XVIII. Türk Tarih Kongresi Cilt I

XVIII. Türk Tarih Kongresi

Kongreye Sunulan Bildiriler (I. Cilt)

Arkeoloji – Roma ve Bizans Tarihi ve Medeniyeti –  Sanat Tarihi

Hazırlayanlar: Semiha NURDAN – Muhammed ÖZLER
E-Kitap Yayın Tarihi:
Yayınlayan: Türk Tarih Kurumu
eISBN: 978-975-17-5112-6 (1.c) - 978-975-17-5111-9 (tk.)
Sayfa: 932
Konular: Türk Tarih Kongresi, Türk Tarihi

“Türk ve Türkiye tarihini çağdaş, sosyal bilim anlayışıyla araştırmak ve yaymak; bu alandaki araştırmaları desteklemek ve toplumdaki tarih bilincini geliştirmek” misyonu çerçevesinde faaliyetlerini yürüten Türk Tarih Kurumu, milli bir tarihsel kimliğin oluşmasında geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir rol üstlenmiş bulunmaktadır. Dünyayı hâkimiyeti altına alan küreselleşme süreci, köklü millî ve manevi değerleri olmayan veya bunları gereği gibi koruyamayan kültürleri yok ederek milletleri öz kültürlerinden uzaklaştırabilmektedir. Gerek dünyada gerekse bulunduğumuz coğrafyada yaşanan olaylara bakıldığında tarih ve millî kültür bilincine sahip, geçmişten ders çıkarmayı bilen milletlerin her türlü zorluğa karşı kendi varlıklarını korudukları görülecektir. Bu nedenle Türk Tarih Kurumunun insanlığa, tarihe ve geleceğe karşı görev ve sorumlulukları oldukça önemlidir. Bu bağlamda, Kurumumuzun görev ve sorumluluklarında biri de yeni buluşları ve bilimsel konuları tartışmak üzere toplantılar, kongreler düzenlemektir. Bu toplantı ve kongrelerin en önemlisi Türk Tarih Kongreleridir. Dünyada kendi alanında en saygın kongreler arasında yer alan Türk Tarih Kongreleri, Türk tarihi ile Türkiye tarihinin önemli olaylarının aydınlatılmasına büyük katkılar sağlamış, ülkeler ve insanlar arasındaki kültürel bağların kurulmasına ve geliştirilmesine de olumlu hizmetlerde bulunmuştur.

BİLDİRİLER - SEKSİYON I (ARKEOLOJİ)

Doğu Anadolu’da Erken Dönem Türk İzleri III Kars-Digor (Dolaylı) Kaya Resimleri

Alpaslan Ceylan

ORCID: 0000-0002-0533-905X

Sayfalar: 1-30

Uygarlığın beşiği olan Anadolu, kaya resimleri ile oldukça zengin bir coğrafya olarak tanımlanabilir. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesi, Anadolu içinde kaya resimleri açısından oldukça zengindir. Bunun en önemli sebebi ise bölgenin göç yolları üzerinde yer almasından kaynaklanmaktadır. Kaya resimleri üzerinde yer alan runik harfler ve damgalar, Orta Asya-Anadolu bağlantısını ortaya koymaktadır. Bu kaya resimleri, Orta Asya ve İç Asya’da, M.Ö. II. Binden M.S. 14-15. yüzyıllara kadar ki dönemde ortaya çıkarlar. Daha erken dönemlere ait kaya resimlerine de rastlamak mümkündür. Bu dönem kaya resimlerinin konusu av sahneleridir. Kaya resimleri aracılığı ile o dönemdeki dini, ekonomik ve sosyal hayat ile ilgili bilgiler edinmek mümkündür. Yapım teknikleri, üslup ve motif benzerlikleri Anadolu-Orta Asya bağlantısını kurmada bizlere yardımcı olmaktadır. Türk kültürünün hayvancılığa ve göçe dayalı hayat sistemi, onların geniş bir coğrafyaya yayılmasına neden olmuştur. Doğu Anadolu Bölgesi, geniş otlak ve meraları ile konargöçerlerin önemli güzergâhlarından birisi olmuştur. Özellikle bölgenin bağlantılı yollar üzerinde yer alması, tarihin her döneminde cazibesini artırmıştır. Makalemizde, Kars iline bağlı Digor ilçesinde bulunan kaya resimleri tanıtılacaktır.

Anatolia, which is the fifth of civilization, can be defined as a very rich geography with rock paintings. Especially Eastern Anatolia Region is very rich in rock pictures in Anatolia. The most important reason for this is that the region is located on migration routes. Runic letters and stamps on rock pictures reveal Central Asia-Anatolian connection. These rock paintings are found in Central Asia and Interior Asia, from BC. II. thousand to AC. 14-15 century. They emerge in the period up to centuries. It is also possible to find rock paintings from earlier periods. This period is about hunting scenes of rock pictures. It is possible to get information about the religious, economic and social life of that period through the rock pictures. Construction techniques, styles and motifs help us to establish Anatolia-Central Asia connection. The Turkish culture of livestock and pelagic life system has caused them to spread to a wide geographical area. Eastern Anatolia Region has been one of the important routes of large pastures and meadows and congested migrants. Particularly, being on the connected roads of the region has increased its attractiveness in every period of history. In our work, we will introduce rock pictures in Digor district of Kars province.

Afyonkarahisar Figürlü Türkmen Mezar Taşlarında Dini Motifler

Babür Mehmet Akarsu – Seda Akarsu

ORCID: 0000-0003-0004-89630000-0003-0319-3760

Sayfalar: 31-54

XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’ya gelen Türkmen boyları, bu tarihten sonra “Türk-Türkmen” kimliğini, Anadolu coğrafyasına, kültür ve sanat eserlerine yansıtmışlardır. Bunun en bariz örnekleri, yapıldıkları dönemin toplumsal ve kültürel yansımaları olan mezar taşlarında karşımıza çıkmaktadır. Afyonkarahisar’da bulunmuş Türkmen mezar taşları üzerinde; kanatlı melek, kartal, dağ keçisi, geyik, tavşan, yılan, köpek gibi çeşitli hayvan figürleri (ongunlar), sembolik ve mitolojik anlamlara sahip hayvan tasvirleri ile hayvan mücadele sahneleri, ejderha ile mücadele sahneleri, süvariler ile yayaların savaş sahneleri yer almaktadır. Hayvan figürleri, “hayvan-ana/ ata” kültü ve “hayvan biçimine girme” temasının devamı olup, Şaman dinin etkilerini yansıtmaktadır. Şamanist inanca göre, her şamanın biçimine girebileceği bir hayvan vardır. Bu bağlamda şamanlar genellikle Şamanizm’de büyük öneme haiz olan kuş şekline girmişlerdir. Sahnelerdeki konu devamlılığı ve figürlerin hareketliliği, Türkmenlerin Anadolu’da karşılaştıkları, üzerinde mitolojik hikayelerin, ölen kişinin mesleğinin, günlük hayattan kesitlerin konu bütünlüğü içinde anlatıldığı Antik Dönem lahitleri ve mezar stellerinin etkileridir. Türkmenler, Şamanist inançlarını Anadolu’da karşılaştıkları Antik formlar ile kombine ederek kendilerine has mezar taşı tipleri yaratmışlardır. Örneğin bu mezar taşlarından birinin üzerinde yer alan ve bir delik çevresinde birbirine dolanmış olarak tasvir edilen yılanların yer aldığı sahne, “Yer Evreni Yılanı”ndan “Gılgameş Destanı”na oradan da “İlluyanka Efsanesi”ne kadar uzanan mitolojik anlatımın bir yansımasıdır. Bildirimizde, Afyonkarahisar figürlü Türkmen mezar taşlarında bulunan ikonografilerin Türk tarih, edebiyat ve kültürüne özgü bir biçimde ilişkilendirilmesi ve açıklanması amaçlanmıştır.

The Turkmen tribes who came to Anatolia after the second half of the eleventh century reflected their “Turkish-Turkmen” identity into Anatolian geography and their products of culture and art. The best example related to the issue may be seen on the gravestones which are social and cultural reflections of the age when they were produced. There are numerous figures of animals (totems) on the Turkmen gravestones found around Afyonkarahisar such as wingled angel, eagle, mountain goat, deer, rabbit, snake and dog, the pictures of animals with symbolic and mythological meaning, the scenes displaying the struggle against animals, struggle against dragons, and the scenes of war between cavalries and walker-on people. The figures of animals are the continuation of the cult of “animalmother/ancestors” and the theme of “entering into the form of animal” and they reflect the effects of the shaman-religion. According to the shamanist belief, there is an animal for each shaman to turn into. Within this context, the shamans generally became bird which has great importance in shamanism. The continuity of topics and the movement of figures in the scenes are the reflections of the sarcophaguses and funerary steles from antiquity which narrates the mythological stories, the occupation of the dead person and sections from daily life within subject integrity that Turkmens saw in Anatolia. Turkmens combined their shamanist beliefs with the antique forms they found in Anatolia and created their own types of specific gravestones. For example, the scene where there are a hole on such as gravestone and snakes coiled up to each other around that hole is the reflection of a mythological narration from “the Snake of Yer Evreni” to “the Epic of Gilgamesh” and then to “the Epic of Illuyanka”. In our paper, it was aimed to establish a specific association between the iconographies found in the Turkmen gravestones with the figures of Afyonkarahisar and Turkish history, literature and culture and explain them.

Şanlıurfa İli Neolitik Dönem Yüzey Araştırması Sonucunda Ortaya Çıkan Yeni Bilgi ve Bulgular

Bahattin Çelik

ORCID: 0000-0001-8386-0062

Sayfalar: 55-76

Şanlıurfa ilinde son yıllarda yapılan yüzey araştırmaları sonucunda, bölgede Epipaleolitik dönem ve Çanak Çömleksiz Neolitik döneme ait pek çok merkezin var olduğu anlaşılmıştır. Bu merkezlerin yanı başında tespit edilen tuzak alanları, bölgedeki Neolitik dönem topluluklarının organize hareket ettiklerini göstermesi açısından çok önemli bulgulardır. M.Ö. 9. binyılın başlarında ortaya çıkan bu yoğunluk, benzer özellikteki merkezlerin sayıca artması ile kendini göstermektedir. Kült merkezleri olarak nitelendirilen bu merkezler; Sefer Tepe, Kurt Tepesi, Hamzan Tepe, Taşlı Tepe, Karahan Tepe ve Harbetsuvan Tepesi’dir ve özellikle “T” şeklinde dikilitaşlar ile karşımıza çıkmaktadırlar. Göbekli Tepe’nin II. tabakasında görülen “T” şeklinde dikilitaşlarla aynı boyutta dikilitaşları barındıran bu merkezlerin bölgede belli dönemlerde yapılan avlanmayı organize ettikleri tahmin edilmektedir. Bu merkezlerin etrafında bölgeye özgü yamaç yerleşimleri bulunmaktadır. Yamaç yerleşimlerinden, ele geçen buluntulardan yola çıkılarak buraların sivil yerleşim oldukları düşünülmekte ve pek çok yamaç yerleşiminin, tuzak alanlarına oldukça yakın olması sebebiyle bu yerleşimlerde avlanan hayvanların kasaplık işlemlerinin de yapıldığı tahmin edilmektedir. Sonuç olarak, Neolitik dönemde bölgede organize bir şekilde yapılan avlanma şeklinin var olduğu, bu tarz yaşamın bölgede bir yoğunluk oluşturduğu, somut olarak yerleşimlerin sayıca çokluğu ve tuzak alanlarının varlığı ile anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, Şanlıurfa ilinde Neolitik dönemle ilgili olarak yapılan yüzey araştırması sonucunda ortaya çıkan tuzak alanları, sivil yerleşimler ve kült merkezleri üzerinde durulacak ve bölgenin Neolitik dönemi üzerine bir değerlendirme yapılacaktır.

As a result of surface surveys conducted in the province of Şanlıurfa in recent years, it is understood that there are many centers belonging to the Epi-paleolithic and the Aceramic Neolithic period in the region. Trap areas identified at just beside of these centers are very important findings that Neolithic period communities in the region were showing organizing movements. This intensity, which emerged at the beginning of the 9th Millennium BC, shows that the number of centers in the same area were increasing. Sefer Tepe, Kurt Tepesi, Hamzan Tepe, Taşlı Tepe, Karahan Tepe and Harbetsuvan Tepesi, described as cult centers, are especially identified with “T” shaped pillars. These centers have the same size “T” shaped pillars as Göbekli Tepe layer II. has, and it is presumed that these centers were organizing the hunting activities at certain periods in the region. There are region-specific hillside settlements around these centers. These hillside settlements are thought to be civil settlements according to the findings and many of these settlements are very close to the trap areas, so it is estimated that the butchery processes of the hunted animals are also done in these areas. As a result of existence of a lot of settlements and trap areas in the region at the Neolithic period, it is understood that there were organized hunting activities, and this kind of life form created a density in the region. In this study, trap areas, civil settlements and cult centers which ensued as a result of the Neolithic period surface research conducted in Şanlıurfa province will be dwelt on and the Neolithic period of the region will be evaluated.

Erken Prehistorya ve Kilikya Bazalt Alanları Projesi: 2016 ve 2017 Yılları Arazi Çalışmalarının Getirdikleri

Bakiye Yükmen Edens

ORCID: 0000-0003-2165-783X

Sayfalar: 77-106

Bazaltlar kolay aşınmazlar ve büyük çoğunluğu alüvyal siltlerle örtülüdür. Bu faktörler, tarih öncesi kalıntıların bazalt yapılarda barınması ve korunması olasılıklarını arttırmaktadır. Keramikli Neolitik yerleşimler Hatay’da oldukça iyi, Adana’da da zayıf ta olsa bir dereceya kadar bilinmekte idi. Fakat Epipaleolitik ve Akeramik Neolitik yerler, EPKİBAP projesi öncesine kadar hiç bilinmiyordu (Samandağ’daki mağaralar dışında). Erken Prehistorya ve Kilikya Bazalt Alanları Projesi (EPKİBAP), Amanosların iki tarafındaki bazalt ve ilişkili alanları, tarih öncesi izler açısından sorgulamayı hedeflemiş bir projedir. Bu hedef doğrultusunda, 2016 ve 2017 arazi sezonları boyunca yapılmış olan yüzey araştırmalarında, birçok arkeolojik yer ve saçıntı durumda buluntular kayda geçirilmiş, Adana ve Hatay’da, erken prehistorik dönemlerin (Paleolitik, Epipaleolitik, Akeramik Neolitik) yanı sıra geç prehistorik dönemlerin (Keramikli Neolitikten Erken Bronz çağlarına) kanıtları da tespit edilmiştir.

