasındaki çatışmaların sebebi sadece din değildi. Diğer başka sebepler de vardı. Hem Berke hem de Hülegü, Kafkasya ve Azerbaycan üzerinde hak iddia etmekteydi. Bunun yanında Hülegü savaş ganimetini Berke ile paylaşmıyor ve ona vergisini ödemiyordu. Mengü Han’ın ölümünün ardından, Arık Böke ile Kubilay, Moğol İmparatorluğu’nun tahtına oturabilmek için birbirleri ile mücadeleye başlamışlardı. Altın Orda Hanı, Arık Böke’yi desteklerken; Hülegü, Kubilay’a destek veriyordu. Ayrıca Hülegü’nün ordusuna yardım etmek için katılan iki Cuci şehzadesinin şüpheli bir şekilde ölmesinden dolayı da Berke Han oldukça kızmıştı. İki taraf arasındaki bütün bu sorunlar 1262’de savaşa dönüşmüştür. İlk olarak Berke Han, Hülegü’nün toprakları üzerine bir dizi sefer başlatmıştır. Bunun üzerine Hülegü Han hemen askerlerini toplamış ve onunla savaşmak için yola çıkmıştır. Bu savaşların sonunda Altın Orda Devleti, Terek Nehri’nde İlhanlılara karşı büyük bir zafer kazanmıştır. Bu savaş Moğol İmparatorluğu’nun dağılmaya başladığını bize göstermektedir

After the death of Chinggis Khan, the Mongol Empire was divided among his four sons as inheritance. When Jochi, Chinggis Khan’s eldest son, died, Batu Khan took control of western lands of the Mongol Empire. After his death in 1256, his younger brother Berke ascended to the throne of Golden Horde in 1257. Berke was the first Golden Horde ruler to adopt Islam. As Berke Khan became ruler of Golden Horde, Hülegü, the son of Tolui, had established Ilkhanate in Iran and its neighbor regions. There were many problems between Berke and Hülegü. After his succession to the throne, Hülegü Khan occupied Baghdad in 1258 and killed Abbasid Caliph and a large number of Muslims. These incidents agitated Berke Khan since he was a Muslim. However, the religion was not the only reason for the conflicts between Berke Khan and Hülegü Khan. There were several other reasons. Berke and Hülegü both claimed possession on Caucasus and Azerbaijan regions. Beside this, Hülegü didn’t share his war booty with Berke and did not pay the tax he owned to him. Following the death of Möngke Khan, Arigh Böke and Qubilai began to engage in struggle with each other to ascend to the throne of the Mongol Empire. While Khan of Golden Horde supported Arigh Böke, Hülegü Khan backed Qubilai up. Moreover, because of suspicious death of two Jochid princes who had joined Hülegü’s army to support, Berke Khan became furious. All of these problems between two sides turned into a war in 1262. Firstly, Berke Khan initiated a series of campaigns into the regions of Hülegü. In response, Hülegü Khan immediately assembled his soldiers and set out for a fight against him. At the end of these battles, the Golden Horde achieved an overwhelming victory over Ilkhanate at Terek River in 1263. This battle demonstrates us that the Mongol Empire began to disintegrate.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’da İlerleyişi ve Macar Uç Kale Sistemi

Gökhan Dilbaş

ORCID: 0000-0003-4337-8700

Sayfalar: 151-174

Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa yönündeki ilerleyişi esnasında karşısına çıkan en ciddi güç Macar Krallığı’dır. Osmanlılarla uzun süre mücadele eden Macar Krallığı, Osmanlı ilerleyişini nihai şekilde durduramayınca kalelerden oluşan bir savunma kuşağı tesis ederek Osmanlı ilerleyişinin önüne bir set çekmek ister. Yapımına 1420’li yıllarda başlanan Macar uç kale sistemi aşama aşama ilerleyerek Habsburgların da desteğiyle zaman içinde gelişir. Osmanlı-Macar mücadelesinde önemli bir yere sahip olan ve özellikle XVI-XVII. yüzyılda mücadelenin gidişatını belirleyen Macar uç kale sisteminin incelenmesi, sistemi oluşturan kalelerin özelliklerinin değerlendirilmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki ilerleyişinin, Osmanlı-Macar ve Osmanlı-Habsburg mücadelesinin daha kapsamlı şekilde anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

The most significant power faced during the progress of the Ottoman Empire towards the Europe was the Hungarian Kingdom. Hungarian Kingdom, who struggled against the Ottomans for a long time, established a defense line consisting of castles in order to avoid the progress of the Ottomans. Construction of the Hungarian frontier castle system was started in 1420s and developed step by step by the time with the help of the Habsburgs. Examination of the Hungarian frontier castle system, which has a significant place in the struggle between the Ottomans and Hungarians and determined the direction of this struggle especially in the XVI-XVII centuries, and the evaluation of the characteristics of the castles consisted within the system shall contribute to a more comprehensive understanding of the progress of the Ottoman Empire in Europe, struggle between the Ottomans and Hungarians and between the Ottomans and Habsburgs.

New Documents from French and Norwegian Archives on Kazakh’s Participation to the World War II

Gulnara Mendikulova – Anara Gabdullina

ORCID: 0000-0002-0922-04780000-0001-7854-8867

Sayfalar: 175-190

Kazakhs took participated to the World War II in 1941, after the aggression Nazi Germany to the Soviet Union. The Nazis captured some of them in the early years of the war. As prisoners of war, Kazakhs were first concentrated in large concentration camps, and subsequently, were distributed among smaller work camps in Germany and Germanoccupied territories like France, Belgium and etc. Within the FMSH project in 2009 Prof. Dr. Gulnara Mendikulova collected the documentary materials in the Archive of Mustafa Chokai saved in the Institute of Oriental Languages and Civilizations (INALCO) in Paris, who inspected the Soviet POW camps, organized by Nazis in Poland and Germany in autumn 1941. She found testimonies about Kazakh and Jewish victims, Soviet prisoners of war in concentration camps there. On November 2015 Prof. Dr. Gulnara Mendikulova collected documents in Archives Departamentales Haute-Garonne and Musee departemental de la Resistance in Toulouse, Archives Departamentales du Tarn, which is located in Albi, Archives Nationales and Service Historique de la Defense, located in Paris. In these archives, she found interesting documents on Kazakhs as the Soviet POW in camps, their fighting with Nazi in Resistance Movement Maqi and interaction with the local population in Southern France. Dr. Anara Gabdullina found about 500 pages of the list of Kazakh POW in camps in Norway, whose were repatriated to the USSR. We hope that you will be interested in our participation to the 18thTurkish Congress of History, where we can share our new finds in French and Norwegian archives

Antalya Redif Taburu’nun Kuruluşu ve İşleyişi

Güven Dinç

ORCID: 0000-0003-1974-4280 

Sayfalar: 191-212

Osmanlı Devleti’nde yeniliklere engel teşkil eden Yeniçeri Ocağı 1826 yılında kaldırıldığında Avrupa usulünde yeni bir ordu kurulması kaçınılmaz olmuştu. Hazırlanan kanunname ile Asakir-i Mansûre-i Muhammediye ordusu teşkil edildi. Ancak yeni ordunun sınırları geniş İmparatorluğu koruması mümkün değildi. Üstelik bu yeni ordu 1828-1829 Rus savaşı ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa isyanı gibi mücadelelerde beklenilen başarıları kazanamamıştı. Bu yüzden çok geçmeden çözüm olarak Prusya ve Avusturya ordularında da başarı ile tatbik edilen yedek asker, yani “Redif Asâkir-i Mansûre” yetiştirilmesi yoluna gidildi (Ağustos 1834). Bu teşkilatın ilk taburlarından biri Antalya’da tertip edildi (Eylül 1834). Bu çalışmada Antalya taburunun seçilmesinin nedeni Antalya taburunun ilk teşkil edilen taburlar arasında bulunması ve bu taburu bütün ayrıntılarıyla sergileyebilecek belgelerin varlığıdır. Dolayısıyla bu çalışmada Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden, Antalya ve Burdur Şer‘iyye Sicillerinden alınan çok sayıda belge sayesinde Antalya redif taburunun nasıl teşkil edildiği ve işleyişi irdelenmektedir. Böylece Osmanlı askerî tarihinde önemli bir yer tutan redif askeri teşkilatında bir taburun kuruluş ve işleyişi ayrıntılarıyla ilk kez ortaya konulmuştur. Antalya Redif taburu kurulduktan sonra Teke Sancağı Muhassılı Osman Paşa’nın uhdesine verildi. Taburun askerleri Teke Sancağı ile Terkemiş Hassı’ndan temin edildi. Antalya taburuna kaydedilen 1426 neferin 744’ü Teke Sancağı’ndan, 682’si Terkemiş Hassı’ndan Müslüman nüfus oranlarına göre belirlendi. Taburun binbaşısı Antalyalı ileri gelenlerden Yanıkzade İsmail Ağa idi. Kısa sürede temin edilen kıyafetlerin neferlere dağıtılmasıyla birlikte talimlere de başlandı. Redif teşkilatında 1836 yılında gerçekleştirilen değişiklikler Antalya taburunda kısa sürede uygulandı. Münavebe usulüne geçilmesiyle birlikte bir de kışla inşa edildi. Askerlerin giysilerinin bir kısmı yerel tezgâhlarda dokunurken bir kısmı da İstanbul’dan temin edildi. Antalya taburunun bir aylık mahiyesi 8347,5 kuruştu. Antalya Redif taburunun İâne-i Cihâdiye Vergisi 1837 yılında Teke Sancağı için 175.000, Terkemiş Hassı için 75.000 kuruş idi.

When the Janissary Corps, which hindered innovation, was abolished in 1826, a new European style army was inevitable. Based on a code, Asakir-i Mansûre-i Muhammadiye Army was formed. However, the new army did not succeed in protecting the empire which had broad boundaries. Further, this new army could not obtain successes in the Russian war of 1828-1829 and the revolt of Mehmet Ali Pasha. So, shortly after, reserve corps which had been applied successfully in Prussia and Austrian armies was adopted (August 1834). One of the first battalions of this organization was organized in Antalya (September 1834). There are two reasons for the selection of the Antalya battalion in this study. First, there are a lot of documents about Antalya battalion. Second, Antalya battalion is one of the first formed battalion in the empire. In this study, how the Antalya Reserve Battalion was formed and its functioning is examined through numerous documents obtained from the Ottoman Archives of the Prime Ministry, Antalya and Burdur Sharia Court Records. Thus, regarding the reserve units system, which has an important place in the Ottoman military history, a battalion is introduced with the details of establishment and operation for the first time. After the establishment, the battalion was under the responsibility of Osman Pasha, the Muhassil of Teke Sanjak. The soldiers of the battalion were enrolled from Teke Sanjak and the Has of Terkemiş. The number of soldiers in the Antalya battalion was 1426, of which 744 were enrolled from Teke and 682 from Terkemiş according to the population census. The major of the battalion was Yanıkzade İsmail Ağa, one of the prominent of Antalya. Shortly after, military uniforms were provided and the soldiers began military training. The changes of 1836 in the reserve units system were applied in a short time in Antalya battalion. A barracks was built in Antalya as alternation method was adopted in the empire. Some of the military uniforms were woven by the local looms while some of them were bought from Istanbul. The monthly salary of Antalya battalion was 8347.5 piasters. The Iane-i Cihadiye Tax was 175,000 piasters for Teke Sanjak and 75,000 piasters for the Has of Terkemiş in 1837.

1891 Yemen İsyanında Antalya Redif Alayı: Başarı ve Talihsizlikler

Hatice Durgun

ORCID: 0000-0003-0813-5236

Sayfalar: 213-232

Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı Devleti’ne bağlanan Yemen’de, hâkimiyet süresince isyanlar ve iç çatışmalar eksik olmamıştır. 1635 yılından itibaren Zeydî imamların idaresine terk edilen Yemen’in, uzun bir sürenin ardından yeniden Osmanlı hâkimiyetine alınmasından sonra da isyanların ardı kesilmemiştir. Osmanlı Devleti’nin maddi ve manevi açıdan sarsılmasına neden olan Yemen isyanlarından en önemli ve en büyüklerinden biri de İmam Hamidüddin’in 1891 yılında başlattığı isyandır. Yemen’de bulunan Yedinci Ordu Komutanı ve Yemen Valisi Ahmed Feyzi Paşa, kuşatma altındaki San‘a’yı muhasaradan kurtarıp esirlerin iadesini sağlayarak bu isyanın bastırılmasında büyük bir başarı göstermiştir. Bu isyanın bastırılması sırasında Yemen’de farklı askeri sınıflardan müteşekkil on dört alay bulunmaktadır. Söz konusu on dört alay içerisinde yedi tanesi, diğerlerine nispeten Yemen hadisesinin def edilmesinde büyük bir cesaret, gayret ve yararlılık göstermiştir. Bu alaylardan biri de Antalya Redif Alayı’dır. Antalya Redif Alayı’na mensup taburlar, isyanın bastırılması sırasında göstermiş oldukları üstün cesaret ve başarılardan dolayı alay sancaklarına asılmak üzere altın imtiyaz madalyası ile ödüllendirilmişlerdir. Yemen hadisesinin sonuçlandırılmasının ardından buradaki redif askerlerinin memleketlerine dönme zamanlarının geldiği 1892 Eylülünde, bu defa askerlerin yakasına kolera illeti yapışmıştır. Savaştan sağ kurtulan askerler, bu kez de salgın hastalıkla mücadele etmek zorunda kalmış, bir süre daha memleketlerine kavuşamamışlardır. Söz konusu çalışmada Antalya Redif Alayı askerlerinin, İmam Hamidüddin’in 1891 yılında Yemen’de başlatmış olduğu isyanın bastırılmasında göstermiş oldukları üstün yiğitlik ve başarılarından dolayı madalya ile ödüllendirilmeleri ve isyan bitiminde memleketlerine dönüş yolunda ise kolera nedeniyle yaşadıkları karantina süreçleri ele alınacaktır. Bu bağlamda bahse konu çalışmanın kaynakları, ağırlıklı olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne dayanmakta olup literatürden de istifade edilmiştir.