Basalts do not wear easily, and the vast majority are covered with alluvial silt. These factors increase the likelihood of preservation and protection of prehistoric remains in basaltic structures. Pottery Neolithic settlements were quite well known in Hatay and, to a weaker degree, in Adana. However, except caves in Samandağ, Epipalaeolithic and Aceramic Neolithic sites were unknown until the EPKIBAP project. The Early Prehistoric and Cilicia Basalt Areas Project (EPKIBAP) is a project aimed at examining basalts and related areas on both sides of Amanos in terms of prehistoric traces. In line with this goal, the surface surveys of the 2016 and 2017 field seasons, recorded in Adana and Hatay many archeological sites and scattered finds belonging to early prehistory (Paleolithic, Epipalaeolithic and Aceramic Neolithic), and evidence for late prehistory (Ceramic Neolithic to Early Bronze Age) has also been identified.

Yeni Bir Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem Kazısı: Harbetsuvan Tepesi

Celal Uludağ – Bahattin Çelik

ORCID: 0000-0003-0456-00160000-0001-8386-0062

Sayfalar: 107-124

Şanlıurfa ili sınırları içerisinde son yıllarda yapılan araştırmalar, Çanak Çömleksiz Neolitik döneme tarihlenen merkezler arasındaki bağlantıların sanılandan daha yoğun olduğunu ortaya çıkartmıştır. Özellikle, M.Ö. 9. binyılın başlarında ortaya çıkan bu yoğunluk, benzer özellikteki merkezlerin sayıca artması ile kendini göstermektedir. Bu merkezler; Sefer Tepe, Kurt Tepesi, Hamzan Tepe, Taşlı Tepe, Karahan Tepe ve Harbetsuvan Tepesi’dir ve özellikle “T” şeklinde dikilitaşlar ile karşımıza çıkmaktadırlar. Göbekli Tepe’nin II. tabakasında görülen “T” şeklinde dikilitaşlarla aynı boyutta dikilitaşların bulunduğu bu merkezler içerisinde, 2017 yılında Şanlıurfa Müzesi ile birlikte gerçekleştirdiğimiz Harbetsuvan Tepesi’nde arkeolojik kazılara başlanmıştır. Daha çok kaçak kazı alanlarının yaratmış olduğu tahribatın boyutunu anlamak için yapılmış olan bu kurtarma kazısında, daha şimdiden yeni mimari bulgular ve arkeolojik buluntular ortaya çıkmaya başlamıştır. Harbetsuvan Tepesi’nde yapılan kazılarda ortaya çıkan dörtgen planlı taş yapıların ortasında ya da duvarları içerisinde bulunan dikilitaşların varlığı Göbekli Tepe’nin II. tabaka yapıları ile benzer olduğunu ortaya koymuştur. Ele geçen diğer eserlere bakıldığında; fallusu heykel parçası, kol ve parmak kabartmalı dikilitaş, Byblos uçları, yassı baltalar, obsidyen okucu, bazalt taşından havanelleri gibi bu döneme özgü buluntular söz konusudur. 2018 yılında da devam ettirilmesi planlanan Harbetsuvan Tepesi kazısı, Göbekli Tepe dışında ikinci bir kült merkezi özelliği taşıyan bir merkezin var olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymuştur. Bu çalışmada, Harbetsuvan Tepesi kazısında açığa çıkan mimari yenilikler ve küçük buluntular üzerine bir değerlendirme yapılacaktır.

Recent research in Şanlıurfa province revealed that the connection between the Aceramic Neolithic sites were more intense than it was expected before. Emerged especially in the 9th millenium BCE, this intensity is manifested in the increase in the number of the sites that share similar characteristics. These sites that have “T” shaped pillars and include Sefer Tepe, Kurt Tepesi, Hamzan Tepe, Taşlı Tepe, Karahan Tepe and Harbetsuvan Tepesi. These sites have “T” shaped pillars that are identical in their size to the 2nd layer of Göbekli Tepe. In 2017 we initiated archaeological excavations at Harbetsuvan Tepesi with Şanlıurfa Museum. This salvage excavation aimed to reveal to recognize the extent of the damage caused by the illicit digs, has started to reveal new architectural and archaeological remains. The existence of pillars in the middle of the quadrangular stone structures or in the walls of the buildings at Harbetsuvan Tepesi excavations shows their similarity with buildings of the 2nd layer of Göbekli Tepe. The other artifacts, sculpture fragment with phallus, pillar with arm and finger reliefs, Byblos points, celts, obsidian arrowhead and basalt pestles are identical to this period. The excavations at Harbetsuvan Tepesi is planned to continue in 2018, clearly showed that there is a second cult center other than Göbekli Tepe. In this paper an evaluation of the architectural changes and small finds will be presented.

Aktuelle epigraphische Forschungen in Antiocheia/Pisidia

Christian Wallner – Abdurrahman Uzunaslan

ORCID: 0000-0001-8964-3317

Sayfalar: 125-138

Pisidia/Antiocheia’nın merkezi ve territoriumu yanında, Men Tapınağı’nın yer aldığı Karakuyu’da yapılan araştırmalar göz önünde alındığında, buradaki arkeolojik ve epigrafik çalışmaların uzun bir tarihi geleneğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bölgeler üstü bir öneme sahip olan Karakuyu Kült Merkezi’nin yönetiminin de henüz koloni olarak kurulduğu andan itibaren kentin uhdesine verildiği bilinmektedir. Antiocheia’daki arkeolojik araştırmaları doğası gereği epigrafik araştırmalardan ayırmak mümkün değildir. Kent yazıtlarına ilişin bir corpus’un olmayışı yanında heterojen halk yapısından kaynaklı olarak ortaya çıkan hem Latince hem de Yunanca yazıtların yoğunluğu, genel bir bakışı zorlaştırmaktadır. Kentte bulunan materyalin tek düze olmayışı, bu alanda çalışan araştırmacıları, kent merkezi ve territoriumundan artta kalan epigrafik malzeme üzerine yoğunlaşmaya sevk etmiştir. Bunlar arasında kentte yaptığı çok sayıdaki epigrafik yayınla B. Levick, Monumentun Antiochenum’un yeni bir edisyonunu gerçekleştiren Drew-Bear/Scheid ve içerisinde kente ait çok sayıda yazıtın toplandığı Notebooks (I. Antioche) için W. M. Ramsay öne çıkmışlardır . Son olarak kısa bir süre önce yayımlanan ve yeni epigrafik belgelere ilişkin ayrıntılı bir bakış sağlayan A. Uzunaslan’ın çalışmasını burada zikretmeliyiz. S. Demirel Üniversitesi’nden M. Özhanlı başkanlığında yürütülen başarılı kazı çalışmalarında çok sayıda arkeolojik belge yanında yeni epigrafik belgelerin de bulunduğu görülmektedir. Ortaya çıkan yeni yazıtlar bir yandan önemli bir Roma kolonisi olan Antiocheia’ya ilişkin bilgilerimizi zenginleştirirken, diğer yandan var olan çok sayıdaki bilimsel problemlerin çözümüne önemli katkılar sağlamaktadır. Yeni belgeler dışında, kazı ve müze depolarında muhafaza edilen onlarca epigrafik belgenin yeniden ele alınarak konuyla ilgili araştırmacıların bilgisine sunmak da son derece büyük önem arz etmektedir. Bu çalışmada Antiocheia Kazı Deposu’unda muhafaza altında tutulan ve içerik açısından son derece önemli üç yazıt fragmanı yeniden ele alınmaktadır.

Kuzey Pisidia’da Kırsal Yerleşmeler

Fikret Özcan

ORCID: 0000-0002-0643-3881

Sayfalar: 139-178

Sultan Dağları’ndan Burdur ve Isparta’nın güneyine kadar uzanan Kuzey Pisidia Bölgesi uzun süre Frig etkisi altında kalmış, bu bölgede Hellenistik Dönem’e kadar kent kurulmamıştır. Büyük İskender’in ölümüyle Kuzey Pisidia önce Seleukidlerin, ardından Attalidlerin denetimine girmiştir. Bölgede güvenliği sağlamak amacıyla güneyde Kapıkaya ve Sandalion’dan başlayarak kuzeyde Pisidia Antiocheia’ya kadar uzanan coğrafyada Kapıkaya, Sandalion, Prostanna, Mallos ve Tymbriada gibi kimi askeri nitelikli yerleşme ve kentler kurulmuştur. Bu kentler arasında da bölge güvenliğini sağlamaya yönelik kaleler, gözetleme kuleleri yapılmış, kentler ve askeri yerleşmeler arasında yol ağları inşa edilmiştir. Söz konusu kale, yol vb. yerlerin yakınlarına da şimdiye dek ayrıntılı araştırılmamış veya hiç bilinmeyen kasaba ve köy ölçeğinde küçük yerleşmeler kurulmuş olup bunlar bölge ekonomisinin ve tarımının can damarını oluşturmuştur. Pax Romana ile birlikte kırsal alanın tarımsal potansiyelinden daha fazla yararlanılmaya başlanmıştır. Güvenlik sorununun ortadan kalktığı Erken İmparatorluk Dönemi’den Geç Antik Dönem’e kadar tatlı su ve ovalık alanların yakınlarında pek çok küçük ölçekli kırsal yerleşme kurulmuştur. Bu dönemde dağlık araziye kurulmuş Kapıkaya, Prostanna ve Sandalion gibi kent ve askeri yerleşmelerin kendilerine ait territoriumu, yaşama daha elverişli yerlerde küçük yerleşmeler kurarak en verimli şekilde kullandığını söyleyebiliriz. MS 7. yy’dan itibaren stratejik konumdaki kentler yeniden savunma ve sığınma yeri olarak önem kazanmıştır. Kırsal yerleşmelerdeki yapıların artık giderek basit ve özensiz olduğunu, geçicilik nitelikte olduklarını görmekteyiz. MS 7. yy’dan başlayarak MS 12.-13. yy’a kadar iskân edilmiş küçük kırsal yerleşmelerin ise yeniden daha yüksek yerlere kurulduğu ve yakınlarında mutlaka sığınma, savunma veya geri çekilmeye yarayan bir yerin bulunduğunu gözlemekteyiz. Tarım ve hayvan yetiştiriciliğinin ön planda olduğu küçük yerleşmelerin sayısının MS 7. yy’dan itibaren daha da arttığı gözlenmektedir. Bu küçük yerleşmelerde daha çok ürün depolamaya yarayan yerel üretim pişmiş topraktan kaplara ve kaba işçiliğe sahip mutfak kaplarına rastlanmaktadır. MS 7. yy sonrası kurulmuş veya daha erken dönemlerde kurulmuş yerleşmeyi kullanmaya devam eden köy tarzındaki küçük yerleşmelerin veya çiftliklerin yakın çevresinde çok sayıda demir cürufu bulunması dikkat çekicidir. Muhtemelen bu dönemde madencilik ve işlenmiş metal üretimi artık tek elden yönetilmemekteydi. Dış tehdit riskinin artmasına karşın Geç Antik Dönem ve Orta Çağ’da kırsal bölgede küçük yerleşmelerin terkedilmemiş olması da oldukça dikkat çekicidir. Görünüşe bakılırsa kırsal yerleşme, kentlerdeki yaşama göre daha cazip hale gelmiştir.

The region of Northern Pisidia extends from Sultan Dağları to Burdur and Isparta in the south and was for a long time under the influence of Phrygia. In this region no city was founded until the Hellenistic period. After the death of Alexander the Great, Northern Pisidia came under the control of the Seleucids and then under the Attalids. With the purpose of ensuring regional security in a vast geography military settlements were founded. In the south beginning with Kapıkaya and Sandalion and in the north as far as Pisidia Antiocheia and cities such as Prostanna, Mallos and Tymbriada. Fortresses and watchtowers were built between towns and military settlements and a road network ensured safety in the region. Close to those fortresses and roads small settlements or villages were built that have not been thoroughly investigated or are unknown till today. However, these formed the lifeline of the regional economy and agriculture. With the Pax Romana greater use of the agricultural potential in rural areas was made. From early imperial times to Late antiquity when the security problem was resolved many small settlements were established at freshwater areas and mountain plains. It can be assumed that urban and military settlements such as Kapıkaya, Prostanna and Sandalion, which were founded on hilly land in the Hellenistic period, made the most efficient use of their territory during the Pax Romana period by establishing more small settlements. Cities in strategic positions and as places of defense and asylum again gained in importance starting from the 7th century AD. It is observed that buildings in rural settlements were being built more and more carelessly and only of temporary character and that till to the 12th-13th centuries AD. even more settlemnts were rebuilt in higher places and nearby a place that could be used for defense or retreat. In that time agriculture and livestock were in the foreground. Mostly locally produced clay pots and coarse processed kitchen goods for the storage of agricultural products are found so far. It is noteworthy that in the vicinity of small settlements that were founded in the 7th century or formerly a lot of iron slagis to be found. Probably during theire time mining and processed metal production was no longer managed from a single source. It is also noteworthy that small-scale settlements in Late antiquity and the Middle Ages were not abandoned despite the increased risk of external threats. Apparently the rural settlement has become more attractive than the urban life.