İskit Askerî Gücü 

İlhami Durmuş

ORCID: 0000-0001-9884-2174

Sayfalar: 233-250

İskitler M.Ö. 8. yüzyılda tarih sahnesine çıkmışlar ve M.S. 2. yüzyıla kadar hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Onlar, doğuda Çin seddinden batıda Tuna nehrine kadar yayılmışlardır. İskitler bu coğrafyada “Atlı Kavimler Medeniyeti”ni oluşturan kavimlerin ana grubunu oluşturmuşlardır. İskitler yayıldıkları coğrafyada değişik kavimler tarafından tanınarak onların kaynaklarına geçmişlerdir. İskitlerin adı Grek kaynaklarında “Skythai”, Pers kaynaklarında “Saka” ve Çin kaynaklarında “Sai (Sak)” olarak geçmektedir. İskit, Sak, Saka adıyla anılan toplulukların aynılığı da ortaya konulmuştur. İskitler uzun zaman diliminde tarih sahnesinde kalabilmişler ve aynı anda bozkır coğrafyasının hem doğusunda hem de batısında büyük bir güç olarak varlıklarını hissettirmişlerdir. Onların bu durumu askeri güçleri ile açıklanabilmektedir. İskitlerin askeri gücü insan unsurunun zorlu eğitimi, kullanılan savaş araç ve gereçleri, uygulanan savaş taktiğiyle bağlantılı görülmektedir. İskit dönemine ait yazılı kaynaklardaki bilgiler ve arkeolojik kazılar sonucunda kurganlardan çıkarılan buluntular İskit askeri gücünün tespitine imkân vermektedir. İskitlerin hayatının üç temel gayesi “av, sürü ve akın”dı. Günlük hayatta at yarışları, ok atışları ve güreşler onların kahraman olmasını sağlıyordu. İskitler bu özellikleriyle her an savaşa hazır halde bulunuyorlardı. Onların kullandığı saldırı ve savunma silahlarının çeşitliliği ve çok gelişmiş olması son derece dikkate değerdi. Saldırı silahları arasında ok ve yay ilk sırayı almaktadır. İskitler kılıç, mızrak ve balta da kullanıyordu. İskit ordusunun önemli bir kısmının süvari olduğu ve onların at üzerinde düşmana yay gerip ok attıkları bilinmektedir. Bu özelliklerinden dolayı kaynaklarda onların “atlı yay gericileri”, “atlı okçular” oldukları belirtilmektedir. Özellikle uçları jilet keskinliğinde ve zehirli okları ustalıkla kullanıyorlardı. Düşman bu okların yarasından ölmezse zehrinden ölüyordu. Bu tür oklar için kaynaklarda “çifte ölüm saçan oklar” tabiri kullanılmaktadır. At üzerinde yay gerip ok atmalarından dolayı kendileri için “kan kaybının azalması” da söz konusu olmuştur. Atın hızı, manevra kabiliyeti ve kullanılan silahlar sayesinde İskitler dinamik bir ordu oluşturmuşlardı. İskitler bozkır savaş taktiğini en iyi şekilde uygulamaktaydı. Bu savaş taktiği “kurt oyunu” ya da “turan taktiği” olarak biliniyordu. At üzerinde yayı etkili bir savaş silahı haline getirebilmişler ve “uzak savaş” usulünü benimsemişlerdi. At sayesinde sürekli manevra kabiliyetine sahip oldukları için uzaktan savaşı tercih ediyorlardı

The Scythians appeared in history in the 8th century BC and continued their presence by the 2nd century AD in a vast area from the Chinese frontiers to the Danube banks. They are the essential group of the peoples that created the “civilization of the equestrian peoples”. Sources of various countries, which got in contact with the Scythians, mention about them. Their name occurs in the form “Skythai” in Greek sources, “Saka” in Persian and “Sai” (Sak) in Chinese sources. The Scythians and Saka were identified with each other. They kept their existence for a long time and became an outstanding power both in the east and west of the Eurasian steppe. This can be explained by their military might, which seems to be connected with a disciplined education, their weaponry and strategies. Besides the written sources, archaeological findings especially in Scythian kurgans put a light upon their militia and warfare. The three main components of their lives were hunting, herds and raids. Horse races, arrow shoots and wrestling were indeed parts of their military education. Thus, they were always ready to fight. It is noteworthy that their weapons for attach and defense were very diversified and developed. Arrow was the main tool in aggression wars. They used swords, lances and axes, too. A great part of the Scythian army was mounted and they used arrows when they were riding horses. Thus, some sources describe them as “equestrian bow stretchers” or “equestrian archers”. They used especially very sharp and poisoned arrows with great mastery. If not the wounds, the poison would kill the enemy. These arrows are “the double death bringing” ones, according to sources. That they fought on horses helped them restrict military losses. Thanks to the very speed and maneuverability of horses and their weapons, the Scythians had always a dynamic army. They applied the steppe war tactics in the best way. Their most outstanding strategy was known as the “game of wolf” or the Turanian tactic. They turned bow to be an effective war tool thanks to horses, and adopted the style of “distance fight”

Bir Misyoner Gazetesinin Gözünden Balkan Savaşları

Mehmet Okur 

ORCID: 0000-0002-8788-9038

Sayfalar: 251-266

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine kadar uzun bir süre asayişin hâkim olduğu Balkanlarda XIX. Yüzyılın başından itibaren huzursuzluk baş göstermeye başlamış, Avrupa devletlerinin de müdahalesi ile sınır anlaşmazlıklarının eksik olmadığı bir dönem başlamıştır. XX. yüzyılın başında zirveye ulaşan bu anlaşmazlık, özellikle Rusya’nın aktif politikaları sonucu 1912’de bölgesel bir savaşa dönüşmüştür. Osmanlı ordularının ağır yenilgiye uğradığı, on binlerce Türk ve Müslümanın katledildiği bu savaş dönemin Avrupa basınında da geniş yankı uyandırmıştır. Diğer taraftan Balkanlar, gerek Osmanlı Devleti bünyesindeki gayrimüslim nüfusun en yoğun bulunduğu bölgelerden biri olması gerekse Büyük Devletlerin nüfuz mücadelesinin Avrupa’daki kavşak noktasını teşkil etmesi bakımından misyoner teşkilatlarının da ilgi odağı olmuş, bölgede kendilerini yakından ilgilendiren askerî, siyasî ve sosyo-kültürel gelişmeleri çıkardıkları gazeteler aracılığı ile kamuoyuna ulaştırmışlardır. Bu anlamda Balkan Savaşları hakkında ayrıntılı haber veren yayın organlarından biri de American Board of Commissioners for Foreign Missions’ın İstanbul’daki idare merkezi olan Amerikan İncil Evi (American Bible House) tarafından basılan The Orient gazetesidir. 1910’da yayına başlayan ve ilk beş sayısı Bosphorus News adı altında hususi olarak basılan gazete, 20 Nisan 1910’dan itibaren iseThe Orient ismiyle halka açık olarak çıkmaya başlamıştır. Editörlüğünü Amerikan Board’un Türkiye misyonunda yer alan ve uzun yıllar Türkiye’de görev yapan Charles Trowbridge Riggs’in yürüttüğü The Orientgazetesi, Osmanlı Devleti haricinde Bulgaristan, Mısır, İran, Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde de dağıtılmaktaydı. Gazete, 20 Nisan 1910’dan 29 Aralık 1915’e kadar her hafta kesintisiz olarak yayın hayatını sürdürmüş ve bu süreçte Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Anadolu’da cereyan eden olaylar hakkında önemli bilgiler vermiştir. Özellikle Balkan Savaşları sürecinde Türk, Yunan, Bulgar, Sırp ve Karadağ ordularının genel durumu, barış görüşmeleri, tarafların talepleri, Türk kamuoyunun tepkileri, editör yorumları ve Arnavutluk’taki gelişmelere dair çok sayıda haber, yorum, rapor, istatistik ve sürekli değişen sınırları gösteren haritalar yer almaktadır

Osmanlı’ya Karşı Bir Savunma Sisteminin Oluşumu: Hırvat Askerî Sınır Bölgesi (1522-1559)

Mehmet Solak

ORCID: 0000-0001-5304-7353

Sayfalar: 267-288

Habsburg Monarşisi, Orta Çağ Macaristan Krallığı’nın Mohaç Muharebesi’nde Osmanlı İmparatorluğu’na yenilmesinden sonra Avrupa surlarının savunmasını doğrudan üstlenmek zorunda kaldı. Monarşi bu sorumluluğu, Türklerin 1530’lu yıllarda Hırvatistan topraklarında gerçekleştirdikleri yoğun akınlara ve fetihlere karşılık olarak oluşturduğu savunma sistemi ile fiiliyata dökmüştür. Adriyatik Denizi ile Sava Nehri arasında meydana getirilen bu sistem (başkaptanlık), derinlemesine farklı alanlara yönelmiş küçüklü ve büyüklü kalelerin idaresinden sorumlu Bihać ve Senj kaptanlıklarından meydana gelmiştir. Bu başkaptanlığın oluşumunda Klis (1537) ve Dubica (1538) kalelerinin Türklerin eline düşmesi ve Gorjani Muharebesi’nin (1537) Monarşi tarafından kaybedilmesi etkili olmuştur. Bu çalışmanın amacı, Hırvat Askeri Sınır Bölgesi’nin paralı asker ve maaş listelerinin (1537, 1545, 1549) verilerileri ışığında oluşumunun askeri boyutunu ele almaktır.

The Monarch of Habsburg had to undertake the defense of the European fortifications directly after the Medieval Kingdom of Hungary had been defeated by the Ottoman Empire in the Battle of Mohaç (Mohacs). The Monarchy put this responsibility into action with the help of the defense system it developed in response to the intense raids and conquests realised by the Turks on the Crotian lands in 1530s. This system developed between Adriatic Sea and Sava River consisted of the captainships of Bihać and Senj, which were responsible for the control of the large and small fortresses that were diversified thoroughly (deeply). In the development of this head captainship, the capture of Klis (1537) and Dubica (1538) by Turks and the Monarchy’s defeat of Gorjani Battle became an effective factor. The aim of this study is to discuss the military aspect of the establishment of the Crotian Military Border Region in the light of the data concerning the mercenaries and the lists of salary (1537, 1545, 1549).

Altın Miğferli Orta Zaman Şövalyelerinden Hâkî Üniformalı Piyadeye: Kavalergardskiy Alayı ve Değişen Askerî Gelenekler Üzerine Bir İnceleme

Murat Özkan

ORCID: 0000-0002-9526-4564

Sayfalar: 289-306

Rusya’nın orta düzey bir devletten büyük bir imparatorluğa geçişi Rus tarihi açısından oldukça sancılı olmuştur. Bu süreçte yeni kurumlara ihtiyaç duyulmuş ya da var olan kurumlarda iyileştirmeler yapılmıştır. Çar I. Petro’nun (1682-1721) 1698’de streltsy kurumunu kaldırması ile başlayan Rus askerî modernizasyonu, reformlar konusunda deneyimli Rus ve yabancı kökenli devlet adamlarıyla devam etmiştir. Bu reformların devamı olarak XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Rus imparatorunu korumak amacıyla kurulan Kavalergardskiy Alayı, Rusya’da Çarlık rejiminin yıkıldığı 1917 yılına kadar varlığını sürdürmüş, rejimden sonra ise tamamen ortadan kalkmıştır. Bu çalışma 1724 yılında kurulan Kavalergardskiy Alayı’nın 1917 yılındaki yıkılışına kadar olan kısmı kapsamaktadır. Çalışmada alayın hangi amaçla kurulduğu, zaman içerisinde ne gibi değişiklikler geçirdiği ve hangi savaşlarda aktif olarak görev aldığına değinilecektir. Özellikle Rusların merkezî devlet politikasının değişmesiyle alayın bu politikalarda üstlendiği rol anlatılmaya çalışılacaktır. Rus askerî modernizasyonu için o dönemde bu süvari alayına neden ihtiyaç duyulduğu ve alayın kurulmasının olumlu ve olumsuz sonuçları üzerinde durulacaktır. Alayın incelenmesi, Rus askerî hayatının ayrılmaz bir parçası olan bu süvari birliğinin nasıl kurulduğu ve geliştiği hakkında bizlere bilgi vermesi bakımından ayrıca mühimdir

The transition of Russia from a middle-level state to a great empire was a quite painful for Russian history. During this process, new institutions were needed or improvements were made in existing institutions. The Russian military modernization, which began with the removal of the streltsy institution in 1698 by Tsar I Petro (1682- 1721), continued with Russian and foreign experienced reformers. As a continuation of these reforms, the Kavalergardskiy regiment, which was established to protect the Russian emperor in the first quarter of the 18th century, remained in existence until 1917, when the Tsarist regime was destroyed in Russia. This study covers from the establishment of the Kavalergardskiy Regiment in 1724 until the fall of it in 1917. The study examines to what purpose the regiment was established for, what changes it has undergone over time, and in what wars it actively participated. In particular, this work explains the roles of the regiment in the Russian politics after the change of the central government policy of the Russians. For Russian military modernization, it is necessary to explain why the cavalry was needed at that time, and the positive and negative consequences of the establishment of the regiment. The examination is critical in that it informs us about how this cavalry, an integral part of Russian military life, was established and developed.

Çin Kaynaklarına Göre Talas Savaşının Sonuçları Hakkında Bir İnceleme

Nuray Pamuk Öztürk

ORCID: 0000-0001-8186-8116

Sayfalar: 307-326

Talas Savaşı, 751 yılında Shi Guo (Taşkent) şehir devleti sınırları içerisinde yer alan Talas Ovası’nın Atlah mevkiinde gerçekleşmiştir. Ebû Müslim’in komutanlarından Ziyad b. Salih’in komuta ettiği Abbasî ordusu ve Kuça Valisi Gao Xianzhi’nın komuta ettiği Tang ordusu karşı karşıya gelmiştir. Beş gün süren savaş Gao Xianzhi’nın geri çekilmesi ile son bulmuştur. Ancak savaş sonrasında yaşanan gelişmeler hem Abbasî Devleti, hem Tang Hanedanlığı hem de Türk kavimleri için çok önemlidir. Gao Xianzhi’nın ordusunda yer alan askerlerin bir kısmı askeri eğitim almamış kişilerdir. Aralarında kâğıt yapım ustaları, ipek işleme ustaları, ressamlar, altın ve gümüş işleme ustaları gibi zanaatkârlar da vardır. Abbasîler tarafından esir alınan Çinli askerler arasında bu zanaatkârlarda bulunmaktadır. Bu esirler aracılığı ile Çin kâğıt yapım sanatı başta olmak üzere birçok buluş ve zanaat dalı İslam dünyasına girmiş; daha sonrasında ise yayılarak Mısır, İspanya ve Avrupa’ya ulaşmıştır. Aynı zamanda Tang Hanedanlığı da İslamiyet ve Müslüman Arap kültürünü yakından tanıma imkânı bulmuştur. İslam kültürü, Tang Hanedanlığı’nda ve Hanedanlığın kuzey ve kuzey batı bölgelerinde yaşayan Türk kavimleri arasında yayılmıştır. Bu Türk kavimlerinden Karluklar, savaşın ardından Gao Xianzhi’nın geri çekilmek zorunda kaldığı bölgelerden olan Suyab ve Talas’a yerleşmiştir. Savaş sonrasında Tang Hanedanlığı, Orta Asya’daki baskın güç konumunu kaybetmiştir. Ancak sonraki dönemde Abbasî Devleti ile bir mücadeleye girmemiştir. Bunda 755 yılında çıkan An Lushan isyanının etkisi olduğu düşünülmektedir. Savaş, ekonomik açıdan da etkisini göstermiştir. Abbasî Devleti, İpek Yolu üzerindeki konumunu güçlendirmiştir. Tang Hanedanlığı, Orta Asya’da kaybettiği baskın güç konumunu İpek Yolu ticaretine yansıtmamak için önlemler almıştır. Suyab ve Talas bölgesine yerleşen Karluklar da İpek Yolu üzerinde az da olsa söz sahibi olmuştur. Çalışmada Talas Savaşının sonuçları araştırılacak ve etkileri hakkında değerlendirme yapılacaktır

The Battle of Talas took place in 751 in the Atlah area of the Talas Plain, which is located in the ShiGuo (Tashkent) city-state borders, between Abbasid Caliphate and Tang Dynasty. The Abbasid army commanded by Ziyad b. Salih, one of the commanders of Ebu Müslim and Tang army commanded by Gao Xianzhi, the governer of Kuca. The five-day war ended with the withdrawal of Gao Xianzhi. However the developments after war were very important for Abbasid Caliphate, Tang Dynasty and Turkish clans. Some of the soldiers in Gao Xianzhi’s army was not proffesional soldiers. There were crafters such as paper-making masters, silk yarn processing masters, painters, gold and silver processing masters etc. The Abbasid army has taken many Chinese soldiers as prisoners. There were crafters among these prisoners. Through these prisoners, many inventions and crafts, especially Chinese paper making art, were entered the Islamic world; later spreaded to Egypt, Spainand Europe. At the same time, the Tang Dynasty had the opportunity to get to know Islam and Muslim Arab culture. Islamic culture spreaded to the Tang Dynasty and Turkish clans. After the war Gao Xianzhi had to retreat from Suyab and Talas. Karluks were settled in these regions. And Tang Dynasty lost its dominant position in Central Asia. But in the following period, Tang Dynasty didn’t have struggle with Abbasid Caliphate. This situation correlate with the An Lushan Rebellion. Battle of Talas also had economic effects on Tang Dynasty and Abbasid Caliphate. Abbasid Caliphate strengthened its position on the Silk Road. Tang Dynasty took measures for Silk Road trade. Karluks, settled in Suyab and Talas, also had effect on Silk Road trade. In this article, according to China sources, we tried to research results of the Battle of Talas, which was very important for Arap and China history.

Kırım Savaşı Öncesinde Anadolu Ordusu’nun Durumuna Dair Bazı Tespitler

Özgür Yılmaz

ORCID: 0000-0002-1970-2315

Sayfalar: 327-356

Fransız makamları savaşın kaçınılmaz bir şekilde patlak vereceğini anladıkları andan itibaren Osmanlı Devleti’nin savaş gücünü tespit etmeye yönelik İstanbul’daki Fransız elçiliğine talimatlar göndermişti. Bu doğrultuda Erzurum Fransız Konsolosu Challaye de Eylül 1853’te Erzurum’dan başlayarak Kafkas Cephesi’ndeki Osmanlı askeri gücünü tespit etmek üzere bir teftiş seyahatine çıkmıştır. Konsolos bu seyahati sonrasında “Mémoire sur l’Etat actuel de L’armée d’anatolie, considérée au point de vue d’une guerre défensive de la Turquie contre la Russie” adı ile bir rapor hazırlayarak Fransız makamlarına teslim etti. Fransız Savunma Bakanlığı Arşivi’nde yer alan bu raporda konsolos ziyaret ettiği kamplar ve kaleler hakkında gözlemler yapmış ve Osmanlı ve Rus orduları arasında karşılaştırmalar yaparak Kafkas Cephesi’ndeki savaşın geleceğine dair tespitler yapmaya çalışmıştır. Bu çalışma Challaye’ın savaş öncesi ve sonrasındaki çalışmaları çerçevesinde bu ayrıntılı raporunu değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

When the French authorities realized that war would inevitably erupt, they sent instructions to the French embassy in Istanbul to determine the Ottoman Empire’s war effort. In this respect, the French Consul in Erzurum Challaye, started an inspection tour from Erzurum to Kars in September 1853 to determine the Ottoman military power on the Caucasian Front. After this visit, the consul prepared a report with the name “Mémoire sur l’Etat actuel de L’armée d’anatolie, considérée au point de vue d’une guerre défensive de la Turquie contre la Russie” and handed it to the French authorities. In this report from the French Ministry of Defence Archive, the consul made observations about the camps and castles he visited, and made comparisons between the Ottoman and Russian armies and tried to make determinations about the future of the war on the Caucasus Front. This study aims to evaluate this detailed report within the framework of Challaye’s activities before and after the war

Kiçik Kutlug Alp Yabgu ve Türkistan

Saadettin Yağmur Gömeç

ORCID: 0000-0003-4606-9006

Sayfalar: 357-368

Kiçik Kutlug Alp Yabgu’nun (Chih-chih-ku-tu-hou/Hu-t’u-wu-szu/veya Otgur/Kendinden emin) M.Ö. 36 senesinde, 1600 kişiyle sayısı 70.000’lere varan Çin ordusuna karşı gösterdiği mert duruş, Türk tarihine altın harflerle geçmiştir. Onun ve arkadaşlarının bu istiklal fikri, Türk milleti ve devletinin binlerce yıldan beri gelen bağımsızlık düşüncesine ne denli önem verdiğini ortaya koymuş; onların şiirane şehadetleri kendilerinden sonra gelenlere de örnek olmuştur. Böylece milleti, devleti, vatanı sevmek ve onun için ölmek demek olan bu milliyetçi fikir artık Türk Devletinin milli politikası haline gelmiştir. İşte Kiçik Kutlug Alp Yabgu’nun ardından binlerce yıl sonra da; Mustafa Kemal Atatürk’ün “Kurtuluş Savaşı” sırasında “ya istiklal, ya ölüm” sözü bu anlayışın 20. yüzyıldaki bir tezahürüdür. Kiçik Kutlug Alp Yabgu’nun yapmış olduğu onur mücadelesi bir milletin şerefli bir şekilde yaşama arzusunu ve hayatta kalma azminin de göstergesidir. Bunun yanısıra Türkistan’da, Kiçik Kutlug Alp Yabgu öncesinde de Türklerin köy ve kasabalar meydana getirdiklerini biliyoruz. Fakat Kiçik Kutlug Alp Yabgu ile Talas örneğinde gördüğümüz üzere burada yeni şehirleşme faaliyetlerine girişildi; ancak iç ve dış baskılar sebebiyle bir süre sonra Türkler kuzeye yönelerek, İdil-Ural sahasına çıkıp, Hazar çevresinden Doğu Avrupa’ya giderek, Avrupa’daki Hun Devletinin de temellerini attılar.

Küçük Kutlug Alp Yabgu’s brave standing against Chinese army of approximately 70.000 troops with 1.600 men in 36 B.C. is attributed a great importance in Turkish history. His and his companions’ independence idea has revealed how much Turkish nation and state care about sovereignty sense for centuries. Their heroic passing away set their descendants an example. Thus, this national concept, which means loving the nation and state, embracing the homeland and dying for it, has become the national policy of the Turkish state. Centuries later after Küçük Kutlug Alp Yabgu, Mustafa Kemal’s statement, “Either freedom or death”, is the manifestation of this concept in 20th century. Küçük Kutlug Alp Yabgu’s struggle of honour is an indicator of a nation’s desire to live in an esteemed way and resolution to survive.

Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Doğu Kafkasya’yı Ayaklandırma Girişimleri ve Emir Aslan Han Hoyski

Selami Kılıç

ORCID: 0000-0003-0792-2377

Sayfalar: 369-396

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişinden kısa bir süre sonra Almanya’nın da isteği doğrultusunda Sultan-Halife tarafından “cihad-ı ekber” ilan edildi. Bu, başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletlerini, sömürgelerinde vurma ve İslam dünyasını düşmanlarına karşı ayaklandırma planları yapan Almanya için tarihi bir fırsattı. Cihad fikrini bir politika ve propaganda malzemesi yapan Almanya, İslam fanatizmini özendirmek, Müslümanların hiddetini düşmanlarının üzerine salmak için birtakım projeler yapıyordu. Söz konusu plan ve propagandalar çerçevesinde başta Afganistan, Hindistan ve Mısır olmak üzere tüm İslam dünyasında eyleme geçildi. Planın bir parçası da Kafkasya’ydı ve Kafkasya’nın ayaklandırılması “şâyan-ı temenni” idi. Almanya Kafkas halklarını Rusya’ya karşı ayaklandırmak için her fırsatı değerlendiriyordu. Bu tarihi fırsatlardan biri de Azerbaycan’da kurulmuş olan Difâî teşkilatının üyesi olduğunu iddia eden “Genceli Emir Aslan Han Hoyski”ydi. 1914 yılı sonlarına doğru sınırı geçen Emir Aslan; Doğu Kafkasya’da ihtilal ateşini yakacağını söylüyor, büyük bir ayaklanmanın hazırlığı içinde olduğunu belirtiyordu. Bu plan doğrultusunda Osmanlı Devleti’ne ittifak teklif ediyor ve Almanya’nın Erzurum konsolosuna da birtakım vaatlerde bulunuyordu.

After a short period of time Ottoman Empire went to the World War I, ‘cihad-ı ekber’ has been declared by Sultan-Caliph with the demand of Germany as well. This situation was a great opportunity for Germany that was making plans of causing a revolt in the world of Islam against their enemies and striking at the allied powers especially England in their colonies. Germany which made the idea of Jihad become a tool of politics and propaganda was in the process of preparations for plans so as to encourage Islamic fanaticism and direct Muslims’ rage upon enemies. Within the context of the aforementioned plans and propagandas, all the Islamic world went into action including Afghanistan, India and Egypt. Caucasia was a part of the plan and causing a revolt in Caucasia was a ‘worthy desire’. In order to cause a revolt in Caucasian publics against Russia, Germany was making use of every opportunity. One of those historical opportunities was ‘Genceli Emir Aslan Han Hoyski’ who claimed to have been a member of the organization called Dîfai established in Azerbaijan. Emir Aslan who passed the border towards the end of 1914, said that he was going to start the revolution fire in the Eastern Caucasia and mentioned that he was in preparation for a great revolt. In accordance with this plan, he was offering an alliance for the Ottoman Empire and making some demands for the Congress of Germany in Erzurum.

Osmanlı Seferlerinin İaşe Organizasyonunda Zor Bir Görev: Ganem Emini Şaban Ağa’nın “Et Temini” Hususundaki Çabaları

Süleyman Polat

ORCID: 0000-0002-1939-7293

Sayfalar: 397-420

XVII. Yüzyılda Osmanlı ordusu döneminin devletleri içerisinde hareket kabiliyeti üst düzey olan bir kara ordusuna sahipti. İstanbul’dan hareket eden askerlerin iaşe teminleri ise sözü edilen hareketin başlamasından çok evvel hazırlığı yapılan bir organizasyonun kusursuz işlemesine bağlıydı. Bu durum öylesine girift ve birbiri ile ilintili ayrıntıyı içermekteydi ki arada yaşanacak aksaklık ya da kopukluklar tüm sefer organizasyonuna ve seferin nihai başarısına etki edebilmekteydi. Bununla ilgili edinilen tecrübeler ve bilgi birikimi ise askeri harekatlar konusunda oldukça ayrıntılı bir organizasyon şeması ortaya çıkarmıştı. Bilindiği üzere Osmanlı ordusunun iaşesi söz konusu olduğunda akla gelen ilk madde tahıl idi. Nitekim bu nedenden dolayı Osmanlı sefer çalışmalarında iaşe temini kısımlarını ilk ve en hacimli kısımlarını tahıl temini oluşturmuştu. Bununla birlikte Osmanlı ordusunda bir iaşe maddesi olarak et, başta buğday ve buğdaydan elde edilen ürünler olmak üzere işlenmiş tahıldan sonra gelen en önemli günlük besin maddesiydi. Tahıl ürünleri yanında özellikle günlük alınan et, hareket halindeki Osmanlı ordusunun muharip gücünün en seçkin gruplarını oluşturan kapıkullarının savaş performansı açısından büyük öneme sahipti. Savaş halindeki ordunun askerleri için bu önemli gıda maddesinin temin süreci tahıl teminine nazaran, önemli farklılıklar da içermekteydi. Nitekim ilgili çalışmada XVII. yüzyıl Osmanlı ordusunun muharip gücünün en seçkin gruplarını oluşturan kapıkullarının sefer esnasında ihtiyaç duyduğu et gereksinimini, hangi organizasyonla, hangi şartlarda sağlamaya çalıştığı incelenecektir. Söz konusu detaylı irdeleme, IV. Murat döneminde vuku bulan Revan ve Bağdat seferlerinde et temini çerçevesinde devletin kayıtlarına ayrıntılı biçimde yansıyan, Ganem Emini Şaban Ağa’nın faaliyetlerinin mercek altına alınmasıyla yapılacaktır. Buradan hareketle, Şaban Ağa’nın gayretleri doğrultusunda ordunun et ihtiyacının temininde izlenen yöntemler ortaya konulacaktır.

The Ottoman military had an army with high maneuverability compared to the contemporary states in the 17th century. The provisioning of soldiers starting from Istanbul used to rely on the flawless functioning of an organization done before the related operation started. This situation included so intricate and interrelated details that any malfunction or interruption could affect the final success of campaign and the whole organization of campaign. The experiences and knowledge accumulation about it led to a detailed organization diagram regarding the military operations. It is well-known that the item springing first to mind in terms of the provisioning of the Ottoman army was crop. Therefore, the crop provision comprised the primary and most extensive parts of the provisioning section in the Ottoman military campaigns. However meat as a provisioning item for the Ottoman army was the most important daily foodstuff after processed crop being notably wheat and wheat derived products. Besides crop products, especially meat, which used to be supplied daily, was crucial for the fighting performance of kapikullari during war, which was the most preeminent group of combat troops in the Ottoman army on the move. The provision process of this foodstuff crucial for the soldiers of army at war was different to a considerable extent with respect to the crop provision. Hence, in the present study, it would be analyzed in which circumstances and through which organization the meat requirement of the most preeminent group of combat troops in the Ottoman army in the 17th century during a military campaign were fulfilled. This thorough analysis is carried out through the examination of the activities of Şaban Aga –the official server for sheep and goats-, which appeared on the official records within the framework of the meat provision during the military campaigns of Revan and Baghdad occurred in the period of Murat IV. based on it, the methods employed in fulfilling the meat requirement of the army in line with the efforts of Şaban Aga would be revealed.

Milli Mücadele Yıllarında Gümüşhane’den Batı Cephesi’ne Askerî Malzeme Sevkiyatı

Uğur Üçüncü

ORCID: 0000-0002-5282-8868

Sayfalar: 421-436

Milli Mücadele’nin ilk yıllarında Doğu Cephesi’nde Ermenilere karşı başarılar elde edilmiş, bunun neticesi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi(TBMM) Hükümeti ve Ermenistan Hükümeti arasında Gümrü Antlaşması imzalanmıştı. Bu başarı ile birlikte Doğu Cephesi kapanmıştır. Batı Cephesi’nde ise Yunanlılara karşı askeri mücadele devam etmiştir. Doğu Cephesi’nden, Batı Cephesi’ne ihtiyacı derinden hissedilen askeri malzemeler nakledilmiştir. Malzemeler, Gümüşhane yoluyla doğrudan sevkedilmiş veya askeri depolarda geçici süre bekletilmiştir. İhtiyaç olduğu zaman depolardaki malzemeler tekrar gönderilmiştir. Gümüşhane’de sevkiyat trafiğinde kullanılan iki önemli askeri depo bulunmaktaydı. Bunlar Gümüşhane Merkezde ve Kelkit’te idiler. Erzurum-Bayburt’tan gelen askeri malzemeler Gümüşhane’den iki yolla Batı Cephesi’ne sevkedilmiştir. Birincisi Gümüşhane-Trabzon kara yoludur. Trabzon’a getirilen malzemeler deniz yoluyla Samsun’a, daha sonra ise kara yoluyla Batı Cephesi’ne taşınmıştır. Diğer güzergâh ise Erzurum-Bayburt-Kelkit-Şiran-Erzincan-Sivas-KayseriAnkara idi. Her iki yolda da askeri malzemeler motorlu otomobiller, öküz, at, katır gibi hayvanların çektikleri arabalarla sevkedilmiştir. Bu çalışmada Milli Mücadele yıllarında Gümüşhane yoluyla Batı Cephesi’ne askeri malzemelerin sevk edilmesi sürecinin ortaya konması amaçlanmıştır. Malzemelerin cinsi, miktarı, nasıl ve ne zaman taşındıkları hakkında önemli bilgiler verilecektir. Çalışmada büyük oranda Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi(ATASE) belgeleri kullanılacaktır

In the first years of the National Struggle, Turkish success was achieved against the Armenian on the Eastern Front. As a result of this, the Treaty of Gümrü was signed between the Government of the Grand National Assembly of Turkey (TBMM) and the Armenian Government. The Eastern Front closed with this success and the military struggle against the Greeks continued. Therefore the Eestern Front military supplies were transported to the Western Front. The supplies were transported directly from Gümüşhane or temporarily held in military warehouses in there. When the need arose, the supplies in there were sent again. There were two important military warehouses used for transportation in Gümüşhane. These were in the center of Gümüşhane and Kelkit. The military supplies coming from Erzurum-Bayburt were transferred to the Western Front via Gümüşhane in two ways. The first rout was Gümüşhane-Trabzon. The supplies brought to Trabzon and transported by sea to Samsun and later by land through the Western Front. The other route was Erzurum-Bayburt-Kelkit-Şiran-Erzincan-SivasKayseri-Ankara. The military supplies were transported by vehicles, cariages, horses and mules on both roads. This study aimed to reveal the process of transfer military supplies to the Western Front through Gümüşhane during the years of the National Struggle. Important information will be given about the type, amount of materials. Also how and when the supplies are transported. In the study documents of General Staff Military History and Strategic Studies Presidency (ATASE) will be used.

Turkish Women and Children in Russian Captivity in the 18th and Early 19th Century

Vitaliy Poznakhirev

Sayfalar: 437-448

The numerous documents on Turkish captives kept in eleven archives of Russia and Ukraine have been analyzed in the present article. The main features of the staying of the Turkish women and children in Russian captivity have been investigated by author. Some basic data on gender and age composition of the POWs, on living and working conditions of the captives, on morbidity and mortality rates of these persons have been shown. It has been illustrated that the attitude of the Russians towards Turkish women and children were mixed. It has been proved that the Russians sought to leave women and, especially, children in Russia after the war. At the same time, it has been suggested that the living conditions in Russia of Ottoman women and children in 18th and early 19th century were quite acceptable.