Batı Anadolu’da Pers Yönetimi ve Kyzikos

Hacer Çoruh Kurt

ORCID: 0000-0002-9478-0903

Sayfalar: 179-194

Pers krallığının kurucusu Kyros’un, MÖ 546 yılında Lydia’nın başkenti Sardes’i ele geçirmesi ile Batı Anadolu Perslerin etkisine girmiştir. Kral Kyros, Kyzikos ile birlikte çevre şehirleri yıllık vergiye bağlamış ve Kyzikos Daskyleion satrabı Metrobates’in idaresine girmiştir. Kyzikos’un da dahil olduğu Mysia bölgesinin bağlı olduğu satraplık, Pers Kralına vergi olarak yılda beşyüz talent altın vermek zorundaydı. Kentlerin yönetimine karışmayan Persler yine de kendilerine sadık kişilerin yönetime geçmesini desteklemişlerdir. Kyzikos’da tyranlık yapmış olan Pytharchos ve Aristagoras bu tür yöneticilerdendir. Pers egemenliği süresince Kyzikos’un sikke basımına müdahale edilmemiştir. Kyzikos’un elektron sikkeleri, Perslerin altın dareikosları ile eşdeğer tutulmuştur. Genç Kyros’un ücretli askerlerinin ödeme için Kyzikos staterleri istedikleri ve bir aylık ücretlerinin bir Kyzikos stateri olduğu bilinmektedir. Kyzikos darphanesinde Daskyleion satrabı da kendi adına sikke bastırmıştır. Pharnabazos, MÖ 410’da Kyzikos’da bastırdığı bu gümüş sikkeler üzerine portresi ile birlikte ismini yerleştirmiştir. Klasik dönemde ilk kez karşılaşılan bir örnek olması açısından bu sikkeler önem arz etmektedir. Kyzikos, MÖ 6. yüzyıl sonundan itibaren Daskyleion satraplık merkezi ile sıkı ilişkiler içerisindedir. Pers krallık merkezi Pasargede’de ele geçen bir yazıtta Kyzikos’dan bahsedilmesi, kentin önemini göstermektedir. Kyzikos, Pers yönetimi boyunca Daskyleion satraplık merkezine her zaman bağlı kalmamış, burası onlar için ancak tehlike durumunda sığındıkları bir güç olmuştur. Miletos liderliğinde MÖ 500–494 yıllarında Perslere karşı bir isyan başlatılmış ve tüm İonia’ya yayılan isyan Miletosun yakılması ile sonlanmıştır. Kyzikos da bu isyana katılmıştır. Miletosun yakılması üzerine Kyzikos, Daskyleion satrabına sığınarak Perslere bağlanmıştır. Kent böylece bağımsızlığını yitirmiş ancak yakılıp yıkılmaktan kurtulmuştur. Batı Anadolu’da Persli nüfusun çoğalması, yerli halk üzerinde kültür etkileşimine sebep olmuştur. Pers etkisi, Kyzikos mezar stellerinde betimlenen cenaze ziyafeti sahnelerinde sıklıkla görülmektedir. Kyzikos, Büyük İskender tarafından MÖ 334’te özgür bırakılıncaya kadar Pers etkisinde kalmıştır. Bu çalışmada Kyzikos’un Pers egemenliği sürecindeki siyasi gelişmeleri, ticari ve sosyal hayatı ile sanatsal ve dinsel bağlantıları üzerinde durulacaktır.

Pisidia Antiokheia Kentini Çevreleyen Kale Yerleşimleri

Hakan Alpaslan – Z. Tuçe Güngör

ORCID: 0000-0001-9409-99420000-0001-5198-5725

Sayfalar: 195-210

Pisidia Antiokheia Kenti, Yalvaç ilçe merkezinin 1 km kuzeydoğusunda yer almakta olup, kuzeyinde Sultan Dağları, batısında Karakuş Dağları, güneyinde Yalvaç ovası ve Torosların uzantısı olan Anamas Dağları, doğusunda ise Gemen korusu ile çevrelenmiştir. Bulunmuş olduğu konumu itibarı ile bir kavsak vazifesi gören kent, batıda Frigya, kuzeydoğuda Lykaonia, güneybatıda ise Pamphylia bölgelerine geçişlerin sağlanmasındaki kullanılan yol ağlarının merkezinde yer almaktadır. Bu yol ağlarının korunmasında ve güvenliğinin sağlanmasında sadece kentin kendisi değil, etrafında bulunan kale yerleşimleri de önemli bir rol üstlenmektedir. Bu kale yerleşimleri, kentin etrafını adeta doğal bir sur gibi çevreleyen yükseltiler üzerinde ve birbirlerini görebilecek şekilde oluşturulmuşlardır. Kentin batısından başlayarak Sağır Kalesi – Yukari Tırtar Kalesi – Çaltı Kalesi – Madenli Kalesi – Yaylacık kale- Koruyaka Kalesi – Büyükören Kalesi – Kızıl çarşaf ve Men Tapınağı olmak üzere, bu kale ve yerleşimler Antiokheia’ yı ve territoryumunu net bir şekilde görebilen bir haberleşme ağı sistemi üzerinde konumlandırılmışlardır. Bu kale yerleşimleri askeri bir us olan Antiokheia’nın güvenliğinin yani sıra, birer uç noktası ya da on karakol seklinde, komsu kent ve bölgelerle olan sınırların güvenliğini de garanti altına almışlardır.

Şeref Höyük / Komana Yüzey Araştırmasında Karşılaşılan Osmanlı Dönemi Mezar Taşları

Hasan Babacan – B. Ayça Polat Becks – R. Şahin Allahverdi

ORCID: 0000-0001-5793-083X0000-0001-6632-73890000-0002-5147-4412

Sayfalar: 211-234

Bu çalışmada, günümüzde Antalya ili sınırları dahilinde bulunan Şerefhöyük/Komama bölgesi yüzey araştırması sırasında tespit edilen Osmanlı Dönemi mezar taşları ele alınacaktır. Günümüzde Korkuteli ilçesine bağlı Garipçe, Çomaklı, Yeşil Yayla, Belen, Çukurca, Çay Kenarı olmak üzere altı köyün mezarlıklarında yapılan çalışmaların sonuçları değerlendirilecektir. Özellikle kitabeli olan ve Osmanlı Türkçesiyle yazılmış mezar taşları üzerinde durulacaktır. Mezarların baş ve ayak taşları şekil özellikleri bakımından ele alınacağı gibi üzerinde bulunan yazılar, motifler ve stilizasyonlara göre kategorize edilecektir. Bu bakımdan Şerefhöyük/Komama araştırma sahasında bulunan köylerde yapılan yüzey araştırmasında tespit edilen kadın, erkek ve çocuk mezarlarına ait mezar taşlarından sadece XIX. ve XX. yüzyıla ait olanlarda kitabe ve başlık bulunmaktadır. Dolayısıyla sayıları az olmakla birlikte bölgenin kültürel tarihine ışık tutması bakımından kayda değer bulgular elde edilmiştir. Zira bölge Türk hakimiyetine girdiği andan itibaren yarı göçebe Yörük toplulukların yaşadığı bir sahadır. Bu nedenle XIX. yüzyıla kadar yapılan mezarların taşları gelişigüzel seçilmiş, Orta Asya inancında yer alan balbal taşlarını andırmaktadır. Bu topluluklar yerleşik hayata geçtikten ve okuma yazma bilen insan sayısı artmaya başladıktan sonra, klasik Türk-İslam mezar taşları kullanılmaya başlanmıştır.

Eski Hitit Devletinde İmparatorluğa Geçiş Sürecinde Eskiyapar

İbrahim Tunç Sipahi

ORCID: 0000-0002-8846-2730

Sayfalar: 235-252

İlk iki Hitit kralının Anadolu sınırlarını aşan icraatlarından sonra giderek içe kapanmaya başlayan Hitit Devleti kral Telepinu ile yeni bir düzen içine girmeye başlamıştır. Bu aşamadan itibaren İmparatorluk Çağı’nın büyük kralı I. Şuppiluliuma’ya kadar olan süreçte Hitit iç çekirdek bölgesinde siyasi durum nasıldı? Bu siyasi iniş çıkışların yerleşimlere ve kültürel yapıya ne tür etkileri oldu? gibi sorular akla gelmektedir. Dolayısıyla iç bölgede Hatti ve Hitit Çağlarında kesintisiz bir iskana sahip olan Eskiyapar’a yüzümüzü dönebiliriz ve bu hususlara cevap arayabiliriz. Birinci dönem kazılarında Eskiyapar’da Eski Hitit ve İmparatorluk seviyelerinin yanı sıra bir Orta Hitit seviyesinden de söz edilmişti. 2010’da başlayan üçüncü dönem kazılarında ise Orta Hitit’e ait bağımsız bir seviye kendisini buluntuları ile belirgin bir şekilde ayırmaya başlamıştır. Bu süreçte Eskiyapar’da yerleşimin kesintisiz devam ettiği ve “A” binası gibi yapıların güçlü tahribat gördüğü anlaşılmaktadır. Bu safhada Eski Hitit’in yüksek kaliteli çanak çömleği azalmaya başlamakla birlikte kabartmalı kült vazosu anlayışı devam etmiştir. Ritüellerin, kurban adaklarının artması dış tehlikenin artması, Kaşka gruplarının bölgeye uyguladığı baskılar bir içe kapanış süreci de yaşatmış olabilir. 2010 yılında “A” yapısında bulunan tablette Kaşka’dan bahsedilmesi de ilginçtir. Dolayısıyla söz konusu “A” yapısının 2016-2017 yıllarındaki yeni buluntularının bu bağlamda ele alınarak Orta Hitit Dönemi kapsamında değerlendirilmesi önem taşımaktadır.

After the actions of the first two Hittite kings over Anatolian borders, the Hittite State began to fall into a new order with the king Telepinu. How was the political situation in the Hittite inner-core region in the process from this stage until the time of Shuppiluliuma I, the great king of the Imperial Period? What are the effects of these political ups and downs on the settlements and cultural structure? questions such as these come to mind. Therefore, we can return to Eskiyapar, which has an uninterrupted settlement in Hatti and Hittite ages in the inner region, and we can look for answers to these issues. In the first period excavations, Eskiyapar had mentioned Middle Hittite level as well as Old Hittite and Imperial levels. In the third period excavations that started in 2010, an independent level belonging to the Middle Hittite began to distinguish itself with its finds. It is understood that the settlement in Eskiyapar continued uninterrupted in this process and structures such as the building “A” were subjected to strong destruction. In this phase, as the high-quality pottery of the Old Hittite began to decrease, the embossed cult vase concept continued. The rise of rituals, sacrifice voters, the increase of external danger, the pressures imposed by the Kasha groups on the region may have caused an inward closing process. It is also interesting to mention Kashka on tablet “A” in 2010. Therefore, it is important that the new finds of the “A” structure in 2016-2017 are evaluated in this context and evaluated within the Middle Hittite Period.

Muğla ve Çanakkale İlleri Yüzey Araştırması

İsmail Özer – Mehmet Sağır – İsmail Baykara – Berkay Dinçer – Başak Koca Özer – Serkan Şahin

ORCID: 0000-0001-5910-42160000-0003-3057-06480000-0002-3778-02610000-0001-8240-59730000-0002-3171-15990000-0002-5137-805X

Sayfalar: 253-262

İnsan türlerinin iklimsel değişimleri takip ederek yaptığı yayılımlar sırasında hangi güzergahları izledikleri Antropolojinin en önemli konularından biridir. Bu göçlere kanıt oluşturacak olan yaşam alanlarının nerelerde olduğunun tespit edilmesi için pek çok araştırma yapılmaktadır. Afrika, Asya ve Avrupa kıtaları arasındaki konumu dolayısıyla Türkiye bu konunun araştırılması açısından kritik öneme sahip bir bölgedir. Pleistosen insanlarının yayılım alanlarının ortaya çıkarılması kapsamında Muğla ve Çanakkale İllerinde 2012-2017 yılları arasında yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiş ve Pleistosen döneme ilişkin yontmataş alet buluntuları içeren 40 lokalite tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra araştırmalar sırasında 25 mağara tespit edilmiş ve bunlar içerisinde İnkaya Mağarası (Çanakkale)’nda kazı çalışmaları başlatılmıştır. İlk sonuçlar göstermektedir ki İnkaya Mağarası çok yoğun bir insan yerleşimine sahiptir. Bu çalışmada Muğla ve Çanakkale’de 6 sezondur devam eden arazi çalışmaları ve bu çalışmalarda elde edilen bulgular ışığında Batı Anadolu’daki fosil insan izleri tartışılmaktadır.

It is one of the most important issues of Anthropology is the routes through which human species follow climatic changes during these distribution. Researches are being done to determine where living is likely to be evidenced during these migrations. Due to its position between Africa, Asia and Europe continent, of the Turkey is a critical prescription region for the investigation of this issue. For this purpose, survey investigations were carried out between 2012 and 2017 in Muğla and Çanakkale provinces within the scope of revealing the dispersals of the Pleistocene humans, and 40 locality finds containing the chipped stone tool finds related to the Pleistocene period. Furthermore during these researches, 25 caves were found and one of these is İnkaya Cave an excavation was conducted in Çanakkale. Preliminary results showed that in İnkaya Cave very rich human settlement. 6 field surveys in Muğla and Çanakkale and the fossil human traces in Western Anatolia are discussed in the findings obtained in these studies.

30. Yılına Doğru Ayanis Kazıları ve Urartu Arkeolojisi

Mehmet Işıklı – Vedat Sezer

ORCID: 0000-0001-6205-41170000-0001-9518-9376

Sayfalar: 263-294

MÖ 9. yy’da Van Gölü Havzası merkezli kurulmuş olan Urartu Krallığı, Doğu Anadolu Bölgesinin ilk merkezi siyasi otoritesidir. Urartu Krallığı üzerine ilk araştırmaların 18.yy’da başladığı kabul edilir. Bu süreç aynı zamanda Doğu Anadolu Arkeolojisinin de başlangıcıdır. Geride kalan 200 yıla yakın zaman içerisinde çeyrek aşırı aşındıran kazı sayısı çok azdır. Söz konusu Urartu Arkeolojisi olduğunda Ayanis Kalesi Kazıları sistematik ve uzun soluklu kazılar arasında önemli bir noktada yer almaktadır. Ayanis Kalesi, Urartuların bilinen son büyük kralı II. Rusa (MÖ 685-645) tarafından başkent Tuşpa’ya 38 km uzaklıkta yaptırılmıştır. Konumu ve dini mimarisinin özel olması ile dikkat çeken Ayanis Kalesi günümüze değin Urartu Arkeolojisine çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1989 yılında Prof. Dr. Altan ÇİLİNGİROĞLU tarafından başlatılan kazı çalışmaları ile beraber çekirdek tapınak (cella), batı ve doğu depo yapıları, evsel mekânlar, sur duvarlarının bir kısmı, dış kent yapıları gibi Urartu mimarisi, ekonomisi, toplum yapısı ve dini hakkında bilgi edinmemizi sağlayan birçok alan açığa çıkartılmıştır. Kalede çalışmalar 2012 yılından bu yana Prof. Dr. Mehmet IŞIKLI tarafından yürütülmektedir. II. Dönem kazı çalışmaları yoğun olarak önceki dönemlerde kazılmış olan alanları koruma ve yenileme üzerine odaklanmaktadır. Bununla beraber kalenin batı ve kuzey sur sistemini anlamaya yönelik çalışmalar gerçekleştirilmiştir. 2014 yılından bu yana tapınak alanında devam eden çalışmalar sırasında Urartuda tek örnek olan Podyumlu Salon ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu yapı Urartuların dini, siyasi ve toplum yapısını anlamaya yönelik yeni bakış açıları geliştirilmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu çalışmada Ayanis Kalesinin 30 yıla yaklaşan sürecinde kalenin Urartu Arkeolojisine katkıları, yeni dönem kazıları ile beraber gerçekleşen hedefler ve Urartu Arkeoloji adına sorulması-açılanması gereken yeni sorular ele alınacaktır.