BİLDİRİLER - SEKSİYON XIV ( AYAKLANMALAR, İSYANLAR, DARBELER VE İHTİLALLER TARİHİ )

1770 Mora İsyanının Gelişimi ve Sonuçları

Abdullah Zararsız

ORCID: 0000-0002-2071-513X

Sayfalar: 449-468

1. Mehmed döneminde yapılan seferlerle büyük kısmı ele geçirilen Mora yarımadası, bu dönemde yapılan 1461 tahririnin ardından sancak olarak Osmanlı idari yapısına katılmıştır. Mora’daki Osmanlı hakimiyeti, yarımadanın Venedik tarafından ele geçirildiği 1685-1715 yılları arasındaki otuz yıllık süre haricinde, Yunanistan’ın bağımsızlığını ilanına dek sürmüştür. Lehistan’da kral seçimine Rusların müdahalesi yüzünden meydana gelen 1768-74 savaşı sırasında Ruslar, Osmanlıları içerden de meşgul etmek amacıyla Mora’daki Rumları tahrik etmeye başlamıştır. Bu amaçla Rus casusları Mora’ya gönderilmiş ve isyanın altyapısı hazırlanmıştır. İsyana destek vermek amacıyla Baltık denizinden ayrılan Rus filosu Şubat 1770’te Mora kıyılarında görünmüştür. Mora’daki isyan dalgası Rumların 28 Şubat 1770’te Koron kalesini kuşatmasıyla başlamıştır. Aynı zamanda yarımadada sayıları elli bini bulan isyancı diğer kaleleri ve kasabaları da kuşatmıştır. Mora’da isyan başladığında Anabolu muhafızı olan Muhsinzade Mehmed Paşa serasker olarak tayin edilmiştir. Derhal harekete geçen Mehmed Paşa, etraftaki ayanların da yardımıyla kısa sürede Rumların isyanını bastırmıştır. İsyanın bastırılmasından sonra Muhsinzade Mehmed Paşa derhal kalelerin tamir ve tahkim edilmesine dair emirler göndermiştir. Ayrıca Mora’da idari anlamda da düzenlemeler yapılmıştır. Bu tebliğde Mora isyanının gelişiminde ve bastırılmasında yerel güçlerin rolü incelenecek, isyanın ardından Osmanlı toplumunda ayanlığın yükselişi ve isyan bastırıldıktan sonra yapılan idari ve sosyal düzenlemeler arşiv belgelerine ve çağdaş kaynaklara göre ele alınacaktır.

The Morea peninsula, of which a large part was seized by the campaigns carried out during the reign of Mehmed II, joined the Ottoman administrative structure as a sanjak after 1461 census made in this period. The Ottoman domination in Morea continued until the declaration of Greece’s independence, except for the thirty-year period between 1685 and 1715, when it was seized by Venice. During the war of 1768-74, which occurred because of the Russians’ intervention in the election of the king in Poland, Russians began to incite the Greeks in Morea to occupy the Ottomans internally. For this purpose, Russian spies were sent to Morea and the infrastructure of the rebellion was prepared. The Russian fleet, which left Baltic Sea to support the rebellion, appeared on the banks of Morea in February 1770. The wave of revolt in Morea began with the siege of the Corone Castle in February 28, 1770. At the same time, rebels, who were about fifty thousand people in the peninsula, besieged other castles and towns. Muhsinzade Mehmed Pasha was the guard of Anabolu when the rebellion broke out in Morea, was appointed as serasker. Immediately acting, Mehmed Pasha suppressed the revolt of the Greeks with the help of the surrounding ayans in a short time. After the rebellion was suppressed, Muhsinzade Mehmed Pasha immediately sent orders to repair and solidify the castles. Administrative regulations were carried out in the Morea as well. In this paper, the role of local forces in the development and suppression of the Morea rebellion is examined. Rise of ayans and the administrative and social regulations after the rebellion’s suppression are discussed in accordance with the archive documents and contemporary sources.

1980 Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci

Ahmet Edi

ORCID: 0000-0001-9596-7684

Sayfalar: 469-476

Türk demokrasi tarihinin önemli olgularından olan seçimler, dönemleri anlamamız noktasında bize yol göstermektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu anlamda önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 1923 yılından 2014 yılına kadar 20 kez cumhurbaşkanlığı seçimi yaşamış; 2014 yılı öncesindekiler parlamento tarafından, 2014 yılındaki ise halk tarafından seçilmiştir. Bu seçimler içerisinde 1980 yılında yapılan cumhurbaşkanı seçimi ise sonuçsuz kalmıştır. 1982 yılında ise Kenan Evren 1982 Anayasası’na konulan bir madde ile referandum sonucu Cumhurbaşkanı olmuştur. 1982 Anayasası dönemlerinde de dörder kez cumhurbaşkanı seçimi yapılmıştır. Seçimlerde Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü dörder kez, Celal Bayar üç kez, diğer cumhurbaşkanları da birer kez bu göreve gelmişlerdir. Bu çalışmanın konusu Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve bu seçimler içerisinde 1980 yılında yapılan ve sonuçsuz kalan 1980 Cumhurbaşkanı Seçim Süreci’nden oluşmaktadır Nitel bir çalışma çerçevesinde doküman analizine bağlı olarak yapılmaya çalışılmıştır. Dönemsel itibariyle kaotik günler geçiren ülkede birlik ve beraberliğin veya uzlaşının imkânsız olduğunun kanıtı şeklinde karşımıza da çıkmaktadır. Çalışma sonunda 1980 yılı Türkiye’sinin ne denli parçalanmış olduğunu bir nebze de olsa görebilmiş olduk. Birliktelik noktasında hareketin imkânsız olduğunu Cumhurbaşkanlığı seçim süreci makale sonunda göstermiş olmaktadır.

1730 İsyanı Sonrasında Hamam Çalışanları Üzerinde İktidarın Gözetimi

Ahmet Yaşar

ORCID: 0000-0002-9942-2398

Sayfalar: 477-484

1730 isyanı sonrasında tahta çıkan Sultan I. Mahmud’un (1730-1754) dikkat çeken uygulamalarından birisi de isyanın elebaşı Patrona Halil’e yardım eden Arnavut tellâklar üzerinde gerçekleştirdiği gözetim mekanizmasıdır. İsyandan birkaç zaman sonraki bir fermanda, İstanbul’da faaliyetlerini sürdüren hamamların bütün çalışanlarının (bu dönemde hamam çalışanlarının çoğunun Arnavut olması dolayısıyla) hamamcılar kethüdası, yiğitbaşısı ve şeyhi vasıtasıyla kayıt altına alınması ve hamamcıların çalışanlara kefil olması emredilmiştir. Ayrıca hamamlara yeni çalışan gerektiğinde Arnavutların alınmamaları ve yerlerine Anadolu’dan Türk uşakları ya da İstanbul içinden zimmîlerin istihdam edilmesi ve memleketlerine giden Arnavutların geri döndüklerinde hamamlarda istihdam edilmemeleri hükmedilmiştir. Bu çerçevede, arşivde ulaşabildiğim hamam yoklama defterlerine göre 1731’den 1752’ye uzanan süreçte İstanbul hamamlarında çalışan Arnavut tellâkların sayımları yapıldı ve işe giriş ve çıkışlarının takip edilmesi sağlandı. Bu defterlerde her bir hamamın ismi mevkiiyle beraber belirtilmekte, sonrasında ise tellâk ve nâtırlar ayrı ayrı gösterilerek, teker teker çalışanın ismi, memleketi, varsa askeri unvanı ve fiziksel görüntüsü yazılmakta, hamam kaydının sonuna ise toplam nefer sayısı ve Arnavut olanların sayısı eklenmektedir. Bu bildiri 1730 isyanı sonrasında İstanbul hamamlarındaki Arnavutların kontrol edilmesine dönük fermanın neticelerinin görülüp görülmediğinin 1731-35 ve 1752 tarihlerindeki yoklamalarda izini sürmektedir. Ayrıca siyasi iktidarın bu yoklamalarla geliştirdiği gözetim mekanizmasının mahiyetini tartışmayı amaçlamaktadır.

One of the distinguishing practices of Sultan Mahmud I (1730-1754), who ascended to the throne after the rebellion of 1730, is the surveillance mechanism over the Albanian tellâks who helped Patrona Halil, the ringleader of the rebellion. In an imperial order, it was ordered to be registered of all the employees of the public baths (mostly Albanians in this period) through the medium of the steward (kethüda), yiğitbaşı and sheikhs (şeyh) of the bath owners and acted bath owners as guarantor for the employees. Also, it was order that if afterwards it proves necessary to hire someone for the hammams, not one person shall be taken from among the Albanians; in their place shall be hired Turkish boys from Anatolia or zimmî from Istanbul, if Albanians leave the hammam and return to their home country, they can never be hired again, after their return. In this manner, by way of hammam surveys Albanian tellâks employed in Istanbul baths were officially monitored and registered from 1731 to 1752, and their entry and exit were followed up. In these hammam registers, the name of the hammam with its location was identified and then first the tellâks and then the nâtırs with their names and the province of origin, their military title and physical image if they had one were recorded. At the end of each bath record, total number of heads and number of Albanians were added. This paper aims to examine the state supervision over the Albanian tellâks operated in Istanbul hammams by looking through the hammam registers between 1731-35 and 1752 and to follow the results of the imperial decree issued after the rebellion of 1730. It also aims to discuss the nature of the surveillance mechanism that political power develops with these registrations.

Kazak Türkleri Aydınlarının 20. Yüzyılın İlk Yıllarındaki İhtilaller Sürecindeki Milli Mücadeleler ve Manevi Yükselişi

Akzhamal Urazbayeva

ORCID: 0000-0002-3391-4488

Sayfalar: 485-496

20 Yüzyılın birinci yarısında Kazakistan toprakları Çarlık Rusyanın bir sömürge bölgesine çevrilmişti. Kazak Türkleri bir yandan işgal altında kaldı, ikinci taraftan yeni sistemin yaradılışı ile yeni kanunlara sürüklendi. İlk Rus İhtilalinden sonra Kazak Türkleri Aydınlarının siyasi görüşleri ile Milli Mücadelesi yeni boyutları kazandı. İhtilal döneminde Kazak Aydınları liberal-demokrasi partisi çerçevesinde toplandı ve kendi Milli Mücadele hareketini ilk olarak diğer Türk Müslümanlarla beraber başlamıştır. Kazak Türklerinin Milli Mücadelesini geniş kapsamda başlatan ve aynı zamanda halkı dünyaya tanıtan Alaş partisi olmuştur. Partinin programı tamamıyla Kazak Türklerinin Milli varlığı ile bağımsızlığını korumayı hedef almıştır. Bu sebepten dolayı 1905-1918 yılları arasında Kazakistanda çok sayıda toplantılar düzenlenmiştir. Günümüzde bu toplantıların kayıtları, buna yönelik önce Çarlık Rusyanın ve daha sonra Sovyetlerin raporları arşivlerde “bakılması yasak” damgası ile araştırmacıları beklemektedir. Bunun yanı sıra M. Tınışbayev, G. Safarov, T. Ryskulov, S. Muraveyski, P. Galuzo Kazak Türklerinin Milli Mücadele hakkında çok sayıda kaynaklar bırakmışlar. Kazak Türklerinin manevi yükselişi ile Rusya İmperyalizmine karşı direnişi hakkında bilgiler “Rusya Türkitsanı”, “Tarih Meseleleri” vs. dergilerde makale olarak yayınlanmıştır. Bu kaynaklarda Ruslar genel anlamda “işgal” yerine “kendi istekleriyle” Rusya’ya dahil oldu kelimeleri kullanmıştır. Hatta Sovyet döneminde yayınlanan 5 ciltli Kazakistan SSCB Tarihi kitapta Kazakistan topraklarının Rusya’ya girmesi bu tabii süreç olarak gösterilmiştir. Bu sebepten dolayı günümüzde Kazak Türklerinin Milli Mücadele tarihi ile yeni boyut kazanan Manevi yükselişi meseleleri yeniden araştırılması gerekmektedir. Konu ile ilgili yeni kaynaklar Kazakistanın Devlet Arşivi ile Cumhurbaşkanı Arşivinden alınmıştır. Bu kaynaklar ile Çarlık Rusyası ve daha sonra Sovyetler sisteminin kuruluşunun ilk yıllarında ele alınmamış yeni bilgiler bu konu çerçevesinde ele alınacaktır. Yeni karşılaştırmalı ve 20 Yüzyılın başındaki tarihi süreci tasnif etme yöntemleri kullanarak, bu makalede Kazak Türklerinin Milli Mücadelesi ile Manevi yükselişi söz konusu olacaktır.

In the first half of the 20th century, the territory of Kazakhstan was turned into a colonial territory of Tsarist Russia. The Kazakh Turkic were occupied on the one hand and dragged into the new laws with the creation of the new system on the second side. After the first Russian Revolution, the Kazakh Turkic’ political views of the intellectuals and the National Struggle won new dimensions. During the Revolution period, the Kazakh intellectuals were gathered under the liberal-democracy party and their National Struggle movement first started with other Turkish Muslims. It was the Alash Party, which initiated the National Struggle of the Kazak Turkic in a wide scope and at the same time introducing the people to the world. The program of the party was aimed at protecting the independence of the Kazakh Turkic with the national being. For this reason, a number of meetings were held in Kazakhstan between 1905-1918. Today, the records of these meetings, the reports of Tsarist Russia and later the Soviets, are waiting for the researchers with a stamp of “forbidden” in the archives. In addition, M. Tınışbayev, G. Safarov, T. Ryskulov, S. Muraveyski, and P. Galuzo have left plenty of resources about the Kazakh Turkic’ National Struggle. The information about the resistance of the Kazakh Turkic against the spiritual ascension and the Russian imperialism “The Russian Turkican”, “History affairs” etc. Published in the magazines as an article. In these sources, Russians in general use words that are included in Russia “by their own will” instead of “occupation”. Even in the Soviet-era 5-volume Kazakhstan USSR Historical book, the entry of Kazakhstani territory into Russia has been shown as this natural process. For this reason, it is necessary to re-investigate the issues of the spiritual ascension which has become a new dimension with the history of Kazakh Turkic’ National Struggle. New resources on the subject were taken from the State Archives of Kazakhstan and the Archives of the President. These sources and new information not covered in Tsarist Russia and later in the first years of the establishment of the Soviet system will be covered within this context. By using the methods of classifying and comparing the historical processes of the early 20th Century, a new comparative and spiritual ascension with the National Struggle of the Kazak Turkic will be mentioned in this article.

Çarlık Rus İdarecilerinin 1916 Yılındaki Bağımsızlık Hareketi Hakkındaki Görüşleri

Ali Rıza Yeter

Sayfalar: 497-506

Çarlık Rusya kurulduğu dönemden itibaren Türklerin yaşadığı coğrafyaları istila etme ve sömürme amacı gütmüştür. Nitekim XIX. yüzyılın ikinci yarısında Türkistan’daki Türk halkları çeşitli iç ve dış etkenlerin de etkisiyle Rus İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girmiştir. Ancak Rusların Türkistan’da sömürgeci politikalar takip etmeleri, kendilerine karşı direnişe yol açmış, XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başında, Türkistan’da birbirini takip eden birçok bağımsızlık hareketi patlak vermiştir. Türkistan’daki Türk soylu halkların katıldığı bağımsızlık hareketlerinin başlıcaları olarak 1898 yılındaki Andican ayaklanmasını, 1916 bağımsızlık hareketini ve bunun devamı mahiyetindeki Basmacı hareketini gösterebiliriz. Bunlar arasından 1916 bağımsızlık hareketi, Türkistan’ın büyük bir bölümüne yayılması, başta Kırgızlar olmak üzere diğer Türkistan Türklerinin harekete aktif olarak katılması ve hareketin Çarlığın bölgedeki varlığına ve sömürgeci politikalarına büyük darbe vurmuş olması gibi nedenlerden dolayı diğer bağımsızlık mücadelelerinden ayrılmaktadır. Türkistan’da 1916 yılında meydana gelen bağımsızlık hareketinin incelenmeye başlanması Ekim Devrimi’ne kadar uzanır. Çarlık yönetiminin olaylara bakışını Türkistan bölgesindeki genel ve askeri valilerin, yargı organlarının, tenkil (cezalandırıcı) birlikleri komutanlarının ve diğer yöneticilerin raporlarında ve telgraflarında görmek mümkündür. 1916 bağımsızlık hareketinin ana kaynaklarından olan bu raporlar ve telgraflarda 1916 olayları genel olarak “bunt” (isyan-başkaldırı), “myatej” (başkaldırı) şeklinde adlandırılmış, aynı zamanda “sluçaynoye yavleniye” (talihsiz olay), “bolşım gorem” (büyük üzüntü) ve “tahrip edici güç” şeklinde ifade edile gelmiştir. Bu bağlamda söz konusu çalışmada Çarlık yöneticelerinin 1916 olaylarına dair fikirleri ortaya konulmaya çalışılmıştır

Tsarist Russia since it’s the establishment was aimed at invading and exploiting the geographies inhabited by Turkic tribes. Indeed, due to the influence of various internal and external factors the second half of the nineteenth century the Turkic peoples in Turkestan came under the dominion of the Russian Empire. However, the resistance against the Russians’ pursuing colonial policies occurred in Turkestan at the end of the nineteenth century and beginning of the twentieth century, and many successive liberation movements broke out in Turkestan. As an example we can have a look at Andizhan revolt of 1898, the independence movement of 1916, and the Basmachi movement as a continuation of the liberation movements of the Turkic native people in Turkestan. One of those liberation movements is liberation movement of 1916. It is different from the rest in several ways: it spread in a large part of Turkestan, and many Turkic tribes took active part in it, among them were particularly Kyrgyz people and it was a great blow to the presence of the Russian Empire in the region and its colonial policies. The research of the liberation movement of the 1916 in Turkistan was begun after the October Revolution. One can see the views of the events of Tsarist Empire officials through reports and telegrams of general and military governors, judicial organs, punitive troops commanders and other administrators in the region of Turkestan. In these reports and telegraphs, which are the main sources of information on the liberation movement of 1916, the events of 1916 were generally named as “bunt” (revolt), “myatej” (revolt) and at the same time “sluçaynoye yavleniye” (unfortunate event), “bolshim gorem” (large sorrow) and “destructive power”. In this work, the attempt to reveal the opinions of the Tsarist rulers about the events of 1916 was made.

Mahambet Ötemisulı ve XIX. Yüzyılda Kazak Türklerinin Ayaklanması

Ayabek Bayniyazov

ORCID: 0000-0002-9603-1332

Sayfalar: 507-516

XIX. yüzyıl Kazak Edebiyatı’nda önemli bir yere sahip olan Kazak Türklerinin en önemli şairi; Rusya’nın sömürgeciliğine karşı direnç gösteren şiirler dile getirerek ve kendine özgü coşkulu şiir diliyle günümüz Kazak şairlerine dahi ilham kaynağı olan şair Mahambet Ötemisulı’dır. XIX. yüzyılda Kazak şairlerinin önemli olayları eserlerinde yansıtmaya, halkın sesi olmaya çalıştığı dikkat çekmektedir. Bunun nedeni de söz konusu dönemde, verimli toprakların Kazaklardan alınarak Ruslara verilmeye başlanması ve buna karşı koymaya çalışanların da en ağır şekilde cezalandırılmasıdır. Rusların kuklası haline gelen Kazak Hanları en verimli yaylaları, en verimli toprakları sultanlara, din adamlarına, kendisine hizmet edenlere, akrabalarına haksızca dağıtmıştır. En büyük payı da kendileri almıştır. Ayaklanmanın çıkma nedenlerinden biri de toprak davasıdır. Mahambet, Kazak topraklarını istila etmeyi amaçlayan, verimli topraklara askeri kaleler inşa ederek yerleşmeye başlayan (Orınbor, Oral, Elek, Berdenki) Rus Çarı’nın siyasetine ve bu amacını gerçekleştirmek için kullanılan Kazak Hanları ile Sultanlarına karşı halkı uyandıran, açıkça silahlı ayaklanmaya çağıran ilk Kazak şairidir. Mahambet doğaçlama şiir söyleme yeteneğine sahip olan ve halkı arkasına alabilen bir şairdir. O, kahramanlıklık yapmakla kalmamış, bütün şiirlerinde kahramanlığı da konu etmiştir. Şiirleri halkın ölmez mirası haline gelmiştir. Onun Narın, Narında şiirleri doğduğu topraklara ve Narın’a olan sevgisinden ortaya çıkmıştır. “Erewil Ata Er Salmay” (Sağlam Atı Eyerlemeden), “Ulı Arman” (Büyük Emel), “Muñayma” (Kederlenme) vb. şiirleri halkı ayaklanmaya, mücadele etmeye çağıran şiirleridir. Şiirleri ayaklanmaya katılan halk kolunun sloganı olmuştur. Bu çalışmada Mahambet Ötemisulı’nın hayatı, şiirlerinin sosyal ve toplumsal yönde önemi değerlendirilecektir. Mahambet şiirlerinin yazı diline geçirilmesi, bilim adamlarınca incelenmesi ve hakkında yazılan önemli eserler de ele alınacaktır.

Makhambet Otemisuly was a poet who had an outstanding place in Kazakh literature in the 19th century who expressed his open resistance to a colonial policy of Russian Empire through his poems. His poetry is a source of inspiration for the contemporary Kazakh poets for his unique style in verse writing. It should be noticed that Kazakh poets of the 19th century tried to be the voice of people reflecting important social events in their works.The reason of this tendency was that in the mentioned period, the fertile lands were taken from Kazakhs and given to Russian peasants, those who tried to oppose the policy had been punished in cruel way. Kazakh khans, who became puppet rulers unfairly distributed the most productive pastures and lands to sultans, clergymen, to those who served them and their relatives. They certainly kept the largest parts of lands for themselves. So, one of the reasons for the uprising was the land dispute. Makhambet is the first Kazakh poet who openly provoked people for an armed rebell against the Russian Tsar whose main aim was to invade Kazakh territories by building military fortresses on fertile lands such as (Orynbor, Oral, Elek, Berdenki) and settling there. He was also against Kazakh khans and Sultans who had been used to accomplish this purpose of Tsar. Makhambet had an ability to improvise poems and he was able to support his community. He was a hero himself and all his verses describe a man’s heroism. Makhambet’s poetry became an immortal heritage of Kazakh people. His poems, such as “Naryn” (Naryn) and “Narynda” (In Naryn) are about his hometown and express his true love to Naryn. Other poems, as “Erewil Atka Er Salmay” (An Ode To A Hero), “Uly arman” (The Great Dream), “Muñayma” (Do not be Sad) and etc. call people to fight against Russian tsar regime. Moreover, his poems have become as slogans for people who participate in political strikes and rebells. This article discusses about Makhambet Otemisuly and his life. It also underlines the importance of his poetry and its social aspects. It stops at linguists’ investigations of Makhambet’s works and their main researches of poet’s poems.

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinin Yükseköğretime Etkileri

Aziz Kılıç

ORCID: 0000-0001-8064-2772

Sayfalar: 517-538

Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamında yarattığı büyük değişiklikler ve gelecek yıllara olan etkisi bakımından 27 Mayıs 1960 darbesi yakın tarihin en önemli olaylarından biridir. Bu nokta dikkate alındığında 27 Mayıs, Türkiye’de yükseköğretimin gelişim çizgisinde önemli bir kırılma noktasına da işaret eder. Demokrat Parti döneminde üniversite özerkliği çerçevesinde gelişen tartışmalar, 27 Mayıs rejiminin her alanda reform yapma arzuları ile birleşince, Milli Birlik Komitesi yükseköğretimin çeşitli sorunlarını çözmek üzere bir tür reform girişiminde bulundu. Askeri yönetimi üniversitelerde reform yapmaya iten güdülenme, üniversitelerin içinde bulunduğu toplumsal koşulların gelişimine bağlı olarak ortaya çıkan sorunları çözmekten ziyade, darbe öncesi koşulların yaratılmasında üniversitelerin oynadığı önemli rolden kaynaklanmaktaydı. Darbeye yol açan çeşitli olumsuz hareketler üniversiteler çevresinde yoğunlaşmış, öğrenci gençlik 28 Nisan 1960’ta başlayan gösterileriyle darbenin fitilini ateşlemişti. Bir anlamda 27 Mayıs, Ankara ve İstanbul’da bulunan bazı üniversite çevrelerinin dolaylı veya direkt desteğiyle başlamış ve sürdürülmüştü. Bu nedenle darbeden hemen sonra Milli Birlik Komitesi, yükseköğretimin sorunlarını gündemine aldı ve darbenin hedefleri arasında ikinci önceliği üniversitelere verdi. Askeri yönetimin yükseköğretimle ilgili yaptığı çeşitli düzenlemeler ile öğrenci gençlik üzerine kurduğu propagandalar hem yükseköğretim sistemini etkileyecek hem de öğrencilerin siyasal tutum ve davranışlarında yeni yönelimlere neden olabilecektir. Bu sınırlı incelemeyle, 27 Mayıs rejiminin üniversite reformunun yükseköğretime etkileri ele alınmaya çalışıldı. Aynı zamanda askeri yönetimin öğrenci gençlik üzerinde izlediği politikaların, öğrenci gençliğin siyasal tutum ve davranışlarına etkileri incelenmeye çalışıldı.

May 27, 1960 coup is one of the most important events that caused major changes in terms of Turkey’s political and social life in recent history. Considering this point, May 27 coup also indicates a significant breaking point of a line of development of higher education in Turkey. In the period of Democratic Party, controversy about the university autonomy combined with the wishes of the May 27 regime to reform in all fields, the National Unity Committee made some kind of reform effort to solve various problems of higher education. But the military regime’s reform effort in the higher education system arose from the important role played by universities in the creation of pre-coup conditions rather than solving the problems that the universities have. The various negative movements leading to the coup were concentrated around the universities. University students played an important role in the coup with theirs demonstrations that started on April 28, 1960. In a sense, May 27 coup started and continued with the indirect or direct support of a certain part of the academic circles in Ankara and Istanbul. For this reason, immediately after the coup, the National Unity Committee took the problems of higher education into the agenda, and gave the second priority to universities among the goals of the coup. The military regime’s various regulations on higher education and propaganda on student youth would both affect the higher education system and cause new trends in students’ political attitudes and behaviours. This limited study was attempted to address effects of the May 27 coup on the higher education. At the same time, the effects of the military coup on students’ political attitudes and behaviours were also examined.

Hive Hanlığına Karşı Bir Başkaldırı Destanı: Devletyarbek

Ceyhun Vedat Uygur 

ORCID: 0000-0003-4239-803X

Sayfalar: 539-550

Bu bildiride Karakalpak Türkleri arasında teşekkül etmiş olan ve konusunu yaşanmış olaylardan alan Devletyarbek destanı ile ona kaynaklık eden tarihî olay üzerinde durulacaktır. Bilindiği gibi Türkistan coğrafyasında hanlıklar dönemi diyebileceğimiz bir dönem bulunmaktadır. Buhara Hanlığı, Hokant Hanlığı, Hive Hanlığı gibi. Söz konusu hanlıkların varlığı sürecinde tarihe mal olmuş önemli olaylar, savaşlar, başkaldırılar ve şahsiyetler bulunmaktadır. Bunlardan biri de bildirimizde sözünü edeceğimiz Karakalpak beylerinden biri olan Devletyarbek’in Hive Hanına karşı verdiği adalet ve şeref mücadelesi, daha doğrusu başkaldırısıdır. Biz, bu başkaldırıyı tarihî temelini ihmal etmeden, kahramanının adıyla teşekkül etmiş olan destan satırları içinde göstermeye çalışacağız. Destanda adı geçen kişiler, mekânlar ve olaylarla tarihî gerçekliği ortaya koymaya ve bu yolla az da olsa Türkistan’da hükümran olmuş kişilerin iç-dış siyaseti, icraatı, tebaasıyla ilişkilerine ışık tutmaya gayret edeceğiz. Bu işi, mümkün olduğunca destanın mevcut versiyonlarını karşılaştırarak yapacağız. Devletyarbek destanının teşekkül ettiği yer, Karakalpakistan’ın Konrat bölgesidir. Devletyar bilgili, şair, bahadır bir tarihî şahsiyettir. Bilgilere göre XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Devletyar’ın babası Konrat’ta bilgili bir naip olan Eşmurat naiptir. Devletyarbek’in Sarkuş adında bir atı vardır. O, hızlı koşması ile Harezm’de ün salmıştır. Hive Hanı Asfendiyar (İsfendiyar, XVIII. yüzyıl) Sarkuş’un varlığını işitir ve ata kendisi sahip olmak için en yakın adamlarını Konrat’a gönderir. Onlar, atını vermesi için Devletyarbek’i zorlarlar. Devletyarbek, bu zorluklara boyun eğmeyip kendisinden zorla atını almak isteyen Han’ın elçisini öldürür. Han, bu kötü haberi duyup askerlerini Konrat’a gönderir. Devletyar, babasının dostu, Türkmen yurdunun bilgili adamlarından biri olan Mamatjan Sardar (Mehmetcan Serdar)’ın yurdunu kendisine mesken tutar. Hive Hanı Devletyarbek’i yakalatmak için emrindekilere haber verir. Devletyar’ın yiğitleri düşmana karşı savaşırlar ama çoğu yaralanır. Daha sonra Devletyar’ı İran askerleri esir alıp giderler. Devletyar, İran’da üç yıl tutsak kalır. Çeşitli vesilelerle zindandan azat edilip gönderilir. Devletyarbek destanının kısaca konusu da bu şekildedir.

This article provides information about epic Devletyarbek, in which the historical data are based on the real events and well known among Karakalpak Turks. As we know there is a period in Turkistan area which was known as khanates: the Bukhara Khanate, the Hokant Khanate, the Hive Khanate. The paper studies some important events, wars, rebellions and noble people of the khanate period. The rebellion of one of the Karakalpak commanders − Devletyarbek against the Khan of Hive for justice and honor, i.e. his disobedience is discussed as well. The historical basis of this rebellion is not discussed separately but shown in lines of the epic. We try to prove the historical authenticity of the people, places, historical events mentioned in the epic and at least make an effort to identify internal and external politics, actions and relations of the rulers of Turkistan area. We made an attempt to compare different versions of the epic. The epic Devletyarbek took place in Karakalpakstan, Konrat region. Devletyar was an educated person, famous poet and historical personality. According to some data related to the second half of the 18th century Devletyar’s father was famous ruler of Konrat region and was known as Eshmurat. Devletyarbek had a horse named Sarkush. It was famous as the fastest horse all around Harezm. Khan Asfendiyar of Hive (Isfendiyar, the 18th century) heard about Sarkush and sent his closest men to Konrat in order to get it. They forced Devletyarbek to give his horse. Devletyarbek could not sustain the Deputy Khan’s pressure and killed him. After getting the bad news Khan sent his soldiers to Konrat. Devletyar had to leave for Turkmenistan where his father’s closest friend, famous person of that region Mamatjan Sardar (Mehmetcan Serdar) lived. Khan of Hive ordered his people to catch Devletyarbek. Devletyar’s friends fought against enemies but most of them were wounded. Later, Devletyar was taken prisoner by Iranian soldiers. He stayed in prison in Iran for three years. He was freed from the prison under various conditions. A short information about epic Devletyarbek was given in this article