Ankara İli Miyosen ve Pleistosen Dönem Antropoloji Araştırmaları

Mehmet Sağır – İsmail Özer – İsmail Baykara – Seçil Sağır – Serkan Şahin

ORCID: 0000-0003-3057-06480000-0001-5910-42160000-0002-3778-02610000-0001-9291-84060000-0002-5137-805X

Sayfalar: 295-312

Anadolu’nun coğrafi konumu itibari ile Paleolitik dönemden günümüze insanlar tarafından iskan edildiği ve birçok uygarlığa ev sahipliği yaptığı bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya konulmuştur. Yapılan her yeni araştırma yeni bulgu ve buluntuları da gün ışığına çıkarmaktadır. Türkiye’nin başkenti olan Ankara çevresinde yapılan araştırma ve arkeoloji kazılar sonucunda Paleolitik dönemden kalma taş aletlerin ortaya çıkarılmış olması, kentin geçmişinin yazılı tarihten çok öncelere uzandığını göstermektedir. Türkiye’de, tarih öncesi insan hareketleri ve izlerini sürmek amacıyla Ankara ve çevresinde gerçekleştirilen 2017 yılı araştırmalarında Paleolitik döneme ait yeni buluntular ve alanlar tespit edilmiştir. Ankara’nın Elmadağ, Gölbaşı, Bala, Kalecik, Çankaya ve Kahraman Kazan ilçelerinde gerçekleştirilen araştırmada, tipolojik olarak Alt ve Orta Paleolitik döneme ait olan çok sayıda iki yüzeyli alet, çekirdek, Levallois uç, kenar kazıyıcı, dilgi ve yonga gibi buluntulara ulaşılmıştır.

Scientific researches have revealed that Anatolia has been inhabited by humans and it has hosted many civilizations since the Paleolithic period until today due to its geographical location. Every new research brings new findings to light. In Turkey, in 2017 studies which are conducted with the aim of tracking prehistoric people’s movements and tracks in Ankara and its region, new findings and areas are detected in respect of Paleolithic period. In the research which was conducted in Ankara’s Elmadağ, Gölbaşı, Bala, Kalecik, Çankaya and Kahraman Kazan districts, many biface, core, Levallois point, edge scraper, blade and shiver typologically belongs to the Lower and Middle Paleolithic period were found.

Neolitik Dönem Anadolu Mezar Sistemlerinden Çarpıcı Bir Örnek: Körtik Tepe

Muammer Özdemir

ORCID: 0000-0003-3392-0519

Sayfalar: 313-344

Körtik Tepe, insanın yaşam serüveninde verdiği mücadelenin ve kazanımların adıdır. Bereketli Hilal’in bereketini olabildiğince iyi kullanan, coğrafyaya zekasıyla, yetenekleriyle tüm imkansızlıklara rağmen hükmetmenin yansımasıdır. Körtik Tepe, Neolitik dönem Anadolu yaşamında hem soyut düşünen insanların ispatı hem de inançlı insanların toplandığı bir merkezdir. Yaklaşık 12.000 yıllık süreçte medeniyete olan katkıları asla göz ardı edilmemelidir. Ölü gömme alışkanlıklarındaki öncülükleri, bariz güzellikleri ve özellikleri ile yaşadıkları coğrafyayı bir adım öne çıkarmaktadır. Ölü hediyeleri, gömme teknikleri, biçimleri, türleri ve pek çok açıdan özellikleri ile yakından takip etmeye değer bir Neolitik merkezdir. Bu çalışmada genel hatlarıyla eldeki veriler ışığında(kazılar devam etmektedir) ölü gömme alışkanlıkları anlatılmaya çalışılacaktır.

Kortik Tepe is the name of mankind’s struggle within life and his gains. It is the reflection of human being’s having benefited from Fertile Crescent’s fertility as far as possible and means his having governed the geography with all his intelligence and talent despite all impossibilities. Kortik Tepe is a centre which is both the proof that people thinking abstractly lived and believing people gathered in Anatolia in the Neolithic Age. Within the approximately 12.000 year process, it contributed to the civilization significantly. Its leading role in burial styles, apparent beauties and features make this geography remarkable. It is a Neolithic centre worth following with gifts for the dead, burial customs, styles, types and with its many other features. In this study, the burial customs in this centre are explained in the light of the data obtained so far (excavations still go on).

Zencan ve Hemedan Bölgelerinin Arkeolojik Kültürü Üzerine Bazı Görüşler

Ramil Rüstemov

Sayfalar: 345-368

Makale, Güney Azerbaycan’ın Zencan ve Hemedan bölgelerindeki maddi kültür tarihini incelemektedir. Araştırmanın yürütülme nedeni, Fars araştırmacıların Güney Azerbaycan’ın tarihi ve kültürel anıtlarını İran kültürü olarak algılaması ve Türk kültürünü görmezden gelmesidir. Bu nedenle, makalede yazar önce atalarımız tarafından yaratılan maddi kültür zenginliklerinin tiplerini incelemiştir. Tarihsel olarak, Zencan ve Hemedan’dan gelen göçmenler Kuti, Lulubi, Hurri, Manna, Matiyin, Cassi, Urartu, Saspir, Kaspiys, Alban, Maskut, Sak gibi etnisiteye daha yakın olmuş yerli ahali ile birlikte yaşadıkları bölgede tanınmış bir kültür ve iktidar tesis etmişler. Bin yıl boyunca bulunan ve dünyanın kültürel hazinelerine dahil olan zengin kültürel miras şu anda müzelerde bir Fars mirası olarak korunmaktadır. Bu eksikliği ortadan kaldırma gereği, Zencan ve Hemedan’ın özellikle zengin materyal ve kültürel değerlerinin evrim tarihi, bununla ilgili tipolojik terimlerin detaylı ve kapsamlı araştırıldığı bir çalışmada bilimsel bir merkezin oluşturulmasının kaçınılmaz olduğu vurgulanmıştır. Müzeler ve Avrupa, Asya ve Amerika’daki kişisel koleksiyonlarda yer alan bu nadir eserlerin çoğu, yabancı gezginler, tüccarlar, diplomatlar, bilim adamları ya da farklı kişiler tarafından ele geçirilmiştir.

The article is devoted to the examination of the material cultural history of South Azerbaijan in the Hamadan and Zanjan regions. However, Persian researchers are examining the historical and cultural monuments of southern Azerbaijan as Iranian culture, and Turkish culture is insistently refuted. For this reason, in this article, the writer first examines the types of material cultural riches created by our ancestors. Historically, the immigrants from Hamadan and Zanjan, together with the ethnic minority, Kuti, Lulubi, Hurri, Manna, Matiyin, Cassi, Urartu, Saspir, Kaspiys, Alban, Maskut, Sak, Ishur and other communities and masses have established a well-known culture and power in the region they live in. The rich cultural heritage that has been in existence for over a thousand years and belongs to the cultural treasures of the world is now preserved as a legacy of Fars in the past. In a study in which the typological terms are studied in detail, it is suggested to establish a scientific center in terms of the necessity of eliminating this shortcoming, especially the evolution of rich material and cultural values of Hamadan and Zanjan. Many of these rare pieces distributed to museums and personal collections in Europe, Asia and America were seized by foreign travelers, merchants, diplomats, scientists and differen persons.

Nysa Sütunlu Caddesi (Cadde 1 / Plateia)

Serdar Hakan Öztaner

ORCID: 0000-0002-8284-6792

Sayfalar: 369-390

Aydın ili, Sultanhisar ilçesi sınırları içerisindeki Nysa antik kenti Hellenistik Dönemde kurulmuş olup zor bir topografya üzerine inşa edilmiştir. Nysa kentini, bir dönem eğitimini Nysa’da sürdürmüş olan Amaseia / Amasya’lı coğrafyacı Strabon (MÖ.64-MS.21), Geographia adlı eserinde “…Mesogis’in eteğinde, sel sularıyla meydana gelmiş bir boğazla ikiye ayrılmış çifte kent” olarak tanımlamaktadır. Nysa antik kentinin şehir planlaması ve cadde – sokak sistemi üzerine gerçekleştirilen kazı çalışmalarıyla önemli sonuçlar elde edilmiştir. Nysa’da birbirini dik kesen ve birbirine paralel, orthogonal sistemde inşa edilmiş cadde sokak sisteminin ana omurgasını doğu-batı doğrultusunda uzanan Cadde 1 / Plateia oluşturmaktadır. Kentin doğu yakasında 2013- 2016 yılı kazı çalışmalarıyla açığa çıkarılan Sütunlu Cadde (Cadde 1 / Plateia) 9.5 m genişliğiyle kentin en geniş caddesidir. Söz konusu caddenin sütunlu mimarisi ve caddede ele geçen yazıtlar, Nysa kent tarihi, şehirciliği ve mimarisi açısından önemli verilere ulaşılmasını sağlamıştır. Nysa Sütunlu Caddesi’nde ve caddenin kenarları boyunca açığa çıkarılan mekânlarda ele geçen arkeolojik ve epigrafik malzemenin değerlendirilmesi bu bildirinin konusunu oluşturmaktadır. Roma İmparatorluk Dönemi’nde yoğun olarak kullanılan Batı Anadolu’nun kıyı ve iç bölgeleri arasındaki ulaşımı ve ticareti sağlayan ana yol güzergahı üzerinde bulunmasıyla gelişerek Asia Eyaletinin önemli bir kenti durumuna gelmiş olan Nysa’nın şehir planlaması oldukça dikkat çekicidir. Bu bildiride doğu – batı doğrultusunda uzanan, kentin iki yakasını köprü üzerinden bağlayan, anıtsal ve törensel nitelikteki sütunlu ana caddenin Nysa’nın ticari, sosyal, kültürel yaşantısına dair etkileri ile cadde sokak sisteminin oluşturduğu insula / yapı adalarıyla olan ilişkisi bütüncül bir şekilde incelenmektedir.

Located in the Sultanhisar district of Aydın province, the ancient city of Nysa was established in the Hellenistic period on a challenging topography. Amaseian geographer Strabo (64BC-21AD), who at one point was trained in Nysa, described the city in his Geographia as “situated near Mt. Mesogis… a double city …divided by a torrential stream that forms a gorge”. Excavations have revealed important results on the urban planning and street system of Nysa. The spine of the orthogonal system found in Nysa is the east-west aligned Street 1 / Plateia. The colonnaded street (Street 1 / Plateia) excavated in 2013-2016 on the eastern side of the city is Nysa’s widest street with 9.5m width. The colonnaded architecture as well as inscriptions that excavations revealed provided significant data on the urban history, planning and architecture of the city. Archaeological an epigraphical evaluation of Nysa’s Colonnaded Street and spaces excavated along this street are the subject of this article. Nysa developed into a significant city of the Asian province during the Roman Empire due to its location on the much-frequented Western Anatolian route that enabled transportation and commerce between the seaside and inland regions. As such, Nysa’s urban planning is quite noteworthy. This article makes a holistic evaluation of the commercial, social and cultural impacts of the east-west aligned main street, which connects the two sides of the city with a bridge and has monumental and ceremonial roles, and its relationship with the insulae created by the street system.

Çine-Tepecik Höyüğü: Batı Anadolu’nun Kültürel Dinamiklerine Katkısı ve Etkileşimler

Sevinç Günel

ORCID: 0000-0001-9455-5135

Sayfalar: 391-404

Büyük Menderes Nehri’nin oluşturduğu doğal yollar, tarihöncesi dönemlerden itibaren bölgenin kültür tarihinin şekillenmesinde önemli bir faktör olmuştur. Menderes’in doğal uzantılarından Çine Çayı’nın doğu kenarında, ovada yer alan Tepecik Höyüğü, Kalkolitik Çağ’dan Tunç Çağları sonuna değin uzun bir zaman dilimine yayılan yerleşim sürecini yansıtmaktadır. Bu kültürel gelişimde, yerleşime ait tarıma dayalı ürünlerin depolandığı kaplar, öğütme taşları, dokuma tezgahlarına ait ağırlıklar, taş aletler ve ayrıca pişmiş toprak ve mermer figürinler, erken toplumların sosyal yaşamlarının ve inançlarının anlaşılmasını sağlamaktadır. Yontmataş endüstrisinde Ege ve Orta Anadolu kökenli obsidyenlerin varlığı ise, bölgelerarası ticarete dayalı ilişkilerin Kalkolitik Çağ’dan itibaren başlayarak her dönem etkin olduğunu göstermiştir. Höyükte, Erken Tunç Çağı’ndan itibaren sosyal organizasyona dayalı bir yerleşim ve ölü gömme geleneğine ışık tutan mezarlar ve mezar eşyaları, sosyal statünün daha net anlaşılmasını sağlamaktadır. Yerleşim süreci, Orta Tunç Çağı’nda ve Geç Tunç Çağı’nda, mimari, seramik ve metal buluntularına yönelik yenilikleriyle takip edlmektedir. Özellikle Geç Tunç Çağı’na tarihlenen savunma sistemine sahip yerleşim, kulelerle güçlendirilmiş bir kent planı vermektedir. Surla çevrilmiş olan yerleşmede, ürünlerin depolandığı iri pithosların bulunduğu depo birimleri, işlik ve dokuma endüstirisine ışık tutan atölyeler, gelişmiş bir ekonomik sistemin varlığını ve aynı zamanda çevre kültürlerle olan ilişkilerini ortaya koymaktadır. M.Ö. 2. Binde, yerel idari sisteme bağlı olan ekonomi ve ticarete dayalı bir uygulamayı mimari kalıntılar ve mimariyle bağlantılı ele geçen yerli kaplar ve Miken boya bezeli kaplar desteklemektedir. Pithosların belli bir düzende yerleştirildiği depolar, kentin ürün ihtiyacının yanı sıra olası yakın bölgelere de dağıtımın yapıldığını düşündürmektedir. Ekonomik sistemin yerel idarenin yönetiminde yürütüldüğünü, depo yapısında pithoslarla bir arada ele geçen Hitit İmparatorluk dönemine ait hiyeroglifli mühür baskıları göstermiştir. Mühür baskıları, Hitit krallarının Batı Anadolu üzerindeki etkilerinin anlaşılmasına ve bölgenin tarihi coğrafyasına katkı sağlamaktadır. Bu bağlamda, Tepecik, Orta Anadolu’da Hititlerle olan bağlantısını diğer taraftan ise, Ege dünyasında Miken kültürünün etkilerini yansıtan bir kent yapısıyla, bölgenin kültür tarihine katkı sağlamaktadır.