XIX. Yüzyılda Rus İstilasına Karşı Kafkas Halklarının Özgürlük İsyanı: 1844 İlisu İsyanı Örneği

Elvira Latifova

ORCID: 0000-0002-4218-6224

Sayfalar: 551-570

XIX. yüzyıl Kafkasya halkları tarihinde son derece önemli bir dönemdir. Bilindiği gibi, XIX. yüzyılın başlarında Rus İmparatorluğu’nun Kafkasya’daki topraklarının genişlendirilmesinin yeni aşaması başlamaktadır. Bu olay Kafkasya halkları tarihinde dönüm noktasıdır. 1801 yılında Doğu Gürcistan’ın Rusya İmparatorluğu’na ilhakından sonra, Azerbaycan torpakları hesabına doğuya doğru işgal siyasetini gerçekleştirmek için yol açıldı. Kuzey Azerbaycan’a saldırı 1803 yılında Car-Balaken Cemaatliği arazisinden başladı. Bu siyasete cevap olarak Kafkasya’nın çeşitli yerlerinde güçlü özgürlük harekatı başlamıştır. 1803 yılında Rusya İmparatorluğu tarafından Car-Balaken Cemaatliği ile birlikte istila edilen Ilısu Sultanlığı da bu mücadelenin dışında kalmadı. Azerbaycan’ın kuzeybatısında bulunan İlisu Sultanlığı, arazisinin küçüklüğüne rağmen XVI-XIX. yüzyılın ilk yarısında Kafkasya’nın siyasi tarihinde önemli rol üstlenmiştir. Bu mücadele zirve noktasına son İlisu hakimi Danyal Sultan (1831-1844) döneminde ulaşmıştır. 1830 yılında Car-Balaken isyanı Rus komutanlığı tarafından yatırıldıktan sonra, Çar hükümeti komşu Ilısu Sultanlığı’na karşı da politikasını sertleştirmeye başlar. Bu durumda Danyal Sultan, 1840 yılından itibaren Dağıstan ve Çeçenistan’da Rusya İmparatorluğu’nun işgal siyasetine karşı alevlenen milli özgürlük harekatının lideri Şeyh Şamil ile gizli görüşmelerde bulunur. Nihayet 1844 yılında Danyal Sultan Ilısu’da geniş çaplı isyan başlatır. Bu isyana İlisu Sultanlığı ile birlikte komşu vilayetlerin ahalisi de kahramancasına katılır. İsyanın büyümesinden rahatsız olan Rus komutanlığı, acilen bölgeye büyük bir ordu gönderir. Güçlerin eşit olmaması nedeniyle İlisu isyanı bastırılır. Danyal Sultan ise ordusu ile dağlara, Şamil’in yanına çekilir. Zamanla Danyal Sultan Şeyh Şamil’in en etkili naiplerinden birine dönüşür. Danyal Sultan Şeyh Şamil’in Osmanlı devletiyle ilişki kurması ve mütemadi olarak yazışmasında önemli rol oynar. O, 1859 yılına kadar Şamil’in yanında Ruslara karşı savaşır. Şamil Harekatı bastırıldıktan sonra ise ailesiyle birlikte Osmanlı devleti arazisine hicret eder ve 1871 yılında İstanbul’da vefat eder. Bu çalışmada biz Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan ve Rusya arşivlerinde muhafaza edilen materyallere dayanarak Kafkasya halklarının bağımsızlık mücadelesinin bu şanlı sayfasını araştırmaya çalışmaktayız

19th century was an important period in history of the Caucasian peoples, the beginning of a new stage in expansion of Russian Empire’s territories in the Caucasus. After signing the Manifesto on annexation of Eastern Georgia to Russia in 1801, territories of Russia in the Caucasus expanded to the east due to Azerbaijani lands. Conquest of Northern Azerbaijan began in 1803 from Jar-Balakan Jamaatlig and Ilisu Sultanate. In response to aggressive policy in different parts of the Caucasus, the liberation movement begins. Ilisu Sultanate, located in north-west of Azerbaijan, played an important role in political history of the Caucasus in 16th-first half of the 19th century. The struggle reached its culmination under the last Ilisu ruler Danial Sultan (1831- 1844). After the suppression of Jar-Balakan uprising in 1830, tsarist government toughened the policy with regard to Ilisu Sultanate. In such a situation, from 1840s, Danial Sultan secretly negotiated with Sheikh Shamil. Finally, in 1844 Sultan raised a large-scale insurrection in Ilisu. Russian command sent a huge number of troops to suppress it. After suppression of uprising, Sultan and his supporters retreated to the mountains, to Shamil. Soon he became one of the most influential naibs of Shamil. He played a major role in establishing regular ties between Shamil and Ottoman state. He fought on the side of Shamil until 1859. After suppressing Shamil’s movement by Russians, Danial Sultan and his family immigrated to Ottoman Empire. He died in 1871 and buried in Istanbul. In this study, we attempted to investigate this glorious page of the liberation struggle of the Caucasian peoples on the basis of archival materials from Azerbaijan, Georgia and Russia.

Yunan İsyanında François Pouqueville’in Siyasî ve Diplomatik Rolü

Fatma Uygur

ORCID: 0000-0001-7919-1695

Sayfalar: 571-592

Osmanlı idaresinde Yunanlılar, devletin millet sisteminde Ortodoks Rum Milleti adıyla dine dayalı bir kategoride yer almışlardır. Genellikle Batı Anadolu, İstanbul, Ege Adaları ve Mora Yarımadası’nda yaşayan Rumlar, diğer Ortodoks gayrimüslim Osmanlı tebaası arasında ayrıcalıklı ve farklı bir konumda olmuşlardır. XIX. yüzyılın başlarında Anadolu’da, Rusya ve Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde ticaret, ziraat ve denizcilikle uğraşan sermaye sahibi güçlü bir Rum burjuvazisi oluşmuştur. Fransız İhtilâli’nin tetiklediği milliyetçilik cereyanının etkisindeki burjuvazi bağımsızlık arayışına girmiş ve isyan hareketlerini başlatmıştır. Avrupa’nın politik, diplomatik ve entelektüel ortamı da Rum isyanlarının gelişmesinde etkili olmuştur. Byron ve Pouqueville gibi yazar, şair ve fikir adamları bağımsızlık ve milliyetçilik fikrini Rum tebaa arasında, Antik dönemin sanat ve edebiyatını kullanarak yaymış ve onları Antik Yunanın mirasçıları gibi görmeye başlamışlardır. Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletler Rumları isyanlarla boğuşan ve zayıf düşen Osmanlı aleyhine sürekli kışkırtmışlardır. Rumların kurduğu ve Rusların desteklediği gizli cemiyetler de fitili ateşlemiş; Filiki Eterya ve benzer komiteler Mora’da bağımsız bir devlet kurmak için Osmanlıya karşı ciddi bir hareket başlatmışlardır. Fenerli Rumların bir kısmı, Yunan aristokrasisi, Kilisesi ve köylü reaya isyanlara katılmıştır. Bu isyanda yolları kesişen Yanya Paşası Tepedelenli Ali (1744-1822) ile bir dönem tutsak olarak Yedikule zindanlarında kalan ve daha sonra Fransız Konsülü olarak Yanya’da görev yapan F. C. H. L. Pouqueville (1770-1838)’in faaliyetleri bu sürece çok ciddi destek sağlamıştır. Bu çalışmada, Tepedelenli Ali Paşa’nın çok yakınında bulunan, onun sırlarına vakıf, ilahiyât ve tıp eğitimi almış, Napolyon’un gözde devlet adamlarından biri olan Pouqueville’in Yunan isyanında kurduğu ilişkiler ve siyasî manevraları Fransız kaynakları çerçevesinde incelenecektir

In the Ottoman administration, the Greeks took part in a category based on the religion in the name of the Orthodox Greek Nation in the nation’s system of the state. Greeks living in Western Anatolia, Istanbul, Aegean Islands and Mora Peninsula in general have a privileged and different position among other Orthodox non-Muslim Ottoman subjects. At the beginning of the XIX. century a powerful Greek bourgeoisie who dealing with trade, agriculture and shipping and had capital was formed in Anatolia, in various cities of Russia and Europe. The bourgeoisie, influenced by nationalism that triggered by French Revolution, seeked independence and started rebellion movements. The political, diplomatic and intellectual environment of Europe has also been influential in the development of the Greek rebellion. Writers, poets and intellectuals such as Byron and Pouqueville have spread the idea of independence and nationalism among Greek subjects by using art and literature of the Antique period, and have begun to see them as heirs of ancient Greece. The states such as France, England and Russia constantly provoked the Greeks against the Ottomans who were struggling with the rebellions and getting weak. The secret societies established by the Greeks and supported by the Russians also triggered; Filiki Eteria and similar committees have launched a serious movement against the Ottoman Empire to establish an independent state in Mora. Certain Part of the Fenerli Greeks the Greek aristocracy, the church and the peasantry participated in the rebellions . The path of F. C. H. L. Pouqueville (1770-1838) who was prisoned in Yedikule prison for a while and later served in Yanya as French Council, cross with Yanya Pasha Tepedelenli Ali (1744-1822) in this rebellion. And his activities provided very serious support to this process. In this work, the relations and political maneuver that Pouqueville, one of Napoleon’s most popular statesmen, located in the vicinity of Tepedelenli Ali Pasha,had his secrets, trained foundations, divinity and medicine, established in the Greek rebellion will be examined within the framework of French sources.

1920-1922 Yıllarında Azerbaycan’da Sovyet Yönetimine Karşı İsyanlar (Rusya Devlet Askeri Arşiv Belgelerine Dayanarak)

Feride Aliyeva

Sayfalar: 593-604

28 Nisan 1920’de Cumhuriyet Ordusu’nun büyük çoğunluğunun Karabağ’daki Ermeni separatçılarla (ayrılıkçılarla) Bakü’den uzakta mücadele yürüderek savaşmasından yararlanan XI.Kırmızı Ordu, Bakü’yü işgal ederken direnişle karşılaşmasa da, çok geçmemiş Azerbaycan`ın pek çok yerinde Sovyetler Birliğine karşı kitlesel protestolar ortaya çıkmağa başladı. Sovyet dönemi tarihçileri bu konuşmaları ya görmezden gelmeye başlamış, ya da gerici olarak göstermişler. Bağımsızlık yıllarında, 1920 yıllarında Mayıs`ta Gence’de, Haziran`daysa Zagatala’da ortaya çıkan isyanlar üzerine bazı araştırmalar yapılmıştır. İşte makalede, Rusya Devlet Askeri Arşivinin 195, 918, 25846 ve 25873 sayılı fonlarında saklanan ve şimdiye kadar bilimsel incelemeleri yapılmayan belgeler temelinde, 1920`de yazın Azerbaycan SSR`nin Güney bölgesinde Cemal Paşa’nın (asıl ismi Yusuf Cemal bey – binlerce isyancılara başkanlık yaptığından ve halkın beğenisini kazandığından böyle denilirdi), Gulameli beyin, Şahveren`in ve başkalarının başkanlığındaki binlerce kişiden oluşan takımların Guba`da Hamdulla Efendi’nin, Garyagin (şimdiki Fuzuli) kazasında, Cümşüd bey Mahmudlu`nun, Şuşa kazasında Bakanamaz`ın desteleri konusunda, aynı zamanda Nahçıvan ve diğer yörelerdeki toplu antisovet konuşmalar üzerine bilgi verilecektir. İncelenen belgelerden, sonraki yıllarda Sovyet hükümetinin yürüttüğü Azerbaycan karşıtı politikanın, köylüler üzerindeki ağır vergi yükünün halkın memnuniyetsizliğini daha da artırdığını görmekteğiz. Bunun içindir ki, Şuşa, Zengezur, Lenkeran, Bilesuvar, Şemkir kazalarında ve diğer yerlerde antisovyet silahlı kuvvetler kendi faliyetlerini neinki sadece devam eder, hatta biraz da kuvvetlendirmiş bulunurlardı. Direniş bazen o kadar kuvvetli oluyordu ki, hatta bazı durumlarda Kırmızı Ordu çeteleri pozisyonlarını komutanın izni olmaksızın terkediyorlardı. Örneğin, Nisan 1921’de, Tovuz`un yakınında Gulay bölgesin`de faaliyette bulunan Süvari birliği ve özel amaçlı tugay, komutanlığın izni olmaksızın Tovuz İstasyonuna çekilmişlerdi. Kırmızı Ordu güçlerini seferber ederek, isyancılardan bazılarını yoketti, kurtulanlarsa İran’a ve Türkiye’ye geçti. Yalnız, bundan sonra Sovyetler Birliği’nde politik durum geçici olarak sakinleşti.

On April 28, 1920, when the great majority of the Republic’s Army was fighting far from Baku against the Armenian separatists in Karabakh, the XI Red Army taking advantage of the situation without encountering organized resistance occupied Baku. Nevertheless, following the occupation mass popular uprisings took place in many cities of the Azerbaijan SSR. Soviet-era historians either ignored these uprisings or presented them as reactionary events. During the years of independence, certain researches were carried out on the uprisings in May 1920 in Ganja, and in June in Zagatala. Taking this into account, based on the documents kept in the Funds 995, 918, 25846 and 25873 of the Russia’s State Archives and still not engaged in scientific research the report will provide with information about the mass anti-Soviet uprisings in the summer of 1920 in the southern regions of the Azerbaijan SSR – led by Jamal Pasha (the real name wasYusif Jamal bey – as he headed thousands of people during this uprising and due to the fact that he stood high in people’s favor was called so), Gulam AliBey, Shahveren and others, by Hamdullah Efendi in the Gubauyezd, by JumshudBeyMahmudli in Karyaginuyezd(now Fuzuli), on Bakanamaz’sdetachments in Shushauyezd, mass antiSoviet rebels in Nakhchivan and other places. It is also clear from the analyzed documents that the anti-Azerbaijani policy pursued by the Soviet government in the following years, the heavy tax policy implemented against peasants further increased dissatisfaction of the people. For this reason, anti-Soviet forces not only continued their actions in Shusha, Zangazur, Lankaran, Bilasuvar, Shamkir and other places, but also intensified them. In places, resistance was so strong that in some cases, the Red Army detachments used to fire their positions without permission of the command. For instance, in April 1921, the cavalry detachment, the cavalry company (sotnia), and the special-purpose brigade located in Gulay region near Tovuz without permission of the command ceded to Tovuz station. Only after that the Red Army having mobilized its forces, destroyed some of the rebellions, and the survivors passed to Iran and Turkey, temporary public tranquility was achieved in the Azerbaijan SSR.

Tabgaç Hükümdarı Xiao Wendi’nin Çinlileşme Politikası ve Altı Uç Ayaklanması

Gökçen Kapusuzoğlu

ORCID: 0000-0001-6188- 1188

Sayfalar: 605-622

Altı Uç Ayaklanması M.S. 524 yılında Tabgaç Wei Devleti (386-534) döneminde Çin’in kuzeyinde yaşayan general ve aristokratların çıkardığı bir ayaklanmadır. Ayaklanma, Hükümdar Xiao Wendi tarafından bölge halkına uygulanan tarım politikasının ve yönetim şeklinin değiştirilmesi, başkentin güneye taşınması, Çin sınırlarında yaşayan yabancı halklara yeni soyadlarının verilmesi gibi uygulamaları kapsayan “Çinlileşme politikasına” kuzey bölgelerindeki Tabgaç aristokratlarının karşı çıkması sonucu meydana gelmiştir. Altı Garnizon, bugün Çin’in Shanxi Datong bölgesine tekabül eden ve Tabgaç Wei Devleti’nin eski başkenti olan Ping Cheng şehrinin kuzey sınırlarında kurulan altı askerî bölgedir. Bunlar: Woye, Huaishuo, Wuchuan, Fuming, Rouxuan ve Huaihuang’dır. “Kuzey Garnizonları” olarak da bilinen “Altı Garnizon”da yaşayan halk büyük oranda konargöçer geleneğinden gelmektedir. Bunlar Tabgaçlar, bu bölgelere göç ettirilen Çinliler, diğer yabancı halklar ve özellikle Hükümdar Wen Chengdi’den sonra Altı Garnizon’a sürgüne gönderilen kişilerden oluşmaktadır. Bu topluluklar arasında özellikle Tabgaç halkının bölgedeki statüsü diğerlerine göre daha yüksektir. Bu yüzden de Altı Garnizon’un yönetiminde Tabgaç halkı çok daha etkili olmuştur. Eskiden kuzeyde olan Tabgaç Wei Devleti’nin başkentinin güneye taşınmasıyla idari ve ekonomik merkez de güneye taşınmış, Altı Uç eski askerî önemini kaybetmiş, böylece kuzeyli hanedan üyelerinin aristokrasi içerisindeki itibarı azalmış, hanedana olan bağlılıkları zedelenmiştir. İki yönlü politika izleme geleneği olan Tabgaçlar, konargöçer köklerinden uzaklaşmış bu da kuzeydeki aristokrasinin itirazlarına sebep olmuştur. Başkentin Luoyang’a taşınmasıyla kuzey uçlarda kalan Xianbei halkı ve Xianbeilileşen Çinliler ile güneye göç eden Xianbei aristokratları arasında sınıfsal fark ortaya çıkmış, güneydekilerin terfi ve rütbeleri kuzeydekiler ile kıyaslanamaz hale gelmiştir. Çin tarihinin dönüm noktalarından olan bu isyan gerek Tabgaç Wei Devleti’nin yıkılmasının sebeplerinden olması gerekse ayaklanmaya katılanların önemli bir bölümünün Türk kökenli olması sebebiyle ayrıca önem arz etmektedir. Resmî Çin kaynaklarından faydalanılarak hazırlanan bu çalışmada, ayaklanma sebep-sonuç ilişkisi içinde ele alınmış ve Türk Tabgaç kökenli isyancılardan Po-liu-han-chang ile Hu-lu-jin’in biyografilerine yer verilmiştir.

Six Towns Uprising is an uprising of generals and aristocrats living in north China during the reign of Tabgach Wei State (386-534) in 524. The uprising took place as a result of opposition of Tabgach aristocrats in the northern part of China, because of the change on agriculture policy and the management style applied by the ruler Xiao Wendi to the people of the region, moving capital to the south, the “policy of sinicization” which encompasses applications such as issuance of new surnames to foreign residents living in China. Six Garrisons are six military territories established on the northern borders of China where today corresponds to the Shanxi Datong region, Ping Cheng city, which is the former capital of the Tabgach Wei State, The Six Towns are; Woye, Huaishuo, Wuchuan, Fuming, Rouxuan and Huaihuang. People living in “Six Garrisons”, which also known as “Northern Garrisons”, substantially come from the nomadic tradition. These are Tabgachs, Chinese and other foreign people settled these regions, and especially those who were sent to exile to this garrisons after ruler Wen Chengdi. Among these communities, the status of the Tabgach people in the region is higher than others. That is why Tabgach people became more influential on management of Six Garrisons. When capital of the Tabgach Wei State had moved to south, which was formerly in the north, the administrative and economic center also moved south, the Six Towns lost their former military significance, so that the dignity of the northern dynasty members in the aristocracy also decreased and their devotion to the dynasty was damaged. Tabgach people, who have tradition of twoway policy monitoring, moved away their nomadic roots which led to objections of aristocracy in the north. With transfer of capital to Luoyang, class difference emerged between the people of Xianbei who remained in the northern, the Xianbeized Chinese and Xianbei aristocrats who migrated to the south, the promotion and rank of the southern provinces became incomparable with the northern ones. This uprising, which is the turning point of Chinese history, is also important because it is among the reasons of collapse of Tabgach Wei State, and a significant part of the people who participated in uprising are from Turkic origin. In this study, which prepared by using official Chinese sources, the uprising is handled in cause and effect relation and biographies of Po-liu-han-chang and Hu-lu-jin who were among Turkic Tabgach origin rebels are also included.

Osmanlı Makedonyasında Slavist Bulgar Komita Faaliyetleri

Mithat Aydın

ORCID: 0000-0002-2066-845X

Sayfalar: 623-652

Ulusçuluk çağının Osmanlı Makedonyası, Balkanların yerel güçleri ve dönemin büyük devletleri arasındaki çatışma ve rekabetin belirleyici bir unsuru olarak kendini göstermiştir. Bu çerçevede bölgede cereyan eden Slav, Yunan, Ermeni, Arnavut, Ulah ve Romenlerin komitacılık faaliyetleri ulusal çıkarların temini adına farklı boyutlarıyla geniş bir sahaya yayılmıştır. Özelde Slavist komitacılık faaliyetleri büyük ölçüde Bulgar komitacıları -kısmen Sırp komitacıları- tarafından yürütülürken genel olarak Bulgaristan Prensliği’nden destek görmüştür. Osmanlı belgeleri Slavist komitacıların 19. Yüzyıl sonlarında Makedonya’nın her tarafına yayıldığını gösterirken, Bulgar hükümetinden genel olarak destek gördüklerini ve silah ve mühimmat tedariki konusunda Avrupalı devletlerle sıkı bir bağının olduğunu ortaya koymaktadır. Rusya, Avusturya ve İngiltere’nin süreçte başrol oyuncuları oldukları anlaşılmaktadır. Makedonya’daki komitacılar, zaman zaman Osmanlı Devleti’ne karşı ortak çıkarların gerektirdiği durumda işbirliği yapma yoluna gitmişlerse de, büyük ölçüde ulusal çıkarlarının gerekli kıldığı hedeflere ulaşmaya çalışmışlardır. Buna karşı Osmanlı hükümetinin yetersiz ve sonuçsuz diplomatik çabası Makedonya’nın Osmanlı Devleti açısından trajik sonunu önleyemedi. Tabiidir ki bu sonda yerel yöneticilerin “gafleti” ayrı bir safha teşkil etmiştir. Bulgaristan Komiserliği’nden gönderilen 16 Mart 1902 tarihli yazıdan da anlaşıldığı üzere 20. Yüzyıl başlarına gelindiğinde komitacıların süre giden ve engellenmeden yürüttükleri faaliyetleri karşında Osmanlı yerel memurlarının “ihmalleri” sayfalar dolusu idi ve artık Makedonya’da kanlı bir “ihtilâl”in eşiğine gelinmişti

The Ottoman Macedonia of the nationalism age has showed itself as a significative factor in the conflict and competition between the local forces of the Balkans and the great states of the time. The committee activities of Slav, Greek, Armenian, Albanian, Ulah and Roman that took place in region in this framework spread to a wide field with different dimensions in the name of national interests. In particular, Slavist committee activities were supported by the Bulgarian Principality in general, which this activities carried out by largely Bulgarian committees, partly Serbian committees. The Ottoman documents show that Slavic committees spread throughout Macedonia in the late nineteenth century by putting that they are generally supported by the Bulgarian government and that they have a strong connection with European states in the supply of weapons and ammunition. It is understood that Russia, Austria and England are the leading actors in the process. The committees in Macedonia have sometimes gone to co-operate for their common interests against the Ottoman State but they have tried to reach the goals that their national interests have required to a great extent. In contrast, the insufficient and inconclusive diplomatic effort of the Ottoman government could not prevent the tragic end of Macedonia in terms of the Ottoman State. Of course, “unawareness” of local officials constituted a separate phase in this ending. As understood from the letter dated 16 March sent by Bulgarian Commissariat, when it came to the beginning of the 20th Century, the “negligence” of the Ottoman local officials were full of pages against the ongoing and unobtrusive activities of committees, and now came to the brink of a bloody “revolution” in Macedonia.

1958 Irak Askeri Darbesi

Mustafa Bostancı

ORCID: 0000-0001-7518-3057

Sayfalar: 653-684

Bu çalışmada, Irak’ta monarşinin yıkılmasına yol açan 14 Temmuz 1958 askeri darbesi, özellikle sebepleri, sonuçları ve aynı zamanda Türkiye’nin bölge ülkeleri ve Irak’la ilişkilerine tesir eden tarafları bağlamında aydınlatılmaya ve değerlendirilmeye çalışılacaktır. General Kasım’ın liderliğinde gerçekleştirilen askeri darbe, sadece monarşiyi yıkmakla kalmamış, bölge siyasetinde de önemli değişikliklere yol açmıştır. Her şeyden önce bu darbenin, kuruluşu sırasında Bağdat Paktı’na tepki gösteren Mısır liderliğindeki Arap Blokunun lehine sonuçlar doğurduğu söylenebilir. Darbe, diğer taraftan Orta Doğudaki Batı aleyhtarı unsurları güçlendirmiştir. Irak’taki rejim değişikliğiyle hem radikal Arap kampına yeni ve önemli bir katılım sağlanmış, hem de Batı savunma sisteminin Orta Doğudaki uzantısı niteliğindeki Bağdat Paktının, Arap dünyasıyla olan tek bağına da son verilmiştir. Darbe karşısında sert bir tutum takınan Türkiye, askeri müdahale seçeneği üzerinde durmuş, ancak ABD ve İngiltere’nin uyarısıyla bu teşebbüsünden vazgeçmiştir.

In this study, the 14th July 1958 coup leading the overthrow of monarchy in Iraq has been analyzed in terms of its causes and consequences and especially its ascpects effecting Turkey’s relationships with the countries in the Middle East and with Iraq. The coup under the leadership of General Qasim not only ended monarchy but also led to significant changes in the regional politics. Above all, it can be said that this revolution has had consequences in favour of the Egyptian-led Arab Bloc, which reacted to the Baghdad Pact during its establishment. The revolution, on the other hand, has strengthened the anti-Western elements in the Middle East. With the change of regime in Iraq, a new and important participation to the radical Arab camp has been achieved and the Baghdad Pact as the only Western bond within the Arab world has been terminated. Obtaining a tough stance against the coup, Turkey seriously considered military intervention option, yet, with the warnings of the US and the UK it cancelled this effort.

Safevî Saltanatında İlk Taht Kavgası: Süleyman Mirza Ayaklanması

Namiq Musalı

ORCID: 0000-0003-1291-8380

Sayfalar: 685-708

Süleyman Mirza, Şeyh Haydar Safevî’nin Anahatun adlı cariyesinden doğma oğlu olup, Şah İsmail’in de üvey kardeşidir. 1513 yılı sonlarında Şah İsmail’in Horasan’da öldüğü konusunda bir söylenti çıkınca Erdebil’de bulunan Süleyman Mirza, Türkmen beylerinden Kızıl Muhammed’in tahrikiyle ayaklanmış, fakat onların her ikisi Tebriz’de yenilgiye uğrayarak katledilmişlerdir. Bildirimizde dönemin kaynaklarından yola çıkılarak, bahse konu kalkışmanın sebepleri, destekçileri, gidişatı ve sonuçları ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.

Suleiman Mirza, who was born to Sheikh Haydar Safavi’s concubine Anahatun, is the stepbrother of Shah Ismail. After the rumor that Shah Ismail died in Khorasan at the end of 1513, Suleiman Mirza, who was in Ardabil, rebelled with the inspiration of Qizil Muhammad Turkoman, but both of them were defeated and were killed in Tabriz. Our report examined in detail the causes, supporters, progress and results of the revolt according to the sources of that period.

Birinci Dünya Savaşı’nın Orta Asya’daki Etkileri: 1916 Kırgız İsyanı

Ömer Faruk Karaman

ORCID: 0000-0003-0353-9805

Sayfalar: 709-724

Türkistan bölgesi Ruslar açısından geçmişten beri önemli bir yer tutmaktadır. Güneye inme politikası, zengin ticaret yolları, yer altı kaynakları gibi faktörler Rusları bu bölgeye yönlendiren sebeplerdendir. 17. yüzyılda Altınordu Devletinin güç kaybetmesiyle başlayan Rus yayılmacılığı hız kazanmış ve Türkistan’a yönelik askeri faaliyetlere girişilmiştir. 1876’da Hokand Hanlığının ortadan kaldırılmasıyla bölgede hakimiyet kuran Ruslar bu hakimiyeti kolonileştirme politikası ile pekiştirmeye çalışmıştır. Bölgede varlığını sürdüren göçebe halkın elinden toprakları alınarak devlet mülkü haline getirilmiş ve etnik Ruslara verimli topraklar dağıtılmaya başlanmıştır. Çar II. Aleksandr döneminde Ruslar Taşkent bölgesini ele geçirmiş ve Rusya’ya bağlı Türkistan askeri bölgesi oluşturulmuştur. Daha sonra Buhara Hanlığı ile yapılan savaş sonucunda Semerkant’ın hakimiyetini ele geçirmişlerdir. Ardından Hive Hanlığı Rusya sınırlarına dahil edilmiştir. Böylece 19. yüzyılın sonlarına doğru Türkistan bölgesinin tamamına yakını Rus hakimiyeti altına girmiştir. Bu gelişmeler doğrultusunda Türkistan halkları ardı ardına birçok kez isyana kalkışmıştır. Bu çalışmada söz konusu isyanlar arasında Fergana bölgesinde meydana gelen Andican İsyanının neden ve sonuçları incelenmiştir

Turkestan region has an important place for Russians since the past. Factors such as southbound policy, rich trade routes and underground resources are the reasons that lead the Russians to this region. The Russian expansionism that started with the loss of power of the Altynordu State in the 17th century gained momentum and military activities towards Turkestan were started. In 1876, after the removing of the Hokand Khanate, Russians who become dominant in the region tried to consolidate this dominance with the colonization policy. The lands of the nomadic people living in the region were taken from their hands, turned into state property and then the fertile lands started to distribute to ethnic Russians. During the period of Alexander II, the Russians seized the Tashkent region and formed a Turkistan military region linked to Russia. Later, as a result of the war with the Bukhara Khanate, they conquered the dominance in Samarkand. After that the Hive Khanate was included to Russia. Thus, towards the end of the 19th century, almost all of the Turkestan region was under Russian domination. In the light of these developments the Turkestan peoples have tried to rebel many times. In this study, the causes and consequences of the Andijan Revolt, which occurred in the Ferghana region, were examined.

27 Mayıs 1960 Darbesinin Akademik Eksenli Analizi

Selma Göktürk Çetinkaya

ORCID: 0000-0001-6828-1679

Sayfalar: 725-748

Cumhuriyet Türkiye’sinde iktidar değişikliği ilk kez 1950 Seçimleri ile yaşanmış ve iktidara gelen Demokrat Parti’nin sonu yine Cumhuriyet sürecinin bir “ilk”i ile olmuştur. 27 Mayıs 1960’ta askeri bürokrasinin sivil hükümetin varlığına darbe indirmesi Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde antidemokratik bir vaka olarak yerini alacak ve bu ilk, sonrasındaki darbe ve darbe girişimlerinin ön-tipi olarak hafızalara kazınacaktır. Bu minvalde 27 Mayıs Darbesinin her yönüyle analiz edilmesi, ardından gelen darbe ve darbe girişimlerini yorumlayabilme noktasında yol gösterici olacaktır. Dolayısıyla antidemokratik oluşumlar olan darbelerin yaratıcılarındaki bilinçsizlik şeması çizilebilecek, bu şematik hal; beslendiği memba, halka yönelik tutum, halkın tavrı, politik aksama ve ülkenin her sahasının iç ve dış hareketler açısından gerileme noktasındaki unsurları ortaya koyarak öncül-ardıl arasındaki münasebeti çözmemizi kolaylaştırabilecektir. Darbe noktasında öncül konumda bulunan 27 Mayıs’ın arifesinde siyasi partilerin arasındaki gerilimli süreç, ülkede kardeş kavgasına yol açabilecek düzeyde gergin olarak addedilmiştir. 27 Mayıs Darbesi’yle olması muhtemel bir kavganın önüne geçildiği düşünülmüşse de daha gerçekçi görünen darbeye zemin hazırlamak için bir kaos ortamı yaratıldığı ve böylece askerin müdahalesinin haklı gösterildiğidir. Üstelik uzun vadede bakıldığında 27 Mayıs sonrasında kardeş kavgaları bitmemiş, artış göstererek diğer darbe ve darbe girişimlerine zemin hazırlamıştır. Askeri bürokrasinin dönemin iktidarını devirdiği 27 Mayıs Darbesi’nde buna sebep ya da daha doğru ifadeyle bahane gösterilen kaos ortamında siyasiler, basın, akademi, yargı ve sivil bürokratlar rol oynamışlardır. Bu rolün darbenin ertesinde de oynanmaya devam ettiği muhakkaktır ki bunu özellikle yargılamalar ve idam sürecinde gözlemleyebilmekteyiz. Hazırlanan çalışmada, bu sürecin aktif oyuncuları arasında yer alan akademi üzerinde durulacaktır. 27 Mayıs 1960 Darbesinin öncesinde yaşananlarla sonrasındaki gelişmeler arasında yapılacak bir değerlendirmeden ibaret olan bu metinde olaylar akademi eksenli ele alınacaktır. Çalışma arşiv vesikaları, zabıt tutanakları, Yassıada zabıtları, basın ve hatıralar öne çıkarılarak gerçekleştirilecektir.