Seramik Bulguların Işığında Nahçıvan’daki Tunç Çağı Kültürü

Toğrul Halilov

ORCID: 0000-0002-3703-8315

Sayfalar: 405-430

Makalede seramik bulguları ışığında Nahçıvan’daki Tunç çağı kultürü öğrenilmiştir. Seramik ürünleri boyutu, biçimi, üzerindeki desenleri, yapıldığı malzeme ve teknolojisine rağmen birbirinden farklıdır. Nahçivan seramikçilerinin yapmış olduğu kil kaplar sofra ve ya mutfak seramiği olmak üzere iki gruba ayrılıyor. Seramiklerin süslenmesinde cizme, basma, fırçalama vb. gibi teknik yöntemler kullanılmıştır. Kapların süslenmesinde “S”, “M”, boynuz, vb. gibi çeşitli işaretler, spiral, zikzak, svastika, açılar, dalgalı, düz çizgili, üçgen, dörtgen vb. gibi geometrik desenler kulanılmıştır. Onlar bazen tek, bazen diğer resimlerle birlikte çizilerek basit ve bileşik konuludur. Süslemede kullanılan her bir desende seramikçilerin sanatkarlık yeteneği yanı sıra zevki, dini-ideolojik görüşleri önemli yer tutuyor, derin anlamı vardır. Süslemede kullanılan desenlerin bir grubu yerel özellik taşır. Bir grup desen geniş yayılmıştır. Onların benzerleri Güney Kafkasya ve Ortadoğu’daki aynı çağın yapılarında, Urmiye Havzası ve Doğu Anadolu’nun arkeolojik materyelleriallarında bulunmuştur.

The article studies ceramic products based on the culture of the Bronze Age in Nakhchivan. It was defined that pottery was one of the ancient craftsmanship areas in Nakhichivan. The pottery products differed from one another in their size, shape, ornaments on them, the material the were made of and the technology. The pottery products made by Nakhichivan potters were divided into two groups-welfare and kitchen ceramics. Their similar monuments in the South Caucasus and the Middle East in the same period, the archaeological materials found in the Urmia basin and Eastern Anatolia. In the decoration of ceramics technical methods have been used. “S”, “M”, horn, etc. Various signs, spiral, zigzag, swastika, angles, wavy, straight line, triangle, quadrilateral and so on. Geometric patterns are used. They are sometimes simple, sometimes compounded by drawing together with other pictures. In each design used in decoration, ceramics have a profound meaning as well as artistry ability, taste, religion-ideological views are important place. A group of patterns used in decorate is a local feature. A group of patterns spread widely. Their similar monuments in the South Caucasus and the Middle East in the same period, the archaeological materials found in the Urmia basin and Eastern Anatolia.

BİLDİRİLER - SEKSİYON II (ROMA VE BİZANS TARİHİ VE MEDENİYETİ)

Semboller Üzerinden Tarihçilik: Nümizmatik Verilerinin Işığında Roma’nın Asya Vilayetinde Ekonomi ve Propaganda (MÖ II. – MS I. YY)

Anastasiya Baukova

Sayfalar: 431-440

Asya vilayeti askeri ve politik olaylar bakımından zengin olmasından başka Roma Devleti açısından kritik sahalarından biriydi. Yerel sikke kesme faaliyetleri incelenerek, yeni değerlerin ekonomisi ve propagandası, Anadolu topraklarındaki ticari kuruluşların Akdeniz’deki Roma ekonomik sahasına açılmaları gözlemlenebilmektedir. Bu dönemde öne çıkan özellik olarak bir zamanlar Bergama Krallığına aitken sonra artık birer Helenistik kent olan yerleşim merkezleri, kendi paralarını da dolaşımda tutarak yerel ve bölgesel ticaretin, zanaatın ve kültürün merkezi durumuna gelmeleri zikredilebilir. Bu durum, buraların birer Roma taşrası haline gelmesi sürecini etkilemiştir. Kesilen sikkeler devlet adamlarının veya bir takım değerlerin propagandası ve yeni ele geçirilen yerlerin halklarına tanınan hoşgörünün anlatılması için önemli bir rol üstlenmişlerdi. Bu sikkelerin incelenmesi genel olarak imparator kültünün izlerini, askeri başarıları, ele geçirilen iktidarın meşrulaştırılması gayretlerini, ayrıca eski Bergama Krallığı halkının yaşamının romantize edilmesini, tersine kültürel etkileşimleri gözlemlemeye izin vermektedir.

Провінція Азія була однією з ключових територій для римської держави. Економіку і пропаганду нових цінностей, інкорпорацію малоазійських територій до середземноморського римського економічного простору можна вивчати на основі місцевого карбування. Оcобливістю економічного та політичного життя провінції Азія стало і концентрація імперіального (загальнодержавного) карбування в Ефесі та Пергамі при збереженні права карбування місцевої монети в інших містах. Монети в цей період відігравали важливу роль пропаганди цінностей того чи іншого діяча і, не будучи витворами мистецтва були найпрактичнішим засобом прояву лояльності чи способом заохочення місцевого населення. Вивчення монет загалом дозволяє простежити і важливі ознаки розвитку імператорського культу, пропаганди військових успіхів та і легітимізації влади, висвітлити аспекти романізації населення колишнього Пергамського царства та зафіксувати зворотні культурні впливи.

Constantine Coins in Dardania – Kosovo

Arben Arifi

Sayfalar: 441-464

Constantine is known as one of the most successful emperors that history knows. He changed the waters of European civilization by extending life to Rome for one another millennium. For many scholars a New Rom headquartered Constantinopolis, the city that takes his name. He’s known as one of the greatest reformers in many fields, such as religious policy, military reform, administrative reforms, and especially fiscal policy, launching his famous solidus whose application saved the Roman Empire from its destruction and breakthrough. His coins have thousands of thousands of numismatic studies, but his coins have not yet been studied in the entire territory of the Roman Empire. Interestingly, in his birthplace in Dardania, a place of miners from Roman times, a territory that corresponds to today’s Kosovo whose people are descendants of Constantine, there is no numismatic study of Constantine’s coins. As a region the territory of Kosovo is very rich in currency, but very little has been researched in archaeological field. This paper will present a general overview of Constantine’s coinage in Kosovo-Dardania part.

IV. Yüzyıl Başlarında Roma İmparatorluğunda Heretikler ve Hizipçiler

Erkan İznik

ORCID: 0000-0003-4942-9556

Sayfalar: 465-488

İmparator Konstantin (306 – 337) dönemi, pagan Roma’nın Hıristiyan Roma’ya doğru evrilmesinde önemli gelişmelerin yaşandığı bir basamaktır. Bu dönemle ilgili yapılan araştırmalarda en çok tartışılan konuların başında, Konstantin’in ne kadar inançlı bir Hıristiyan olduğu gelmektedir. Kullanılan kaynaklar ve ideolojik yaklaşımlar çerçevesinde bu sorulara araştırmacılar kendilerine göre sonuçlara ulaşmışlardır. Bu bildirinin konusu aynı dönemdeki benzer tartışma üzerinden giderek, hem Hıristiyanlığın farklılaşmasına neden olmuş ve bir süre sonra “heretik” ya da “hizipçi” olarak adlandırılmış hareketleri genel hatlarıyla ortaya koymak hem de bütün bu dinsel / politik karmaşa içinde Konstantin’in neden bir “doğru inanç” kavramı peşinde olduğunun yanıtını aramak olacaktır. Bazıları dönemin tanıklığını da yapmış Hıristiyan yazarlarının sübjektif nitelikli eserleri yanında, çağdaş araştırmalar ışığında teolojik yaklaşımlardan uzak tarihsel ve kültürel bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır.

Emperor Constantine’s era (306 – 337) is a crucial period for the transition of the Roman Empire from pagan to the Christian. The most controversial problem, related with the studies about this period, whether the emperor Constantine is great believer or not. Researchers or academicians come to different conclusions, which depends on their historical sources or their ideologies. This paper focuses on not only the similar problem about the emperor Constantine, but also the heretics and schismatic movements that differentiate the Christianity and after a while force the emperor to seek an “orthodox belief” in a religious / political chaos. Except for the theological approaching, paper tries to make a historical and cultural evaluation by using either subjective works of the Christian writers, some of whom are the contemporary authors or the modern researches.

Kösedağ Bozgununun Bizans Kaynaklarındaki Yansımaları

Yusuf Ayönü

ORCID: 0000-0003-2255-9617

Sayfalar: 489-496

1243 yılı Temmuz’unda Baycu Noyan kumandasındaki Moğol ordusu karşısında uğranılan Kösedağ bozgunu hiç şüphesiz Türkiye Selçuklu Devleti tarihindeki en önemli olaylardan birisidir. Bu tarih, 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından kurulan Türkiye Selçuklu Devleti’nin Moğol hâkimiyeti altına girmesi dışında devletin yıkılmasına sebep olan gelişmelerin başlangıcını simgelemektedir. Anadolu’da Moğol hâkimiyetinin başlaması Selçuklu-Bizans ilişkilerine de farklı bir boyut kazandırmıştır. Her iki taraf için de tehlike oluşturan Moğol tehdidi Selçuklu-Bizans yönetimlerini yakınlaştırmış ve taraflar arasında Moğollara karşı ortak hareket edeceklerine dair bir antlaşma imzalanmıştır. Bu tarihten sonra Bizans, Selçuklular için Moğollara karşı bir müttefik ve onlarla anlaşmazlığa düşerek ülkesini terk etmek zorunda kalan sultanlar için bir sığınak haline gelmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti’nin kaderini değiştiren bu bozgunun İslâm kaynaklarındaki kadar olmasa da Bizans kaynaklarında da bir takım yansımaları olmuştur. Hiç şüphesiz Bizans yazarlarının bu meseleye ilgi göstermesinin tek sebebi Selçukluların komşu ve sınırdaş bir devlet olması değildir. Selçukluları hâkimiyetleri altına alan Moğolların kendi devletleri açısından da bir tehdit oluşturabileceklerini düşünüyorlardı. Bu bildiri de Kösedağ bozgununun devrin Bizans kaynaklarındaki yansımaları üzerinde durulacaktır.

The defeat of Kösedağ experienced in July 1243 against the Mongolian army under the command of Baycu Noyan is certainly one of the most significant events in the history of the Turkish Seljuk Empire. This date doesn’t only mean that Turkish Seljuk Empire, which was founded by Suleiman ibn Qutulmish in 1075, came under the domination of the Mongolians but also indicates the beginning of the events which triggered the process that eventually led to the collapse of the Empire. The beginning of Mongolian dominance in Anatolia carried Seljuk-Byzantium relationships to a different dimension. The Mongol threat over both parties led to closer Seljuk-Byzantium relationships and the parties signed an agreement stating that they will act in cooperation with each other against the Mongolians. After that date, Byzantium Empire became an ally for the Seljuk Empire against the Mongolians and a shelter for the sultans who had to leave their country after getting in conflict with them. This defeat, which shaped the destiny of the Turkish Seljuk Empire, had some reflections on Byzantine sources, though not as much as the Islamic sources. Certainly, it wasn’t only because of the fact that Seljuk Empire was a bordering neighbor country that the Byzantine authors were interested in this issue. They were afraid that the Mongolians, who had taken the Seljuk Empire under their control, could be a threat to their own country, as well. This bulletin will discuss the reflections of the Defeat of Kösedağ on Byzantine sources.

BİLDİRİLER - SEKSİYON III (SANAT TARİHİ)

Damat İbrahim Paşa’nın Bânîsi Olduğu Nevşehir Çeşmeleri

Adem Sevim

ORCID: 0000-0002-0394-781X

Sayfalar: 497-528

Tarih öncesi çağlardan beri yerleşim yeri olan Nevşehir bu coğrafyada yaşamış uygarlıklar ve bırakmış olduğu eserler bakımından oldukça dikkat çekicidir. Farklı din ve etnik kültürlerin Nevşehir ve çevresinde inşa ettiği tarihi eserler ise, ilin tarihi dokusu hakkında araştırmacılara fikir vermektedir. Özellikle Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın Sadrazam olmasıyla birlikte Nevşehir İli önemli yapılarla adeta ihya edilmiştir. Bu eserlerin çoğu günümüz araştırmacıları tarafından incelenmiştir; ancak diğer yapılarla kıyaslandığında daha fazla yok olmaya yüz tutan çeşmeler hakkında ayrıntılı bir çalışma görülmemektedir. Türk-İslam dönemi su mimarisinin en sanatsal yapılarından olan çeşmeler; plan-mimari düzenlemeleri ve süsleme özellikleriyle inşa edildikleri dönemlerin özelliklerini yansıtırlar. Nevşehir ve çevresinde yaptığımız inceleme ve saha çalışmalarında Nevşehir İlinde Damat İbrahim Paşanın yaptırdığı beş adet çeşmeye rastlanılmıştır. Bu çalışmada Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı çeşmelerden Kurşunlu Külliyesi I Nolu Çeşme ve II Nolu Çeşme, Orduoğlu Çeşmesi, Bekdik Çeşmesi, Tavukçu Çeşmesi, plan, mimari ve süsleme özellikleri açısından detaylı bir şekilde değerlendirilecektir. Damat İbrahim Paşanın temizliğe ve hayırseverliğe verdiği önemin birer kanıtı olan bu çeşmeler, Sanat Tarihi açısından incelenerek yapısal sorunları ortaya konulacaktır.

Nevşehir where has been a settlement since prehistoric times, is quite striking in terms of the civilizations that lived in this region and the works that it left behind. Historical monuments of different religious and ethnic cultures built in Nevşehir and its surrounding area give an idea to the researchers about the historical texture of the province. Especially, Nevşehir Province has been renovated by important structures with Nevşehirli Damat İbrahim Pasha being the Grand Vizier. Most of these structures have been studied by contemporary researchers but there is no detailed study about the fountains that seem to disappear when compared to other structures. The fountains which are the most artistic constructions of Turkish-Islamic water architecture reflect the features of the era when they were built with plan-architectural arrangements and decorative features. It is encountered five fountains built by Damat İbrahim Pasha in Nevşehir province in our investigation and field work we have done in Nevşehir and its surrounding area. In this study, Kurşunlu Külliyesi number I fountain and number II fountain, Orduoğlu Fountain, Bekdik Fountain, Tavukçu Fountain which were built by Damat İbrahim Pasha will be evaluated in detail in terms of its plan, architectural and decorative features. These fountains which are the evidence of importance of Damat Ibrahim Pasha to cleanliness and charity will be revealed their structural problems examining in terms of Art History.

Eratna Beyliği Taçkapılarında Geometrik Süsleme

Alper Altın

ORCID: 0000-0002-9295-3428

Sayfalar: 529-566

Uygur Türkü Sultan Alaeddin Eratna tarafından kurulan Eratna Beyliği 1327-1381 tarihleri arasında Orta Anadolu bölgesinde hüküm sürmüştür. Başta İlhanlılara bağlı olarak oluşum sürecine giren beylik, daha sonra bağımsızlığını ilan etmiştir. Eratna Beyliği; Sivas, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Çorum, Tokat, Kırşehir ve Amasya gibi egemenliği altındaki şehirlerde pek çok eser bırakmıştır. Günümüzde Eratna Beyliği’nden özgünlüğünü koruyan kırk yedi mimari eser kalmıştır. Ana cepheyi meydana getiren taçkapılar, Türk-İslam mimarisinin her döneminde en önemli mimari eleman olmuştur. Ekseriyetle cephelerin merkezinde karşımıza çıkan taçkapılar, cephe mimarisinin egemen unsurudur. Bundan dolayı yapıların taçkapıları ayrı değerlendirilmelidir. Eratna Beyliği yapılarının sadece yirmi bir adetinin giriş kapısı, taçkapı özelliği göstermektedir. Taçkapılar, diğer beyliklerdeki gibi Selçuklu mimarisi etkisi altında yapılmıştır. Ancak bir takım tezyini ve tasarım olarak yeniliğe girişmişlerdir. Taçkapılarda geometrik, bitkisel, figürlü, yazılı ve mukarnas süslemeler görülmektedir. Kırık ve düz çizgiler, yıldız, çokgen ve diğer formların bir araya gelmesiyle oluşan geometrik kompozisyon taçkapının çeşitli yerlerinin bezemesinde kullanılmıştır. Eratna taçkapılarında yer alan bu kompozisyonlar ve motifler tek tek değerlendirerek Türk-İslam sanatı içerisindeki yeri tartışılacaktır. Selçuklu süsleme anlayışının devamı şeklinde görülse de kendine özgü motif ve kompozisyonlarının varlığı ortaya konmaya çalışılacaktır.

The Eratna dynasty, founded by Uighur Turks Sultan Alaeddin Eratna, had ruled in Central Anatolia between 1327-1381. The dynasty which entered into the process of formation depending on the Ilkhanids, had declared its independence later. Eratna Dynasty; had left many works in the cities under its sovereignty such as Sivas, Kayseri, Niğde, Nevşehir, Corum, Tokat, Kırşehir and Amasya. Today, forty-seven architectural works from the Eratna Dynasty have remained originality. The portals that created the main facade have become the most important architectural element in every period of Turkish-Islamic architecture. Portals, mostly located at the center of the facades, are the dominant element of the facade architecture. Therefore, the portals of the constructions must be evaluated separately. The entrance gate of only twenty-one of the Eratna Dynasty constructions have shown the portal features. The portals were built under the influence of Seljuk architecture as in other dynasties. However, they had attempted to some of innovation in ornament and design. In portals, geometric, vegetal, figurative, inscription and muqarnas ornament are seen. The geometric composition formed by the combination of broken and straight lines, stars, polygons and other forms was used in the decoration of various places of portals. These compositions and motifs in Eratna portals will be evaluated one by one and the place in Turk-Islamic art will be discussed. Although decoration is seen as a continuation of the Seljuk ornamentation concept, but the existence of unique motifs and compositions will be tried to be revealed.

Farkındalığını Yitirmiş Bir Ticaret Yapısı: Şapçı Han

Deniz Tatlıdede Çelik – İzzet Umut Çelik

ORCID: 0000-0002-6176-6144

Sayfalar: 567-594

Şapçı Han, Fatih ilçesi’nde, Eminönü ile Sirkeci arasında yer alan Bahçekapı semti, Hobyar Mahallesi sınırları içerisinde, Yeni Cami’nin hemen arkasında yer almaktadır. Ticaret hanı, çevresini sarmalayan binalar ve mevcut kullanımda yapılan yanlış müdahaleler neticesinde özellikle sahil bandında tüm farkındalığını kaybetmiş adeta görünmeyen hayalet bir yapı hüviyetindedir. Yapının bulunduğu alan Eski Çağda Bizantion’un iki önemli limanının bulunduğu bölgedir. Sınırları kesin olarak bilinmese de Neorion ve Prosforianos Limanları hakkında birçok veri günümüze ulaşmıştır. Bu limanlar uzun süre kullanılmış ve 7.-8. yüzyıllardan itibaren dolmuştur. Limanların dolmasından sonra Haliç girişindeki bu bölge önemli bir ticaret alanı ve iskele olarak kullanılmaya ve İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra da bölgenin arkasında kurulan Kapalıçarşı, hanlar ve bedestenler ile güçlü bir ticari alan olmaya devam etmiştir. Ancak semt ve çevresinin aynı zamanda yoğun bir konut dokusuna da sahip olduğu ve ticaret alanları ile çevresindeki konut dokusunun iç içe olduğu unutulmamalıdır. İstanbul hanları süreklilik gösteren ticaret hayatının ve kent yaşantısının gereklerine cevap verebilecek bir olgunlukla gelişmişlerdir. Ancak bu gelişme 19. yüzyılda duraklamıştır. Bu yüzyılın sonlarına doğru sosyal ve ticari hayattaki gelişmenin gereklerine uyarak klasik han mimarisi yerini gittikçe işyerlerine ya da ofis tipi yapılara bırakmıştır. Böylece köklü han mimarisi 19. yüzyıl sonlarında anıtsal devrini kapatmıştır. Şapçı Han bu hikâyenin anlatı alanlarından biri olarak İstanbul’un mimarlık ve kent tarihindeki yerini her şeye rağmen muhafaza etmektedir. Çalışmanın amacı; hızla kaybolan İstanbul mimari belleğine ait olan ve önemli tanıklıkların yaşandığı bir yapının hem öyküsünü ortaya çıkarabilmek, hem de benzeri az olan Şapçı Han’ın bir an önce bütünsel ve bilimsel bir restorasyon ve konservasyon projesiyle kent belleğine ve ihtiyacına kazandırılması yolunda somut bir katkı ortaya çıkarabilmektir.

Şapçı Inn is located in the Fatih county, Bahçekapı district between Eminönü and Sirkeci, within Hobyar neighborhood, right behind the New Mosque. The commerce inn is a ghostly structure that has almost lost its awareness, especially in the coastal belt, as a result of surrounding buildings and improper interventions of current uses. The building is located is the area where the two most important harbors of Byzantium were located in the Old Age. Although the boundaries are not known precisely, a lot of data about Neorion and Prosporianos Ports have reached the present day. These ports have been used for a long time and have been filled since 7th-8th centuries. This area at the entrance of the Golden Horn continued to be used as a strong commercial area and port after the harbor was filled; and with the Grand Bazaar, the inns and the bedestenes established behind the region after the Ottomans conquered Istanbul. However, it should not be forgotten that the district and its surroundings also have a dense residence texture and that the commercial areas and the surrounding dwellings are intertwined. Istanbul Inns have developed with a maturity that can meet the demands of the continuing trade life and urban life. But this development stalled in the 19th century. Towards the end of this century, classical inn architecture has been increasingly left to workplaces or office-type buildings keeping up with the requirements of social and commercial development. Thus the rooted inn architecture closed its monumental period in the late 19th century. As one of the narrative areas of this story, Şapçı Inn preserves its place in Istanbul’s architectural and urban history despite everything. The aim of the study is to create a concrete contribution to the rapidly disappearing architectural memory of Istanbul and the buildings need with a holistic and scientific restoration and conservation project as soon as possible.

Dolmabahçe Sarayındaki Mukaddes Emanetler

Döndü Çavdar

ORCID: 0000-0001-9408-9437

Sayfalar: 595-622

İslamiyet’in doğuşundan itibaren Müslümanlar tarafından değer verilerek toplanan mukaddes emanetler, İslam tarihi ve sanatları içinde çok önemli ve özel bir yere sahiptir. Halife sıfatıyla Osmanlı padişahları da Hz. Muhammed, diğer peygamberler, sahabeler, İslam büyükleri ve Haremeyn’e ait eşyaların korunmasına, toplanarak İstanbul’a getirilmesine dini, kültürel ve siyasi nedenlerden ötürü büyük önem vermişlerdir. Bunun bir göstergesi olarak da onları Topkapı Sarayı’nda muhafaza etmişlerdir. Mukaddes emanetlerin Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesinde muhafaza edildiği bilgisi herkesin malumu olmasına rağmen Dolmabahçe Sarayı’nda da başkaca mukaddes eşyaların muhafaza edildiği, bunların nitelik ve nicelikleri hakkında literatürde yaygın bir bilgi yoktur. Bu bildiride Dolmabahçe Sarayı’ndaki Mefruşat Dairesi’nin yanındaki kulede 1907 yılında muhafaza edilen 237 adet eser ve eşyanın nelerden ibaret olduğu, nitelikleri ve nicelikleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu eşyalardan bugün müzelerde hâlen var olanları tespit edilmeye çalışılmıştır.

The holy relics, which have been treasured and collected by Muslims since the birth of Islam, occupy a very significant and distinctive place in the history of Islam and Islamic arts. The Ottoman sultans, too, attached great significance, as caliphs, to the protection and preservation of possessions belonging to Prophet Muhammad, other prophets, companions of Prophet Muhammad, Islamic notables and Harameyn, i.e. Mecca and Medina, and their collection and transportation to Istanbul de to religious, cultural and political reasons. They were kept at the Topkapi Palace as an indication of this significance. Although the knowledge that the Holy Relics are kept in the Chamber of Hırka-i Saadet at Topkapi Palace is known by everyone, there is not not common information in the relevant literature about the fact that there are other holy relics kept at the Topkapi Palace, nor is there information about their quantity and quality. This paper dwells on the contents of the 237 relics and items in the tower next to the Furnishings Department at the Dolmabahçe Palace in the year 1907, their qualities and quantities. In addition, an attempt was made to determine those of the items that are still present in museums today.

Amasya Harşena Kalesi ve Kızlar Sarayı Kazılarında Ele Geçen Altın Memluk Sikkeleri Üzerine Düşünceler

E. Emine Naza Dönmez

ORCID: 0000-0002-7130-113X

Sayfalar: 623-638

Amasya kalesi Helenistik dönemde inşa edilmeye başlamıştır. Kale, kentin kuzeyindeki yüksek yamaçlardan, dik bir şekilde Yeşilırmak’a uzanan Harşena Dağı’na kurulmuştur. Helenistik döneme ait sur duvarları, kral kaya mezarlarının önündeki yerde “Kızlar Sarayı” olarak bilinen mevkiinin önünde yükselmektedir. Nehir kenarındaki sur duvarları Roma dönemine tarihlenmektedir. İnşa edildiğinden beri birçok uygarlığın, tamiratlar ve yeni eklemelerle kullandığı kale, üç ana bölümden oluşur. Yukarıdan aşağıya doğru Harşena Kalesi denen Yukarı Kale, altta kral kaya mezarlarının önündeki alan Kızlar Sarayı denilen kale teras ve Aşağı Saray olarak adlandırılan günümüzde Hatuniye Mahallesi’nin olduğu yerdir. Amasya Harşena Kalesi ve Kızlar Sarayı Kazısı, 2009 yılından beri devam etmektedir. Kazılar iki alanda yürütülmektedir. Bunlardan biri “Harşena” olarak adlandırılan yukarı kale de diğeri ise kral kaya mezarları önünde yer alan “Kızlar Sarayı” mevkiinde yapılmıştır. Harşena Kalesi’nde top kulesi mevkiinin kuzeyindeki alanda gerçekleştirilen kazılarda, Osmanlı öncesine ve Osmanlı dönemine tarihlenebilen iki farklı kültür evresi ile arazinin topografyasına uyumlu olarak gelişen, teraslama sistemine göre inşa edilmiş dört farklı döneme işaret eden mimari yapılaşma tespit edilmiştir. 2015 yılında bu alanda yapılan çalışmalarda kuzey batıda yer alan duvarların önünde Memluk sultanları Kayıtbay (1468-1496) ve Tomanbay (1516-1517) dönemine tarihlenen 4 adet altın sikke ele geçmiştir. Söz konusu sikkeler gerek Amasya tarihi gerekse Osmanlı Memluk ilişkileri açısından önem arz etmektedir. Amasya Müzesi’nde de satın alama yolu ile elde edilmiş iki altın Memluk sikkesi bulunmaktadır. Osmanlı kuruluşundan itibaren Memluklerle siyasi ilişki içinde bulunmuştur. Başlangıçta Memluk sultanlarının unvanların kendilerinden üstün bulurken siyasi güçleri arttıkça bu unvanları eşitlemişler sonrasında kendi unvanlarını yükseltmiş ve sonrasında da Memlukleri kendi topaklarına katmışlardır. Söz konusu bildiri kazıda ele geçen altın sikkeler üzerinden Amasya’daki Memluk izlerini siyasi, ekonomik, sanat açısından değerlendirecektir.

The fortress of Amasya has started to be built in the Hellenistic Period. Fortress has been built on the Harşena Mountain, which spans from the high slopes of the northern city towards the Yeşilırmak. The Hellenistic walls stands before the area known as the “Maiden’s Palace” which is located in front of the rock-face royal tombs. The walls by the riverside is dated to the Roman Period. The fortress, which was repaired and rebuilt by many civilizations since its founding, consists of three sections. These, from up to down are: upper fortress called the Harşena Fortress; the fortress terrace in front of the royal tombs called the Maiden’s Palace and the contemporary Hatuniye Neighborhood which was called the Lower Palace in old. Amasya Harşena Fortress and Maidens’ Palace Excavations are continuing since 2009. The excavation work is implemented in two areas. One of these is the upper fortress called “Harşena” and the other is the the area known as the “Maiden’s Palace” which is located in front of the rock-face royal tombs. In the excavations implemented in the area north of the cannon tower in Harşena Fortress, two different culture layers dated to the Ottoman Empire period and architecture in terracing system built according to the topography in four different periods were uncovered. In the work of 2015 in this area, right in front of the north-western walls, four golden coins dated to the reigns of sultans Kayıtbay (1468-1496) and Tomanbay (1516- 1517) of Memluk Sultanate were uncovered. These coins in question are quite important both in the scope of the history of Amasya and the Ottoman-Mamluk relations. There are also two Mamluk coins in Amasya Museum which were obtained by the acquisition. Right from the foundation Ottoman Empire had diplomatic relationships with the Mamluks. At the beginning while the titles of the Ottoman sultans are inferior to the Mamluks’ in time they became equals and then the Ottoman titles became superior, culminating the annexation of the Mamluk lands into Ottoman territory. In this article we will evaluate the Mamluk Sultanate’s political, economic and artistic traces in Amasya by the aforementioned coins that were uncovered in the excavations.