Republic of Turkey has been a change in power in the 1950 elections for the first time and the end of the Democratic Party in power was again the first of the Republican process. The military bureaucracy’s coup d’état on May 27, 1960, the Republic of Turkey in the political history, will take its place as an anti-democratic event and this “first” will be memorized as the front type of the impacts and coup attempts afterwards. In this way, the May 27 coup d’état it needs to be analyzed in every direction. This is the case, will be a guide in interpreting the coup d’état and coup attempts. So that the schemes of unconsciousness found in the creators of coup d’états, which are antidemocratic formations can be diagrammatized. This schematic situation, feeder, attitude towards the public, attitude of the people, political disruption and it will reveal the elements of decline in terms of the inner and outer movements of each territory of the country. It will make it easier to solve the relationship between the predecessor-successor. Tensions between the parties at the eve of May 27, the precursor to the coup d’état, are likely to cause a brotherly turmoil in the country. It is thought that a possible fight with this coup d’état is prevented, but it is not as it seems. In fact, the environment of chaos has been created to prepare the ground for the coup d’état and so the intervention of the soldier was tried to be justified. Moreover, when viewed from a long distance, after May 27, brotherly turmoils were not finished, increased and led to the subsequent coup d’états and coup attempts. Politicians, journalists, members of the judiciary and civilian bureaucrats played a role in the chaos of the May 27 Coup D’état, when the military overthrew the government. After the coup d’état, this role continued to be played, in the judging and execution process ecpecially. The course will focus on the academy, which is among the active players in this process. In this paper, will be evaluate on the developments between the lives before the revolution and the lives after the 27 May 1960 Coup D’état. The work will be carried out by highlighting archival documents, reports of the minutes, minutes of Yassıada, press and memories

27 Mayıs 1960 Darbesinin Gölgesinde Milli Birlik Komitesi ile Silahlı Kuvvetler Birliği Arasındaki Güç ve İktidar Kavgası

Şerif Demir

ORCID: 0000-0002-6831-2188

Sayfalar: 749-770

Türk siyasi hayatında 27 Mayıs askeri darbesi derin izler bıraktı. Darbeciler, 38 üyeden oluşan Milli Birlik Komitesini kurarak ülke yönetimini ele geçirdiler. Askerler asli vazifelerinin bir kenara bırakarak ülkenin siyasi sorunlarına çözümler üretmek için büyük çaba ve gayret içerisine girdiler. Askerin siyasetle bu derece uğraşması, ordu içerisinde görüş ayrılıklarının çıkmasına yol açtı. Milli Birlik Komitesi kendi içerisinde ki görüş ayrılıklarını farklı fikirleri tasfiye ederek aştı. Bu durum Milli Birlik Komitesinin gücünü ve etkisini ordu içinde zayıflattı. Fakat ordu içinde Milli Birlik Komitesinin siyasi uygulamalarından rahatsız olan askerlerde vardı. Bu askerler kendi içinde toplanmaya başladılar. Bu gruplardan birisi de Silahlı Kuvvetler Birliği’dir. Silahlı Kuvvetler Birliğinin kurulmasında Milli Birlik Komitesi’nin dışında kalmış darbeciler, Milli Birlik Komitesi’nde birbirine güvenmeyen askerler ve bir kısım üst düzey subaylar yer aldı. Bir araya gelen Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri öncelikle bir takım temel ilkeler üzerinde bir mutabakat sağlayarak kendi ortak amaç ve hedeflerini belirlediler. Asker arasında ve ülke siyasetinde etkinliğini artıran Silahlı Kuvvetler Birliği, Milli Birlik Komitesi üzerinde bir vesayet kurdu. Böylece Milli Birlik Komitesiyle Silahlı Kuvvetler Birliği arasında çatışma ve gerginlikler yaşandı. Türkiye’de Askeri darbelerden en fazla etkilenen ve zarar gören kurumlardan birisi ordudur. Bu bildiriyle 27 Mayıs askeri darbesi sonrasında tesis edilen yeni düzende, askerin yerinin tespiti yapılarak askerler arasındaki görüş ayrılıkları ve askerlerin ülke siyasetinde etkin olmak için kendi aralarında ki çekişmeler araştırılacaktır. Bu çalışma dönemin arşiv kaynaklarının ışığında, TBMM tutanakları, hatıralar ve dönemin gazeteleri taranarak gerçekleştirilecektir. Böylece elde edilen bilgi ve bulgular karşılaştırmalı bir şekilde tetkik edilerek tahkik süzgecinden geçirilerek nihai sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.

The May 27 Coup d’Etat has engraved in Turkish political life. The putschists seized power by founding theNational Unity Comitee consisting of 38 members. Leaving their prime missions aside, the soldiers were in a great endeavour to find solutions for country’s political troubles. The soldiers’ being engaged in politics that much caused dissensus within the army. The National Unity Comitee overcame the dissensus by purging different opinions. This situation weakened the power and impact of the National Unity Comitee within the army. However, there were some soldiers feeling uncomfortable with political implementations of the National Unity Comitee. These soldiers began to convene in themselves. One of these groups was theArmed Forces Union. The soldiers not trusting each other, the putschists kept out the National Unity Comitee, and some upper class officers took part in the establishment of the Armed Forces Union. The members set out common purposes and goals by coming a mutual agreement on basic tenets primarily. The Armed Forces Union, that enhanced its efficiency on the soldiers and politics, established a tutelage over the National Unity Comitee. By this way, conflicts and tensions between the National Unity Comitee and the Armed Forces Union emerged. In Turkey, army is one of the institutations affected and injured most. With this declaration, the dissensus and conflicts between the soldiers in order to be active in state politics will be explored by determining the place of soldier in this new deal after then the May 27 Coupd’Etat. In the light of archival sources, this study will be materialized by scanning proceedings of TBMM (Grand National Assembly of Turkey), memories andjournals then. Thereby, a final outcome will be reachedafter the verifying of acquired information and findingscorrelatively.

Birinci Dünya Savaşı’nda İran’da Ermeni ve Nesturilerin Ayaklanması

Tohid Melikzade

ORCID: 0000-0002- 2850-8194

Sayfalar: 771-778

Birinci dünya savaşının 28 Haziran 1914’te Avsturya veliahdinin öldürülmesile başlanılması resmen bilinse de aslında yıllar önce küresel güçlerin çıkarlarının zıtlığı savaşın çıkmasına sebep olmuştur. Çok geçmeden, Osmanlının da bu savaşa girmesile Rus- Osmanlı rikabetleri , savaş İran özellikle Azerbaycan bölgesini de hızla bürüdü. Bu savaşta Ermeniler de kendi çaplarında Hırıstıyan tarafına girerek fiilen Türkler karşısında oldular. Onlar küçük mütafik olarak müslümanlar aleyhine savaşa girdiler. Resmen savaşa giren Rusya Ermenileri daha önceler 1859lardan itibaren ilk başta siyasal bazda çabalar gösterselerde daha sonralar Osmanlıda bulunan Ermeni çetelerine silah gönderdiklerine dair bilgilerimiz vardır. Bu silahlar Rusya’dan Araz nehri kenarına getirilerek uygun zamanda İran tarafına geçerek Salmas kentinin Osmanlı sınırında bulunan Derik köyünde bulunan kilisede depolayıp geceleyin Osmanlı Ermeni çetelerinin eline geçirirmişler. Yıllar boyu Tiflis- Erivan- culf -Salmas-van hattında silah sevkiyatı İran resmi belgelerinde yansımıştır.

Although it is known that the first world war began on 28 June 1914 in the death of the Austrian crown prince, the opposition of the interests of global powers years ago led to war. Not long before the Ottomans entered this war, the Russian-Ottoman rickshaws Iran, especially Azerbaijan . In this war, the Armenians also entered the Christian side in their own right. They entered the war against the Muslims as a small ally. Armenians, who officially entered the war, have been informed that since 1859, they have tried on political basis and sent weapons to the Armenian gangs in the Ottoman Empire. These weapons were brought to the side of the Araz river from Russia and passed to the Iranian side at the appropriate time and brought to the church in the village of Derik on the Ottoman border of the city of Salmas and passed into the hands of the Ottoman Armenian gangs at night. For years, Iranian official documents of arms shipments in the TbilisiErivan-culf Salmas-van line have been reflected.

27 Mayıs İhtilaline Giden Süreçte Vatan Cephesinin Rolü

Yasemin Doğaner

ORCID: 0000-0002-3304-1111

Sayfalar: 779-790

Vatan Cephesi konusu, Türk siyasi tarihi literatürüne dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in Manisa’da halka hitaben yaptığı bir konuşmada muhalefetin Güç Birliği cephesi oluşturma niyetleri karşısında kendilerinin de Vatan Cephesi’ni kuracakları şeklindeki söylemiyle girmiştir. 1957 seçimlerinde oylarını düşürerek iktidara üçüncü kez gelen Demokrat Parti’nin 1958 yılı Ekim ayında muhalefetle restleşmesinin sonucu olarak ortaya çıkan cepheleşmede her geçen gün muhalefetle aralarındaki siyasi gerilim artacaktır. Demokrat Parti’nin muhalefeti “ehli salip”, “nifak cephesi” gibi sert ifadelerle tanımlaması, muhalefetin siyasi tansiyonu düşürmek yerine iktidarın söylemlerine aynı sertlikle karşılık vermesi, 27 Mayıs darbesine giden süreçte Vatan Cephesinin önemli bir rol üstlenmesine yol açacaktır. Demokrat Parti’nin siyasi dilini her geçen gün sertleştirmesi, iktidar imkanlarını kendi lehine kullanması, özellikle radyonun Vatan Cephesine katılanların isimlerinin yayınlanması konusundaki ısrarcı tavrı ve zaman zaman hiç ilgisi bulunmayanların isimlerinin listelerde yer alması daha sonraki süreçte Demokrat Parti’ye Vatan Cephesi konusunda yöneltilen suçlamaların alt başlıklarını oluşturacaktır. Yaklaşık bir milyon kişinin üyesi olduğu belirtilen cephenin dönemin iktidara yakın basını tarafından desteklendiği, buna karşın muhalif gazeteler tarafından da Güç Birliği propagandalarının yapıldığı görülmektedir. Yassıada mahkemesi yargılamaları sırasında görülen 11 davadan biri olan Vatan Cephesi davasında Demokrat Parti “halkı ikiye bölmek ve anayasayı ihlal etmek” le suçlanmıştır. Dava daha sonra Anayasayı İhlal davası ile birleştirilerek Demokrat Parti’nin 22 önemli isminin yargılanmaları ve bunlardan 19’unun cezalandırılmaları ile sonuçlandırılacaktır. Başbakan Menderes’in savunmasında özetle Vatan Cephesi ifadesinin kendiliğinden ortaya çıkmış siyasi bir slogan olduğu, anılan cephenin Demokrat Parti Ocaklarından başka bir şey olmadığı şeklindeki ifadesi mahkemede pek dikkate alınmayacak ve kendisine idam hükmünün verilmesi konusunda Vatan Cephesi konusundaki iddiaların önemli bir etkisi olacaktır. Tebliğde Vatan Cephesi konusu arşiv belgeleri ve yayınlanmış telif eserler üzerinden incelenerek 27 Mayıs ihtilaline giden süreçteki rolü çeşitli yönleriyle ele alınmaya çalışılacaktır

The Vatan Cephesi issue has entered the Turkish political history with a rhetoric of Prime Minister Adnan Menderes in his speech to the public in Manisa on the occasion of the opposition’s intention to form the Güç Birliği Cephesi, but also to create the Vatan Cephesi. Political tensions between the opposition and the opposition will increase as the result of the Democratic Party’s third election in 1957, which ended in October 1958 with the opposition. The Democratic Party’s opposition to “ehli salip”, “nifak cephesi” would lead the opposition to play an important role in the Vatan Cephesi in the May 27 coup d’état, instead of lowering political tensions and responding to the rhetoric of the government with the same stiffness. The Democratic Party’s hard-coded political language every day, its use of power in its favor, especially its insistence on the publication of the names of those participating in the Vatan Cephesi, and the inclusion of names of those who have occasionally no interest in the lists, headings. It is seen that the period of V.C., which is said to be a member of about one million people, was supported by the near press of power, whereas the propaganda of the Güç Birliği was made by dissident newspapers. In the Vatan Cephesi, one of the 11 defendants in the Yassıada court proceedings, the Democratic Party was charged with “dividing the people into two and violating the constitution”. The case will then be combined with the Constitutional violate case to conclude the Democratic Party’s 22 major deputies and the punishment of 19 of them. In the defense of the Prime Minister Menderes, the statement that there is nothing but the Democrat Party House, which is said to be a political slogan spontaneously emerging from the Vatan Cephesi, will not be taken into consideration in the court and will be an important influence on the claims of the Vatan Cephesi on the issue of the death sentence. In the Communiqué, the issue of the Vatan Cephesi will be examined through archival documents and published copyrighted works, and the role of the process going on May 27th will be tried in various ways.

12 Mart Muhtırası’nın Türkiye Siyaseti ve Devlet Örgütü Üzerindeki Etkileri

Yusuf Ziya Keskin

ORCID: 0000-0001-6275-7496

Sayfalar: 791-814

12 Mart 1971 günü Silahlı Kuvvetlerin emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği muhtıra, Türkiye siyaseti ve devlet örgütlenmesinde önemli bir değişim süreci başlatmıştır. Yasama alanında varlığını sürdüren sivil siyaset, yürütme alanında askerlerin dayatmalarına maruz kalmıştır. Adalet Partisi’nde, Süleyman Demirel’e karşı muhalefet yoğunlaşırken, Cumhuriyet Halk Partisi’nde İsmet İnönü koltuğunu Bülent Ecevit’e devretmek zorunda kalmış, Milli Nizam Partisi ve Türkiye İşçi Partisi Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır. Demirel Hükümeti’nin istifası sonrasında askerlerin yönlendirmesi ile “partiler üstü” mahiyette hükümetler kurulmuştur. Bu hükümetlerin en önemli amacı, muhtırayı ortaya çıkaran olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yönelik anayasa değişikliği çalışmaları olmuştur. Anayasa değişiklikleri ile temel hak ve hürriyetler sınırlandırılmış, sosyal ve iktisadi haklar yeniden düzenlenmiş, üniversitelerin özerklikleri sınırlandırılmış, TRT’nin özerkliği ise kaldırılmış ve hükümete bağlı bir devlet kurumu olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu değişikliklerle, 1961 Anayasası’na hâkim olan evrensel özgürlükçü bakış açısı, daha kontrolcü, daha devletçi ve daha güçlü bir yürütme gücüne dönüşmüştür. Bu çalışmada; 12 Mart sonrasında yaşanan siyasi ve hukuki değişimin, siyaset kurumu ve devlet iktidarı üzerindeki etkileri, disiplinler arası bir yaklaşımla, meclis tutanakları, gazete yansımaları, hatıratlar ve bu konuda kaleme alınmış temel kaynaklar esas alınarak, objektif ve ideolojik bakış açısından arındırılıp yorumlanmaya çalışılmıştır.

The memorandum that Turkish Armed Forces submitted in the chain of command on 12th March, 1971 initiated a remarkable period of change in Turkish politics and state organization. Civil politics subsisting in legislative power was exposed to the army’s imposition in executive power. While opposition intensified against Süleyman Demirel in The Justice Party, İsmet İnönü had to hand over presidency to Bülent Ecevit in The Republican People’s Party and The Supreme Court closed The National Order Party and The Labour Party. After the resignation of Demirel’s government, above-party governments were formed with inducement of the soldiers. The most significant purpose of these governments was to manage the constitutional amendments in order to annihilate the problems which induced the memorandum. Basic rights and liberties were restricted with constitutional amendments, social and economic rights were reorganized, autonomy of the universities was limited, autonomy of the TRT (Turkish Radio and Television Company) was abolished and it was restructured as a state institution depending on the government. With these changes, universal liberalistic standpoint predominating 1961 Constitution turned into a more controller, more statist and stronger executive power. In this study, it is aimed objectively and without an ideological viewpoint to interpret the effects of political and judicial change encountered after 12th March on the political institution and state power in an interdisciplinary approach; based on parliamentary minutes, reflections in the newspapers, memoirs and the basic resources written on this topic.