Diyarbakır’da Gömülü Osmanlı Dönemi Valileri ve Mezar Yapılarının Özellikleri

İrfan Yıldız

ORCID: 0000-0002-1647-8012

Sayfalar: 639-658

Diyarbakır merkezde kurulan uygarlıkların başında Hurrilerin geldiği tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Daha sonra Mitanniler, Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular, Eyyubîler, Moğollar, Safeviler, Akkoyunlular ve son olarak 1515’ten sonra Osmanlılar şehre hâkim olmuşlardır. Jeopolitik konumundan dolayı tarihin her döneminde önemini koruyan Diyarbakır, Osmanlılar Döneminde de ekonomik, sanat ve kültür alanında önemini korumuştur. Diyarbakır, Osmanlılar Döneminde eyalet merkezi olduğundan valiler tarafından yönetilmiştir. Bu valilerin bir kısmı vefat ettikten sonra Diyarbakır’a gömülmüştür. Özdemiroğlu Osman Paşa başka yerde vefat etmiş olmasına rağmen vasiyetinden dolayı cenazesi getirilip Diyarbakır’a gömülmüştür. Diyarbakır’da gömülü olan Osmanlı dönemi valileri Bıyıklı Mehmet Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşa, Zincirkıran Ali Paşa, Çeteci Abdullah Paşa, Şeyhzade İbrahim Paşa, Mehmet Reşit Paşa, Esad Muslih Paşa ve Mahmud Paşa’dır. Diyarbakır’da gömülen bu valillerin bir kısmının mezarları üzerine türbeler inşa edilmiş, bir kısmının mezarları ise baş ve ayak şahidelerinden oluşan sandukalı mezarlardır. Özdemiroğlu Osman Paşa ve Zincirkıran Ali Paşa’nın mezarları üzerine türbe yaptırılmıştır. Diğer valilerin mezarları ise baş ve ayak şahideli sandukalı mezarlardır. Valilerin mezar taşlarında kimlik bilgileri, nerenin valisi olduğu, nasıl vefat ettiği ve vefat tarihi hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bu mezar taşları, üzerlerindeki kitabelerin yanısıra özellikle süslemeleri bakımından da dikkat çekmektedir. Mezarların baş, ayak taşlarında ve sandukalarında bitkisel süslemeler yer almaktadır. Bu süslemeler yöresel olmaları bakımından önem arz etmektedir. Bu çalışma kapsamında Diyarbakır’da gömülü olan bu valilerin valilik yılları hakkında kısaca bilgi verilecek, bunların mezar taşlarındaki kitabeler ile türbelerinin üzerindeki kitabeler hakkında bilgi verilecek ayrıca mezar yapılarının mimari ve süsleme özellikleri anlatılacaktır.

Among many civilizations established in Diyarbakır it is accepted also by historians that Hurrian’s are the in the first place. Hurrian’s are followed by the Mitanni’s, Assyrians, Aramaic’s, Urartian’s, Scythians, Meds, Persians, Macedonians, the Seleucids, the Parthians, the Romans, the Sasanians, the Byzantines, the Omayyad’s, the Abbasids, the Mervani’s, the Seljuk’s, the Artuqids, the Ayyubids, the Mongols, the Safavids, the Akkoynuls and finally in 1515 the Ottomans dominated in Diyarbakır. Due to its geopolitical location, Diyarbakır preserved its significance during every historical period. During the Ottoman period too, Diyarbakır preserved its importance in economy, art and culture. Since the Ottoman Period, Diyarbakir was a province and therefore it was ruled by governors. Some of the governors who ruled here are also buried in Diyarbakır after they passed away. On the other hand, governor Özdemiroğlu Osman Pasha died elsewhere, but due to his bequest his funeral was brought to Diyarbakır and was buried here. The governors who are buried in Diyarbakır after their domain are Bıyıklı Mehmet Pasha, Özdemiroğlu Osman Pasha, Zincirkıran Ali Pasha, Çeteci Abdullah Pasha, Sheikhzade Ibrahim Pasha, Mehmet Reşit Pasha, Esad Muslih Pasha and Mahmud Pasha. On some of the governors graves tombs have were built, but some are just sarcophagus consisting of heads and feet. The tombs of the governors have inscribed tiles; like the name of the governor, his ruling area, how he passed away and the day of his death. Besides the scriptions the tombstones are very attractive in terms of their ornaments. The head and the foot stones of the tombs and the sarcophagi are decorated with floral ornaments. These ornaments are important in terms of being local. Within the scope of this study brief information about governor and his era, the inscriptions on the tombstones and the inscriptions on their tombs will be clarified and the architectural and decorative features of the tombs will be explained.

Göktürk Dönemi Madeni Kapları

J. Özlem Oktay Çerezci

ORCID: 0000-0002-5345-1935

Sayfalar: 659-674

Göktürk Dönemi’ne ait madeni eşyalar arasında kapların yeri oldukça geniştir. Söz konusu kaplar, gündelik kullanımlarının yanı sıra, özellikle ritüel amaçlı olarak varlık göstermişlerdir. Bu görüşü, sözünü edeceğimiz kapların çoğunun bazen ölen kişinin mezarına bazen de taş heykellerin dikildiği temel çukuruna gömülmüş olmaları desteklemektedir. Çoğunlukla gümüş veya altından üretilen bu kapların minyatür boyutlarda olanları da mevcuttur. Biçim bakımından kapların çoğunluğu şişkin gövdelidir. Kulplu ya da kulpsuz örnekler mevcuttur. Kulplu olanların bazıları inci taneli kulpları ile dikkat çekerler. Bazı örneklerde ise kulp ile gövde arasında ya da kulp üzerinde dört yapraklı çiçek ya da rozet süsleme yer almaktadır. Altaylarda Göktürk Dönemi mezarlarının bazılarından elde edilen madeni kaplarda gördüğümüz gibi kulbunun ya da gövdesinin üzerinde yaprak formlu kemer puluna sahip ve kaidesi altında dağ keçi damgalı olanlar özel örnekler arasındadır. Bu tarz tamgalara Göktürk Dönemi yazıtlarında ve kaya resimlerinde rastlanması dikkat çeker. Arkeolojik buluntu olarak ele geçen detaylı biçimde tanıtacağımız Göktürk Dönemi örneklerinin aynı dönem taş babalar ya da kaya resimlerinde figürler tarafından tutulmuş vaziyetteki tasvirlerinin görülmesi ise, onların Göktürkler için ne kadar değerli olduklarını desteklemektedir. Ayrıca bu tasvirler bir çeşit belge olarak kabul edildikleri için, biçimleri bozulmuş şekilde ele geçen kapların tümlenmesine olanak sağlamaktadır.

The metal cups take an important place among metal vessels in Gokturk Period. These cups which we’ll represent in this research, were not only used for daily life but in rituals as well. Most of these cups were found in graves with corps or in the pit of stone statuettes of the same period. And these points support their ritual usage. Metal cups of this period mostly made of silver or gold and some of them have miniature form. Almost all of these cups have bulbous bodies and one handle; some of these handles were decorated with pearl drops. As a characteristic of Gokturk Period the rosette motif on the handle or between the handle and the body take attention on some of them. Again some of the cups of this period has tamgas such as ibex. It is important that we can find these kind of tamgas on some monuments and rock art of this period. We can see Gokturk Period metal cups not only as an archaeological finding but also their representations on rock art or stone statuettes, holding by figures. And because the representations have documentary feature, it is possible to reconstruct the damaged ones.

Denizli İlbadi Mezarlığı Zaviyeleri

Kadir Pektaş

ORCID: 0000-0002-5919-8184

Sayfalar: 675-702

Günümüzde Batı Anadolu’nun önemli şehirlerinden olan Denizli’nin Türklerin eline kesin olarak geçtiği 13. yüzyılın başlarından itibaren ciddi denebilecek bir iskan faaliyetine tâbi tutulduğu anlaşılmaktadır. Şehrin iç kalesinin kuzeybatı yönündeki geniş alan bugün İlbadı Mezarlığı yada Eski Mezarlık adlarıyla bilinmektedir. Kitabesine göre son şeklini 18. yüzyılda aldığı anlaşılan moloz taş duvarlarla kuşatılan bu alanın ilk olarak hangi tarihten itibaren mezarlık olarak kullanılmaya başladığı kesin olarak bilinememekle birlikte mezar taşları en erken 13. Yüzyılın ortalarına işaret etmektedir. Ancak halkın Mehmet Gazi Türbesi olarak bildiği yerde ortaya çıkarılan, planıyla Anadolu Selçuklu medreselerinin düzenlemesini tekrarlayan yapı, bu çevrenin başlarda eğitim amaçlı bir yerleşim olduğunu düşündürmektedir. Mehmet Gazi Türbesi’nin de bulunduğu yapının hemen alt kısmında yine kazı ile ortaya çıkarılan zaviye, bu düşüncemizi desteklemiştir. Temel seviyesinin biraz üzerinde günyüzüne çıkarılan zaviye, tek kubbeli iç mekânıyla Beylikler devri Anadolu zaviyelerinin bir benzeri olarak karşımıza çıkmaktadır. Mezarlığın aşağı kısmında devam eden kazılarda iki zaviye daha ortaya çıkarılmıştır. Plan düzeni itibarıyla birbirine benzeyen bu iki zaviye, kuzey-güney yönde uzanan dikdörtgen planlı uzun ve geniş mekâna bitişen ve aynı yönde konumlanmış daha kısa ikinci mekândan meydana gelen planları ile yine Beylikler dönemi zaviyelerinin farklı bir varyasyonunu tekrarlamaktadır. Kazılar sırasında ele geçen sırlı ve sırsız seramikler ile büyük kısmı anonim sikkeler zaviyelerin son kullanımları için 14. ve 15. yüzyıllara işaret etmektedir. Tarihi kaynaklardan Denizli’de özellikle Ahi zaviyelerinin varlığı bilinmektedir. Ancak Selçuklu ve Beylikler döneminin bu önemli tesislerinden hiçbiri günümüze ulaşamamıştır. Dolayısıyla kazıyla günyüzüne çıkarılan bu yapılar sadece Denizli için değil Anadolu Türk tarihi ve sanatı için de önemli bir yere sahiptir. Bu bildiride ortaya çıkarılan yapılar, küçük buluntularıyla birlikte detaylı olarak tanıtılacak ve Türk Sanatı içindeki yeri karşılaştırmalı olarak açıklanacaktır.

Nureddîn Zengî (v. 569/1174) ve Harran Ulucâmi

Kasım Şulul

ORCID: 0000-0002-4979-1830

Sayfalar: 703-776

Bu tebliğde Nureddin Zengi’nin Harran Ulucami’sini kapsamlı bir onarımdan geçirmesi ve ona iki sahn eklemesi İslâm tarihi kaynaklarına göre ele alınacaktır. Nûreddin Zengi, dindar ve adaletli bir önder olmanın yanında üstün nitelikli bir devlet adamıdır. Siyaset açısından büyük başarılar elde ederken bir yandan da devleti ayakta tutan kurumlar tesis etmiştir. Bu sebeple onun İslâm kurumları tarihinde apayrı bir yeri vardır.

In this paper, comprehensive repair of the Harran Grand Mosque and adding of two hallways in the period of Nūr al-Dīn Zankī will be discussed according to the sources of Islamic history. Nūr al-Dīn Zankī is a high-ranking statesman besides being a religious/godfearing and just leader. While achieving great success in terms of politics, he has established institutions that keep the state alive. For this reason,he has a special place in the history of Islamic institutions.

Artuklu Sikkeleri Üzerinde Figürler

Muhammet Beşir Aşan

ORCID: 0000-0002-7250-5927

Sayfalar: 777-790 

Sikkeler, ekonomik ve sosyal hayatın en önemli göstergeleridir. Bu özelliğinden dolayı tarihi kaynaklar içerisinde ayrı bir önem taşırlar. XII, XIII. ve XIV. Yüzyıllarda Anadolu’da egemen olan Türkmen devletleri kendilerine ait sikkeler darp etmişlerdir. Beyler arasında yapılan anlaşmalara göre bazen birinin, diğerinin üstünlüğünü kabul ettiğini göstermek için, bazen de paraların her iki ülkede geçerliliğini sağlamak amacıyla ortak sikkeler üretmişlerdir. Selçuklu-Eyyübi, Selçuklu-Ermeni, Artuklu-Selçuklu, Artuklu-Eyyübi, Cezire Atabeki-Selçuklu, ArtukluSelçuklu-Eyyübi, Zengi-Eyyübi ve Osmanlı-Saruhanoğlu devletlerine ait ortak sikkeler de kullanılmıştır. Artuklu Beyliği’nde Hısnıkeyfa, Mardin ve Harput gibi şehirler birer ilim ve kültür merkezi haline geldiği gibi, buralarda çok sayıda sikkelerin basıldığı bilinmektedir. Bildiride; Artuklu sikkelerindeki tasvirler ele alınarak, Türk kültürünün evrensellikve hoşgörü anlayışı üzerinde durulacaktır. Araştırmada İstanbul başta olmak üzere bölge müzelerinde yer alan Artuklu sikke kolleksiyonları ve arkeolojik kazılarda ele geçen eserler kullanılacaktır.

Kale-i Tavas Mezarlığında I. ve II. Paftalardaki Osmanlı Geleneğini
Devam Ettiren Cumhuriyet Dönemi Mezar Taşları

Mustafa Beyazıt – Şuayip Çelemoğlu

ORCID: 0000-0003-0684-2383 –  0000-0003-3432-302X

Sayfalar: 791-828

Denizli ili Kale ilçesinde Kavaklıpınar mevkiinde yer alan Kale-i Tavas Mezarlığı, ortasından geçen Denizli-Muğla karayolu nedeniyle Doğu (Yukarı) ve Batı (Aşağı) Mezarlık olmak üzere iki ayrı parselde konumlandırılmıştır. Kale’nin eski yerleşiminde defin için yer kalmaması neticesinde mezarlık olarak belirlenen bu alan, günümüzde de hala kullanılmaktadır. Yukarı ve Aşağı Mezarlık’ta bulunan yüzlerce mezar taşının dönem olarak birbiri içine girdiği görülmektedir. Her iki alanda yüzeylerinde yazının bulunmadığı Türk-İslam öncesi dönemlere ait eski geleneklerin devamı niteliğindeki mezar taşları ve Osmanlıca kitabeli mezar taşları da bulunmaktadır. Bunların yanı sıra özellikle Yukarı mezarlıkta 2015 yılından beri yürütülen çalışmalar neticesinde tamamlanan I.- II. paftalardaki Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sırasında ve sonrasındaki mezar taşlarında Osmanlı geleneği devam ettiren şahideler bulunmaktadır ki bu bildirinin asıl konusunu teşkil edecektir. Mezar taşı çalışmalarında çokta üzerinde durulmayan söz konusu geçiş dönemi ve sonrasına ait mezar taşlarında başlık, tezyinat, form ve ifade bakımından, Osmanlı geleneğinin ne kadar ve ne şekilde devam ettirildiği konuları üzerinde durulacaktır. Özellikle harf inkılâbından sonra mezar taşı kitabelerinde görülen alfabe seçimi ve uygulamaları irdelenecektir. Aynı zamanda yapılan devrimlerin Kale ilçesi gibi küçük bir taşra ilçesindeki yansımalarının yanı sıra kitabelerdeki ifadelerden ölüm ve ölümü kabullenişle ilgili ifadelerin önce ve sonrası karşılaştırılacaktır. Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş sürecinde taşrada bir ilçe mezarlığındaki belli bir döneme şahitlik eden taşlarla, tarihe, sosyolojiye, halk kültürüne ve edebi eserlere katkıda bulunmak hedeflenmektedir.

The Kale-i Tavas Cemetery which settled in the Kavaklıpınar location the province of Kale in Denizli is located in two separate parcels East (Up) and West (Lower) Cemetery due to the Denizli-Muğla highway passing through the middle. This area which is designated as a cemetery is still used today due to the fact that there is no place for burial in the old settlement of the castle. It is seen that hundreds of gravestones in the Upper and Lower Cemetery are intertwined as periods.There are gravestones both of the areas which have no writings on the surface fact that maintains the old traditions belonging to the pre-Turkish-Islamic periods and with Ottoman inscriptions. In addition, during the studies carried out in the Upper Cemetery since 2015, There are gravestones which maintains the Ottoman tradition of transition period from the Ottoman Empire to the Turkish Republic, that it will constitute the main theme of this paper. At the gravestones of this transitional period and the later period which have not been mentioned much in the scientific studies will focus on how and in what way the Ottoman tradition is maintained in terms of head types of the gravestones, ornamentations, shapes and expression of inscriptions. Especially, the alphabet selection and applications seen in the gravestone inscriptions will be examined after the Alphabet Reform. At the same time, it will be compared pre- and post-reforms expressions about the acceptance of the death and death from the expressions in the inscriptions as well as the reflections of the reforms made in the small provincial district like Kale. It is aimed to contribute to history, sociology, folk culture and literary artifacts with stones witnessing a certain turn in a provincial cemetery during the transition from the Ottomans to the Turkish Republic.

Kale-i Tavas Mezarlığı’nda Orta Asya Geleneğiyle Bağlantılı Mezar Taşları – I

Mustafa Beyazıt – Başaran Doğu Göktürk

ORCID: 0000-0003-0684-23830000-0002-5069-1220

Sayfalar: 829-872

Denizli ili Kale ilçesinin eski yerleşim yeri olan Eski Kale-i Tavas/Kale Davaz, 13. yüzyıldan bu yana Türk-İslâm yerleşiminin bulunduğu önemli merkezlerden birisidir. Şehrin Kavaklıpınar mevkiinde ise mezarlık alanı bulunmakta ve bugün ortasından Denizli-Muğla karayolu geçmektedir. Günümüzde hala definlere açık durumdaki Kale-i Tavas mezarlığında, Osmanlı döneminden kalan yüzlerce mezar taşı bulunmaktadır. Bu çalışmada, Kale-i Tavas mezarlığında Orta Asya geleneğiyle bağlantılı ve İslâm öncesi üslupları hatırlatan bir grup mezar taşı üzerinde durulacaktır. Söz konusu mezar taşları, katalog numarası verilerek, fotoğraf çekimleri ve çizimleri yapılarak belgelenmiştir. Taşların yüzeylerinde, damga olarak nitelendirilebilecek işaretler, bazı geometrik şekiller ve kıyafet benzeri formlar görülmektedir. Bunun yanı sıra, mezar taşlarında şekil olarak, insan siluetine benzeyen uygulamalarla da karşılaşılmıştır. Mezar taşlarının genelinde yazı bulunmaması, tarihlendirme konusunu zorlaştırmaktadır. Ayrıca taşların bazılarında mezar taşı sahibinin cinsiyetini belirleyebileceğimiz herhangi bir özellik bulunmazken, bazılarında ise Osmanlı dönemi erkek başlıkları ile birlikte verildiği görülmüştür. Mezar taşlarında Osmanlı dönemi başlıkları ve Orta Asya geleneklerini devam ettiren unsurların birlikte görülmesi bir geçiş döneminin işareti olmalıdır. Göçler ile birlikte Anadolu’ya gelen Türkmen boylarının yerleştikleri bölgelerde, İslâm öncesi geleneklerini yansıttığı mezar taşlarıyla karşılaşılmaktadır. Mezar taşlarının temsilcileri, karşılaştırmalı örnekler ve benzerlikleri gösterilmek suretiyle açıklanarak Orta Asya geleneği ve kültürel devamlılığının temsilcileri olan özgün örnekler irdelenecektir.

Kale-i Tavas / Kale Davaz the old settlement of the Denizli province Kale district is one of the important centers where the Turkish-Islamic settlement has been located since the 13th century. There is a cemetery in Kavaklıpınar location of the Kale district and today Denizli-Muğla highway passes through the center of the cemetery. Kale-i Tavas cemetery is still using for the burials today which has hundreds of gravestones remaining from the Ottoman period. In this study a group of tombstones related to the Central Asian tradition and reminiscent of pre-Islamic manners will be emphasized in the Kale-i Tavas cemetery. The tombstones are documented by giving their catalog number making photographs and drawings. On the surfaces of the stones there are signs, some geometric shapes and clothes-like forms that can be regarded as Tamga. In addition to this, the tombstones have also shapes that resembles human silhouettes. The lack of inscription throughout the tombstones makes it difficult to date when they were made. Besides some of the stones have no characteristics that can determine the sex of the gravestone owner, some of them were found to be accompanied by Ottoman tombstones of men. The coexistence head types of Ottoman tombstones characteristics and elements of Central Asian tradition should be a sign of a transitional period. There are tombstones in Anatolia reflecting the Pre-Islamic traditions where the Turkmen tribes settled together with the migrations. The representatives of the tombstones will be explained by showing comparative examples and similarities that unique examples which are representative of Central Asian tradition and cultural continuity will be examined.

Sultan Abdülmecid’in Manastır’daki Asâkir-i Nizâmiye-i Şâhâne Kışlası

Neval Konuk Halaçoğlu

ORCID: 0000-0002-9322-0541

Sayfalar: 873-894

The Ottoman army was radically altered by the abolition of the Janissary Corps by the Mahmoud II (1808-1839) on 15 June 1826. Sultan officially lifted the Mahmoud II Janissaries Camp from the middle instead of establishing a new army in the name of Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye. The period of Abdulmejid (1839-1861) was a period when the steps taken by the second Mahmud to the military were made more comprehensive and lasting with Tanzimat (Ottoman Turkish: تنظیمات ,translit. Tanẓīmāt, lit. ‘reorganization’) announced on 3 November 1839. During the reign of Abdulmejid, new quarters were built for soldiers of Asakir-i Nizamiye-i Şahane army in many regions of the Ottoman Empire. This research evaluates the construction process of the winterbirds built in the Bitola (Manastır) and the final situation by taking advantage of the first hand sources, the on-site investigation and the personal postcard archive in the Prime Ministry Ottoman Archives.

Fatih Mosque in Prishtina

Orges Drançolli

Sayfalar: 895-910

Fatih Camii, Kral Camii veya Priştine’nin Büyük Camii, Kosova’nın en eski camilerinden biridir. 1461/62 yılında Fatih Sultan II. Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Mazgit’deki (1389) Sultan Murat Türbesi ve Priştine’deki (1389-1461) Murat Camii ile birlikte, Kosova ve Batı Balkanlar’daki ilk İslami, Osmanlı yapıları temsil eder. Söz konusu olan anıtsal bina, ibadet salonu, portiko ve minare tarafından oluşturulmaktadır. Dua salonu sarkık sistemde inşa edilmiş kubbe ile kaplıdır. Külliye, caminin, çeşme ve hamamdan oluşturmaktadır. Pazara yakın mesafede inşa edilen bu sakral ve seküler yapılar, Priştine kentinin oryantal, Osmanlı tarzında kentsel gelişimi için çekirdek olarak hizmet etti.

Fatih Mosque, The King Mosque or Prishtina’s Great Mosque, is one of the earliest mosques in Kosova. It was built in 1461/62 with Sultan Mehmet II the Conqueror as a donator. Along with Sultan Murat mausoleum in Mazgit (1389) and Murat Mosque in Prishtina (1389-1461), it represents one of the first Islamic, ottoman buildings in Kosova and Western Balkans. This monumental object is comprised of a praying hall, portico, and minaret. The praying hall is covered with dome constructed in pendentive system. Besides the mosque, a fountain and a bath were built as parts of the complex. These sacral and profane buildings, which were built in close distance to the market, served as nucleus for urban development of Prishtina city in the oriental ottoman style.

Eski Türk Mitolojisinin Türk Halklarının Dokuma Sanatına Etkisi

Sevinc Nasirova

Sayfalar: 911-924

Türk halkları eski tarihi, devletçiliyi ile olduğu kadar medeniyeti ile de tüm dünyada ünlüdür. Bu halkların yayıldığı geniş arazide çeşitli sanatlar gelişmiştir. Günümüze kadar gelip çatmış sanat alanlarından biri de dokumacılık olmuştur. Türk halklarını dokuma örnekleri olmadan düşünmek bile mümkün değil. Şöyleki, hayatlarının istenilen alanında dokuma örneklerinden faydalanmışlar. Ev hayatında saklama dolabı, ev kerestelerinin yerleşdirilmesi, evi döşemek, soğukdan korunmak, sofra kurmak için dokuma örnekleri kullanılmıştır. Hayvancılık alanında da hayvanın üzerini örtmek ve süs amacıyla dokumacılğa baş vurulmuştur. Bir çok dokuma sanatı örneklerimiz ise dünya müzelerinin en gözde envanterleridir. Türk halklarının halıcılık sanatına verdiği değerin sonucudur ki, Azerbaycanın Geleneksel Halı Dokuma Sanatı, 2010 yılında UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kulturel Mirasının Temsili Listesi’ne kaydedilmiştir. Aynı listeye 2012 yılında geleneksel Kırgız keçe halısı olan Ala Kıyız ve Şirdak da dahil edilmiştir. Bu örneklerin büyük bir kısmı renk ahenki, estetik güzelliyi ile olduğu gibi üzerine dokunmuş motifleri ile de hep merak konusu olmuştur. Bazı motifler İslamın yayılışı ile stilize olunmaya başlamıştır. Bu da onları hakiki anlamlarından uzaklaştırmıştır. Bir çok motifin anlamını araştırdıkda onun eski inançlarla ilişkili olarak dokunduğunu göre biliriz. Dokuma örnekleri esasen kadınlar tarafından dokunmudur. Bu sebebden dolayı, evini, ailesini, hayvanını korumak maksadıyla çeşitli inançlarla ilişkili motifler dokunmuştur. Buna rağmen, eski inançlar halkımız arasında o kadar geniş yayılmışdır ki, bazı inançlar İslami görkeme salınarak yaşamaya devam etmişdir. Mesela, halk arasında yeni doğulmuş bebekler uykusunda gülerse onların melekleri gördüğü söylenir. Oysa ki, bu olay UmayAna inancı ile bağlı olmuştur. Bu gibi bir çok Türk mitolojisi ile ilgili motifler dokuma örneklerine dokunmuştur. Buyüzden en hoş ve koruma amaçlı inançlar dokuma örneklerinde karşımıza çıkmamktadır.

The Turkish peoples are famous all over the world with their state, history, and cukture as well. A lot of different arts were spread in the areals where they lived. One of them is the weaving art which is famous and lively nowadays. It is impossible to think Turkish peoples without weaving materials. Thus they used weaving materials in every sphere of their life. The wardrobe for keeping something, table cloth, the things which were used for protection from cold were also among these weaving materials. In the cattle area weaving materials were used as decorations and for covering of animals. A lot of weaving materials in the world museums considered the best inventory. It is the result of valuable attention to the Turkish weaving art that in 2010 the “Azerbaijan rug” art, in 2012 Kirgiz felt rug “Ala Kiyiz” and “Shirdak” were icluded to the UNESCO Representative List of the Intangible Cultural Heritage of Humanity. Beside esthetic beauty of these rugs, patterns and motifs on them were also interesting theme. Some motifs were stylized with the spread of Islam. It took them far away from real meanings. While researching of these motifs we can see relations of old believs with them. Mainly weaving materals were made by women. Such motifs were made with purpose of protection of their family, houses and animals. For example they say when a newly borned child smiles in his sleep it means he sees angels. But it is believed that it has connection with believ of mother Umay. Such motifs having relation with Turkish mythology were weaved on the materials with the aim of protection and goodwill.

Function Of Turkic Stone Enclosure with Statue: Memorial Site or Cremation Burial Site?

Toshio Hayashi

Sayfalar: 925-932

Moğolistan’dan Semirech’e kadar, Gök-Türk döneminde taşlarla çevrili kare yer vardır. Tipik kare yer (her bir tarafın uzunluğu: 2 – 4m) plaka taşlarından oluşur. Bir erkek taş heykel kare yerin doğu duvarının dışında dikildi. Taş heykelden doğuya taşlar (balballar) dizildi. Kare yerin ortasında kül, odun kömürü ve yanmış hayvan kemikleri ile dolu bir depresyon vardır. Rus arkeologların çoğu bu kare yeri anma yeri olarak görüyorlar, ancak mezar alanı değil, çünkü insan (yanmış) bir kemik yok. Bununla birlikte, kremasyon gömülme teorisini yeniden araştırmanın önemli olduğunu düşünmekteyim. Benim fikrimce, Çin yazılı kaynakları ve arkeolojik malzeme açıkça bir taş kare yerinin kremasyon alanı olduğunu gösteriyor. Bir depresyondaki kül, hayatında kullandığı ölü, yanmış at ve eşyalarının yanmış bir cesedinin küçük bir kısmını içermelidir.

From Mongolia to Semirech’e there are so many square stone enclosures constructed during the Turkic period. Typical enclosure (length of each side: 2 – 4m) consists of plate stones, accompanying one male stone statue outside of the eastern fence of the enclosure and a row of standing stones (balbals) stretching to the east. In the center of enclosure there is a depression filled with ash, charcoal and burnt animal bones. Most of Russian archaeologists consider this enclosure as a memorial site but not a burial site, because there is no human (burnt) bone. However, I suppose that it is noteworthy to reinvestigate the theory of cremation burial. In my opinion, Chinese written sources and archaeological material clearly show that a stone square enclosure was a cremation site. The ash in a depression must have included a small portion of a burnt corpse of the dead, burnt horse and his belongings which he had used during his life.